Ünlü yönetmen ve senarist Aram Gülyüz, 2 Eylül Pazar günü hayatını kaybetti. Gülyüz’ün cenaze töreni 4 Eylül Salı günü, vasiyeti üzerine kilise ayini yapılmadan, Şişli Ermeni Mezarlığı’nda düzenlendi. Törene, aralarında Müjdat Gezen’in de bulunduğu çok sayıda sanatçı katıldı.
1931’de İstanbul’da doğan Gülyüz, sinemaya Kore Savaşı sırasında tanıştığı Halit Refiğ sayesinde başladı. Usta yönetmen, yaşamı boyunca 28 filmin senaryosunu kaleme aldı, ‘Ayşecik’ film serisi ile ‘Yasemince’ ve ‘Tatlı Kaçıklar’ gibi 200’e yakın sinema filmi ve dizinin yönetmenliğini üstlendi.
Evrim Kaya’nın, Gülyüz’le, ‘Zaman Makinesi 1973’ adlı son filmi vesilesiyle yaptığı, 14 Mart 2014 tarihli Agos’ta yayımladığımız söyleşiden bir bölümü yeniden paylaşıyoruz.
“Bu hafta 140. filminiz gösterime giriyor. Mutlu musunuz?
Heyecanlıyım daha çok. Elli beş sene sonra ilk defa bir filmimin galası olacak. 140. filmim bu. 139 tanesinin galası olmadı, Yeşilçam’da gala ne gezer? Onun için heyecanlıyım. Mecburen bir sürü arkadaşı davet ettik. Bu öyle bir meslek ki, sen yaptığın filmin çok iyi olduğunu zannedersin ama rezil olursun. Kapalı kutudur, açılmadan bilemezsin. Bu film de insanlara nasıl tesir edecek bilmiyorum, konu çok değişik. Biraz sol sağ hikâyeleri var. Gala dendiği zaman şarap marap içilecek tabii. Erken gelirler içsinler diye, sonra da filmi sarhoş izlerler. Ne anlarlarsa... Bir de şunu sevmiyorum, herkes gelir ellerine sağlık canım der, sonra arkasını döner, ‘Böyle boktan film görmedim’ diye konuşur. Gazeteler ne yazarsa yazsın, ben artık o kadar alıştım ki bu tip şeylere...
Bu 139 filmden aldığınız hiç telif var mı?
Bir el işareti yapmak lazım buna. Bir kuruş almıyorum. 1995’ten önce çekilen filmler telif kapsamına girmez diye saçma sapan bir kanun koymuşlar, torpille, sırf telif alamayalım diye. Safa Önal çok uğraştı ama bilmiyorum ne oldu. Sadece benim bildiğim her hafta beş-on filmim oynar, bir de bilmediklerim vardır.
Sinemayı seviyorsunuz ama “girdiğime pişmanım” demişsiniz daha önce pek çok kez. Öyle mi hâlâ?
Pişmanım tabii. Artık başka bir iş yapamayacağım için yapıyorum. İngiliz Havayolları’nda beraber çalıştığım Ferdinand diye bir arkadaş vardı. Oradan emekli olmuş, onu gördüm. İngiltere’den geliyor maaş, pound üzerinden. 2000-3000 pound, ne geliyorsa artık... Bir de British Airways’e binerken yüzde on ödüyor. Her perşembe açıyor telefonu, boş koltuk nereye var? Zimbabwe’ye. ‘Tamam, gidiyorum’ diyor. Pilotların, hosteslerin kaldığı otelde de yüzde onla kalıyor. Seyahat hastalığımdır benim. Ne güzel olurdu...”