Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 9 Temmuz’daki yemin töreniyle birlikte yürürlüğe girdi. Yeni sistem beraberinde pek çok soruyu da gündeme getirdi. Özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın göreve başladığı ilk günden itibaren cumhurbaşkanlığı tarafından birbiri ardına yayınlanmaya başlayan Kanun Hükmündeki Kararname’ler (KHK) kafaları daha da karıştırdı. Cumhurbaşkanlığı yönetim sistemini ve bu sistem çerçevesinden önümüzdeki dönemde yaşanacak olası gelişmeleri Anayasa hukuku uzmanı Prof. Dr. Sevtap Yokuş’la konuştuk.
Son dönemde yazdığınız yazılarda yeni yönetim sistemini incelerken ‘anayasasızlaştırma’ kavramını çok sık kullanıyorsunuz. Bu kavramı açar mısınız?
Anayasasızlaştırma kavramını olağanüstü hal rejimiyle birlikte düşünmek gerekiyor. Geçmişte Türkiye’nin genelinde değil ama belli bir bölgesinde olağanüstü hal rejimi yıllarca uygulandı. 1982 Anayasası’yla birlikte gelen olağanüstü hal rejimi, öyle bir sisteme kapı açıyordu ki hukuk dışına, hatta anayasanın dışına çıkan bir yönetim anlayışıydı bu. Halen yürürlükte olan 1982 Anayasası’nın 15. maddesi, “olağanüstü hal durumlarında anayasadaki hak ve özgürlükler durdurulabilir” der. Bunun Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ndeki karşılığı “askıya almak”tır. Bu da şu demektir: Siz bir olağanüstü rejim uyguluyorsanız belli haklar dışında ki buna “çekirdek haklar alanı” veya “kişi güvenliği” diyoruz diğer haklar askıya alınabiliyor. “Düşünceyi açıklamama zorunluluğu” söz konusudur ama düşünceyi ifade özgürlüğü yoktur. Bu “çekirdek haklar” dışındaki tüm özgürlük alanlarını askıya alıyorsunuz. Aslında anayasa özgürlüklerinizin güvencesidir. Olağanüstü rejim, anayasal güvenceleri ortadan kaldırmış oluyor. İşte bu duruma “anayasasızlaştırma” diyoruz.
Geçmişte bu Türkiye’nin belli bir bölgesinde yıllarca uygulanabildi. Bunu Türkiye’nin sosyolojisiyle ve siyasal gerçekliğiyle açıklayabiliriz. O dönemde şöyle bir bakış açısı egemendi: “O bölgede uygulanıyorsa mübahtır”. Kimse bunu tartışmadı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen olağanüstü rejim ise tüm Türkiye’de uygulanıyor. İçinde yaşadığımız süreçte geçmiş dönemde bir bölgede uygulanan olağanüstü hal rejiminde bile tanık olmadığımız uygulamalar devreye girdi. Anayasa’nın 148. maddesi, olağanüstü hal KHK’larının yargısal denetimini önlüyor. Olağanüstü hal çerçevesinde KHK’larla çok kritik kararlar alabiliyorsunuz ve bu KHK’lar yargı denetimi dışında kalıyor. Olağanüstü rejim eğer yargı denetiminden muafsa hukuksuzdur. Hukuk yoksa anayasa da yok demektir. İşte bu nedenle yaşanan sürece “anayasasızlaştırma” diyorum.
Yargı denetimi demişken, yeni sistemde yargının konumu nedir?
