Geçen hafta sonu iki kederi ve bir mutluluğu bir arada yaşadım. Perşembe sabahı erken saatlerde Tıbrevank’ta, geleneksel yılbaşı yemeğinde, adı Tıbrevank’la bütünleşmiş eşsiz öğretmenimiz Vahan Acemyan adına dağıtacağımız Vahram Torkomyan’ın anılarının Türkçe çevirisinin, müdürümüz Hayk Kıyıcı’nın odasında, Aras Yayıncılık’tan gelmesini beklerken Surp Pırgiç hastanemizden gelen telefon çok da hayra alamet değildi. Bekçiyan Sırpazan’ımızı kaybetmiştik. Odayı birden derin bir keder kapladı. Halbuki daha geçen yaz Sırpazan’ımızın Almanya’nın Köln kentinin 60 km uzağındaki bir huzurevinden Vasken Barın ahpariğimizin öncülüğünde Türkiye’ye gelmesine ne de çok sevinmiştik. Ne yapacağımızı bilemeden geçen yarım saatten sonra İstanbul derneğimizin Başkanı Nubar Dinçöz ahpariğim aradı. Bekçiyan Sırpazan’ımız için aradığını düşündüm. Fakat sesinin tonundan başka bir şey olduğunu fark ettim. Nazar Büyüm ahpariğimiz tedavi gördüğü hastanede vefat etmişti. İki sınıf arkadaşı aynı gün terk-i diyar etmişti. Altüst olmuştuk. Öylece kaldık oturduğumuz yerde. Halbuki vakıf başkanımız değerli kardeşim Azad Demirci ve müdürümüz Hayk Kıyıcı’ya, her ikisi de Tıbrevank’ın eski öğrencisi olan sevgili yeğenim Ani ve sevgili Sarkis’in düğün davetiyelerini vermek üzereydim. Sonuç “Bir düğün, iki cenaze” olmuştu. Hayat, belki de tam bu yaşadığımızdı.
Bekçiyan Sırpazan’la hastanemizdeki son görüşmemizde sınıf arkadaşı Kevork Malikyan da bizimleydi. Cebindeki uzun Malboro yerli yerindeydi. Çıkardı, bir tane yaktı. Sakince tüttürdü. Bahçede uzun uzun sohbet ettik. İhtiyaçlarını sorduğumuzda sadece su istedi. İstanbul’da olduğuna bir yandan çok seviniyor bir yandan da içimi engelleyemediğim bir keder kaplıyordu. Sağlığı çok iyi değildi. Yürümesi güçleşmişti. Fakat, bizleri tanıyordu hatta şakalaşıyorduk. Okul hakkında mutlaka sorular soruyor, bilgi istiyordu. Sağlık durumu nedeniyle kendisini dışarı çıkartamıyorduk fakat her türlü önlemi alıp geleneksel yılbaşı yemeğimize, Tıbrevank’a götürmeyi ne de çok arzulamıştık. Olmadı…
Kızdığında bile gülen bir ruhani
Bekçiyan Sırpazan’ı öğrencilik yıllarımdan beri biliyor ve kendisini uzaktan takip ediyordum. Almanya Araçnort’u (Ruhani Önderi) olduktan sonra bizzat görüşmeye başlamıştık. Alışılagelmiş ruhanilerden çok farklıydı. Bu belki sosyoloji/pedagoji eğitimi almış olmasındandı, belki de “naturası, fıtratı” zaten böyleydi. Yüzünden hiç tebessüm eksik olmuyordu. Sonradan sınıf arkadaşlarından öğrendim, aslında kızdığında da hep tebessüm edermiş. Zamanla ben de anlamaya başlamıştım, hangi gülüşünün kızgınlık, hangisinin ise sevinç anlamında olduğunu.
Bekçiyan Sırpazan hem bir Ruhani Önder hem de bir yazar, çevirmen ve öğretmendi.
Şimdilerde Kanada’da yaşayan Mıhitaryan’daki ilkokul döneminden bugüne kadar arkadaşlıkları devam eden Mıgırdiç Mıgırdiçyan, Sırpazan’ın ortaokul döneminde aslında mimar/mühendis olmak istediğini fakat birden bugün dahi bilmediği bir nedenle Tıbrevank’a gittiğini ve ruhani olmak istediğini cenaze günü anlattı. Hatta Sırpazan’ın ortaokul döneminde, 1958 yılında kendi elleriyle çizdiği bir ev projesini de yanında getirmişti. Bu sararmış kâğıdı dile kolay 66 yıl saklamış ve Kanada’dan cenaze törenine katılmak için İstanbul’a gelmişti. Dostluğun kadim bir tanımına daha şahit olmuştum.