Hakim ve savcıların özlük ve disiplin işleri Hakimler ve Savcılar Kurulu’nın (HSK) yetkisi kapsamında. HSK’nın üyelerinin atama şekline baktığınızda büyük oranda yürütmenin yani cumhurbaşkanının güdümünde olduğunu görüyoruz. Her ne kadar HSK’nın 13 üyesinden 7’si Meclis tarafından seçiliyor olsa da orada da yasama çoğunluğu yasama aritmetiği dikkate alındığında, her durumda HSK’nın yürütmeye yakın olması kaçınılmaz. Adalat Bakanı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarı HSK’nın doğal üyesi. Bunlar zaten yürütmenin uzantısı olarak HSK’dalar. Böyle bir kurulun büyük ölçüde yürütmenin etkisi altında olması, başlı başına yargı bağımsızlığını önleyici bir husus zaten. Çünkü bütün hakim ve savcıların özlük işleri HSK’da belirleniyor. Öte yandan içinde yaşadığımız süreçte hakim ve savcıların görevden ihraçları, hatta bir kısmının tutuklanması onlar üstünde başka bir baskıya da dönüştü. Bu koşullarda bir hakimden bağımsız ve tarafsız olmasını bekleyemezsiniz. Yargı Türkiye’de her zaman sorunluydu ama hiç bu dönemde olduğu kadar dibe vurmamıştı. Ayrıca liyakat da sıfırlandı. Daha çok avukatlıktan gelen hakimlerle karşılaşıyoruz. Onların mesleki deneyimleri gözönüne alındığında çok sıkıntılı bir süreç bizi bekliyor. Anayasa Mahkemesi için de benzer şeyler söylenebilir. Anayasa Mahkemesi’nin üye yapısında da yine 2017’de yapılan değişiklikle birlikte, cumhurbaşkanın atadığı isimlerin sayısının arttığını görüyoruz. Bu da yine Anayasa Mahkemesi’nin alanını daraltacaktır. Unutmayalım ki Anayasa Mahkemesi’nin 2 üyesi tutuklandı. Meslekten ihraç edilmekle kalmadılar bir de tutuklandılar. Bu, yargı üzerinde çok ağır bir yüktür. Bu ortamda yargının yürütmeyi dengeleyici bir unsur olması beklenemez.
Genelkumray Başkanlığı, Yüksek Askeri Şura, Milli Güvenlik Kurulu gibi kurumların yasaları iptal edildi. Anayasal sistem açısından bu ne anlama geliyor?
Anayasaya göre, yasama yetkisi TBMM’dedir ve bu yetki devredilemez. TBMM bir yetki kanunuyla olağan bir KHK çıkarmaya izin verebilir. Bu yetki kanununda o kararnamenin içeriği ve kapsamının sınırları da büyük oranda belirlenir. Sizin saydığınız kanunların iptalinin yanı sıra örneğin bazı bakanlıkların birleştirilmesi gibi çok önemli değişiklikler de yetki kanununa dayanılarak yapılıyor görünüyor. Ancak bu kararnamelerin bu kadar geniş tutulması, yürütmenin yani cumhurbaşkanlığının TBMM’nin yasama yetksini devraldığı anlamına gelir. Bu konu Anayasa Mahkemesi’ne gidecek olsa da oradan da mevcu şartlarda frenleyici bir karar çıkması mümkün görünmüyor. Geriye bir tek yol kalıyor o da bu cumhurbaşkanlığı KHK’larının kapsadığı konularda TBMM’nin yeniden kanun yapması. 24 Haziran seçimleri sonrasında oluşan TBMM aritmetiğine bakıldığında bu da artık çok zor görünüyor.
Madem cumhurbaşkanlığı kararnameleriyle yasama yetkisi fiilen cumhurbaşkanının eline geçiyor, TBMM’deki AKP-MHP ittifakı da anlamını yitirmiyor mu?
Evet ama her şeyi de kararnamelerle yapamazsınız. Mesela bütçenin kararnameyle yapılması mümkün değil. Ayrıca bir de “karşı ittifak”tan korunma sorunu var. Siz bir partiyle ittifak yapmaktan kaçınırsanız, karşınızda başka bir ittifakın güçlenmesini izlemek zorunda kalırsınız. Her cumhurbaşkanı kararnamesi karşısında TBMM’den gelen bir kanun bulursa yönetim krizi oluşur. Bu durum TBMM’de salt çoğunluğu alamayan AKP’yi ittifaklara mecbur bırakıyor.
TBMM’de şartlara göre değişen ittifaklar söz konusu olabilir mi? Örneğin bir konuda bir paryile bir başka konuda ise başka bir paryile ittifak yapmak mümkün değil mi?
Olabilir tabii. Zaten AKP her konuda MHP’yle uzlaşarak ilerleyemez. MHP ile her alanda ittifak yapmak demek hem ekonomi hem de uluslararası alanda AKP’nin manevra alanını çok daraltır. Zaten şu anda da AKP bu darlığı yaşıyor. Ama bu darlık aynı zamanda bu darlıktan çıkma ihtiyacını da dayatıyor. TBMM’deki ittifakların sabit olmayacağını düşünüyorum. Bazı yasal düzenlemeler konusunda AKP’nin MHP’yi ikna etmesi mümkün olmayacaktır. O zaman AKP başka partilerle ittifak arayışına girecektir. Bu değişken ittifak arayışı toplumdaki kutuplaşmayı da azalatabilir.
Türkiye’de demokratikleşmeden yana olan kesimler mevcut sistemde ne yapmalı? Nasıl bir demokratik muhalefet anlayışı geliştirmek gerekiyor?
Yeni sistemin şemasına baktığınızda “finans ofisi”, “yatırım ofisi” gibi kurumlar var. Bu, şirketi çağrıştırıyor. Erdoğan’ın daha önceki söylemlerinde de “devleti şirket gibi yönetmek” vardı. Son dönemde ekonomide yaşanan zorluklar da ekonominin ön planda olacağını gösteriyor. Yasama ve yargı da bu süreçte hizmete sokulacak. Bu yola girdik.
Demokratikleşme yolunda hangi unsurları öne çıkarmamız gerektiğine gelecek olursak, öncelikle Siyasi Partiler Yasası’nın değişmesi yönünde bir mücadele ortaya konulmalı. Türkiye’yi bu noktaya getiren Anayasa ile birlikte siyasi partiler yasası ve seçim yasasıdır. Siyasi partilerde lider sultasının azaltılması, parlamenterlerin liderin iki dudağının arasında sıkışması yerine Meclis’in müzakere işlevini yerine getirebilmesi sağlanmalıdır. Siyasi partiler rejiminin demokratik hale getirilmesi için talepte bulunmalı ve bunu zorlamalıyız.
İkincisi seçim sistemi. Yüzde 10 seçim barajı artık anlamsızlaştı. 24 Haziran seçimlerinde baraj HDP’ye yönelik kullanıldı ama aşıldı. Dar bölge sistemi TBMM’de temsil adaletini sağlayabilir. Ulusal temsili daha demokratik hale getirir.
Öte yandan cumhurbaşkanlığı yönetim sistemi yerel yönetimlerin güçlendirilmesini zorunlu hale getirecektir. Merkezi iktidar bu kadar güçlenmişken, yasama ile yargı bu kadar zayıflamışken geriye sadece yerel yönetimler kalıyor. Yeni sistemde dikkatler yerel yönetimlere çevrilecek. İktidarın bu kadar merkezileştiği bir sistemde her şeyin Ankara’dan belirlenmesi mümkün değildir. İktidarın dikey paylaşımı kaçınılmazdır.
Dikey paylaşımı açar mısınız?
Dikey paylaşım yetkilerin merkezi iktidarla yerel iktidar arasında paylaşımı demektir. Yerele ne kadar yetki aktarırsanız merkezi o kadar dengelemiş olursunuz. Türkiye’nin aslında yakın zamanda buna çok büyük ihtiyacı var. Bu, bizim Kürt sorununu çözmemize de yardımcı olacaktır. Çözüm sürecinde de yerele yetki aktarımı temel unsurlardan biridir. Sadece Kürt illerinden de bahsetmiyorum. İstanbul neden bölgesel bir yönetimle idare edilmesin? Ankara’nın birtakım yetkileri kolaylıkla yerele aktarılabilir. Böyle olursa merkezdeki iktidar da kendine düşen alanlarda daha hızlı karar alabilir çünkü yetkilerin bir kısmı yerelde kullanılyor olacaktır. Madem devleti şirket gibi yöneteceksiniz kalkınma önceliklerini neye göre belirleyeceksiniz? Kaynak dağılımını neye göre yapacaksınız? Her bölgenin kendi kaynaklarını neye göre kullanacaksınız? Ekonomide bunlar zorunludur. Yerel yönetimlerin kayyumlarla yönetilmesi bu sistemde mümkün olmayacaktır.