Tıbrevank’taki öğrencilik yıllarında ve Indzayaran döneminde (Lise mezuniyeti sonrası ruhbanlık eğitimi) ilkokulu Anadolu’da okumuş öğrencilere Ermenice öğretmek için özel bir sınıf kurduğunu Ardaşes Margosyan’dan dinlemiştim. Hatta o sınıftaki dersi sırasında çekilmiş bir fotoğrafını görmüştüm. Son günlerine kadar çeviriler yapıyor ve bir sözlük üzerinde çalışıyordu. Tıbravank’ın kurucusu ve Türkiye Ermenileri 81. Patriği, cennetmekan Der Karekin Sırpazan Haçaduryan gibi çok çalışkan ve üretken bir ruhani önder oldu. Hiçbir sorumluluktan ve görevden kaçınmadı. Haçaduryan Badriark gibi ilerlemiş yaşına rağmen İstanbul’a gelerek, uzun süredir yapılamayan Patrik seçimi için sorumluluk üstlendi. Bu sürecin nasıl sonlandığını hatırlıyoruz. İlginç bir rastlantı (belki de değildir) Haçaduryan Badriark da aynı şekilde cennetmekan Der Mesrop I Sırpazan Naroyan’ın vefatı sonrası uzun süre Patrik seçimi yapılamaması sürecinde 1951’de Türkiye’ye davet edilmiş, ancak o Patrik olarak seçilmişti.
Bekçiyan Sırpazan’ın, son Patriklik seçim sürecinde yaşadıkları, tarihin henüz tozlanmamış sayfalarında yerini almış, “pireler, filleri yutmuş”, fakat vicdanımızda yarattığı yara açık kalmıştı.
Bekçiyan Sırpazan’ımızın Almanya’dan döndükten sonra İstanbul’da vefatını ve Şişli Mezarlığı’nda ruhani büyüklerinin yanına defnedilmiş olmasını belki de en iyi Hrant Dink ahpariğimizin “su çatlağını buldu” metaforu açıklayabilir.
Dünyaya açılan pencereler: Ansiklopediler ve Nazar Büyüm
Nazar Büyüm ahparigle “Yurt Ansiklopedisi” aracılığıyla ortaokul zamanlarında gıyaben tanışmıştım. O zamanlar ansiklopediler bizim dünyaya açılan penceremizdi. Böyle bir ansiklopediyi hazırlayan bir ahpariğimizin olması bizim için rol modeli olmaktan çok öte bir kahramanlık mertebesiydi. Sonrasında yayınladığı “Ana Britannica” ise benim için başka bir mertebeydi. İlk biriktirebildiğim para ile bütün ciltlerini almıştım. Bugün dahi kitaplığımda özenle saklıyorum. Ana Yayıncılık, sonrasında onlarca eser yayınladı.
Nazar Ahparig yayıncılığın öncesinde aynı zamanda önemli bir reklamcıydı. Öncelikle Manajans’ta metin yazarlığı yapmış sonrasında ise arkadaşlarıyla Ajans Ada’yı kurmuştu. Çocukluğumda sıkça duyduğum “Bira bu kapağın altındadır” sloganını onun yarattığını bilir ve gururlanırdık.
Kendisiyle bizzat, Tıbrevank’ın İstanbul’da ihyasının 50. yıl törenlerinde, 2003 yılında tanıştım. Hazırladığı Tıbrevank’ın 50. yıl kitabı ve belgeselini (‘Gece Sabahı Taşır İçinde’/Գիշերը Առաւօտը իր Մէջ Կը Կրէ) aşabilecek bir eseri henüz gerçekleştiremedik.
Tanışıklığımız 2011 yılında Tıbrevank Yönetim Kurulu’na gönüllü olarak aday olduğumuzda ilerledi. Vakfımızın tüzel kişiliği iptal edildiği için yönetimlerimizi otuz yılı aşkın bir süredir İstanbul derneğimizin öncülüğünde kurduğumuz “divan toplantılarında” belirliyorduk. İlk divan toplantımıza kendisinin başkanlık yapmasını istediğimde hiç tereddüt etmeden kabul etmişti. Divan öncesi 25 sayfalık küçük bir rapor hazırlamıştık. Redakte etmesini rica etmiştim, çekinerek. Amatörlüğümüz karşında kim bilir neler düşünmüştür. Alışık olmadığımız bir karakteri vardı. Onunla yan yana olmak bana ve aday arkadaşlarıma müthiş bir güç ve özgüven veriyordu. Başkanlığında gerçekleştirdiğimiz divan sonrası gönüllü olarak çalışmaya başladığımızda diğer büyüklerimizle birlikte bize söz verdikleri üzere destek olmak için altı ay toplantılarımıza katıldılar. Hatta geçmiş dönemlerde hiç de âdeti olmamasına karşın ilk sevgi soframızda etkileyici bir konuşma dahi yapmıştı. Sevincimizi ve gururumuzu bugün dahi hatırlıyorum.
Kendisinden hem çekinir hem de çok yakın görürdük. Şair Orhan Veli’nin “Pireli Şiir”indeki gibi,
“Karışık bir iş vesselam
Deli dolu yazar kalem
Yazdığı da ne
İpe sapa gelmez kelam” dörtlüğünden çıkıp gelmiş gibiydi.
Tıbrevank için gösterdiği çabalar
Yakın tanımayanlar kendisini soğuk, biraz mesafeli biri olarak algılayabilirdi. Bizi, Şile’deki müthiş çiftlik evinde misafir ettiğinde farklı bir Nazar Ahparigle tanışmıştık. Türkiye’nin en büyük özel arboretumunu oluşturmuştu.
Tıbrevank Vakfı’nın tüzel kişiliğinin iadesi sonrası çok mutlu olduğunu hatırlıyorum. Zira, kendisi de bu sorunun çözülmesi için geçmişte büyük çaba sarfetmişti. Sonrasında İstanbul’dan taşındı, bir çeşit inzivaya çekildi. Telefon konuşmalarımız devam ediyor; İstanbul’a geldiğinde görüşüyorduk. Geçen sene sağlığı bozuldu. Daha az görüşür olmuştuk. O da sınıf arkadaşı Bekçiyan Sırpazan gibi sigarayla olan dostluğuna hep sadık kaldı. Yaşadığı yerde hastanede olduğunu biliyor fakat bir türlü kabul edemiyordum. Sonrasında İstanbul’daki bir hastaneye nakil oldu ve o acı haber geldi. Hepimiz birden yaşlandık.
Pazar günü yeğenimin düğün töreninde aklım ve zihnim berraklaşmıştı. Keder ve mutluluğun yakın duygular olduğunu biliyordum ama ilk defa bu kadar derinden hissediyordum. Düğün öncesi dostlarım, bir yandan gençlere mutluluk dileyerek tebrik ediyor bir yandan da kayıplarımız için başsağlığı diliyorlardı. Bir dostum “Büyüklerimizi bir bir kaybediyoruz” dediğinde ben de “Biz de artık yeni büyükler yaratmalıyız” yanıtını verirken, onların gölgesinde bulunma konforunun ne kadar değerli olduğunu bir kez daha algılamıştım.
Sonsuzluğa uğurladığımız ruhani önderlerimiz için “Müteveffa” sıfatı kullanılır. Nazar Büyüm ahparigden duymuştum ilk olarak “cennetmekân” sıfatını ve sonrasında hep o sıfatı kullandım. Salı günü cennetmekân Bekçiyan Sırpazan’ımızı sonsuzluğa uğurladık. Önümüzdeki Cumartesi günü de Nazar Ahpariği uğurlayacağız.
Son söz
Duygularımı amatör bir yaklaşımla kaleme aldığım yukarıdaki yazıyı düzeltmesi için Nazar Büyüm ahpariğime gönderebilmeyi, o ciddi bakışıyla, hatalarımı düzeltmesini gıptayla ve hayranlıkla izlemeyi ne de çok isterdim. Nafile…
Bir gün her ikinizle de sonsuzluğun düzeninde buluşulacağımı bildiğimden, kederim adeta bir huzura dönüşüyor.
Hoşçakalın, değerli ahpariglerim.