Taksim Meydanı’na karakterini veren en önemli modern mimari yapılarından Atatürk Kültür Merkezi’ne ilk olarak 1981 yılında gitmiş olmalıyım. Maral Topluluğu’nun gösterisi vardı. Rahmetli Benon Kuzubaş yönetimindeki Maral’dan bahsediyorum şüphesiz. Müthiş bir gösteriydi. Bilhassa koro hepimizi büyülemişti. Kapanışta meşhur “Paregamutyan Yerk” seslendirilmişti, neredeyse hep bir ağızdan O koca büyük salonun avuçları patlayıncaya kadar gösteriyi ayakta alkışladığını hatırlıyorum.
Beni o dönemde büyüleyen sadece gösteri değildi şüphesiz. AKM de gerek iç mimarisi, gerek konser salonu, gerekse fuayesi, velhasıl her şeyi ile amaca uygun modern mimariden ne anlıyorsak onu eksiksiz yerine getiriyordu ve sadece benim değil birçok kişi açısından büyüleyiciydi.
Sonraki yıllarda birkaç kez daha gitmiş olmalıyım. Binanın meydana hükmettiği yönündeki kimi eleştirilerden habersiz değilim ancak hem işlevselliği hem de kendi tarzıyla kültür ve mimari tarihimiz açısından çok önemli bir bina olduğunu düşünürüm. Kalması gerekirdi, zannımca.
Ancak kalmadı. AKP epeyce bir süre önce hem Taksim Meydanı’nı, hem Gezi Parkı’nı, hem de AKM’yi kendi ideolojisine uygun hale getirmeye karar vermişti. “Bunlar neydi?” diye özetleyecek olursak:
Meydanı bir beton denizi haline getirmek, kent için taşıdığı anlamı ve siyasi, toplumsal hafıza alanında bize anlattıklarını yok etmek, Gezi Parkı’nın ağaçlardan arındırıp bir kışla haline getirmek ve AKM’yi de yıkmak.
Bunların hepsi AKP’nin ideolojik hamleleri idi. Taksim Meydanı, başta 1 Mayıs 1977 katliamı olmak üzere kentin siyasi ve toplumsal hafızası açısından çok şey ifade ediyordu. Ve yeni 1 Mayısların orada yapılması da için de uzun yıllardır süren güçlü bir talep vardı. 2010’larda bir iki yıl peşpeşe yapıldıysa da AKP buna dayanamadı. Orayı kimliksiz ve anlamsız bir beton denizi haline getirmeyi daha çok istedi. Böylece Taksim, AKP’nin kültürel bir savaş verdiği zümrenin elinden çıkacak, kimliksiz, kişiliksiz bir hale gelecekti. Meydan açısından bunu büyük ölçüde başardılar ne yazık ki.
Gezi Parkı ise Topçu Kışlası şeklinde bir AVM’ye çevrilecekti. Belli ki o beton denizini Kışla ve İstiklal Caddesi’nin AVM’leşmesi ile birlikte düşünmekte idiler. AKP İstanbul’un kalbine kendi rengini vermek istiyordu. (Ne tesadüftür İstiklal Caddesi’nin rengini kaybetmesi de Demirören Plaza ile başladı)
Gezi Parkı ayağını uygulayamadılar. Son yılların en önemli direnişi gerçekleşti ve tüm Türkiye’ye yayıldı bu direniş. Tekrar Gezi analizlerine girmeye gerek yok belki ama, katılan herkesin gurur duyarak hatırladığı bir deneyim oldu. Siyasi tarihimizdeki yeri apayrıdır.
AKP ve bilhassa da Erdoğan bunu hazmedemedi. Yıllardır Gezi karalamalarının dinmeyişinin sebebi budur. Sayısız yalanlar, karalamalar boca edildi bu direniş üzerine. Hala da ediliyor.
Son hedef AKM idi. Bir şekilde yıkmaya başladılar. Bir türlü bitmeyen kültürel hınç alma politikasının son ayağı diyebiliriz belki buna. Zira bu Taksim projesi sadece siyasi bir hamle, AKP’nin mücadele ettiği siyasi çevreleri yenilgiye uğratma özelliği taşımıyor. Aynı zamanda kültürel bir hegemonya mücadelesi bu. Özgürlüğe, evrenselliği, bireyselliğe, kültürel açıdan dünya ile birarada bulunmaya hayat tanımayan, iktidar çevresinde kümeleşen muhafazakar elit ne derse onu sorgusuz sualsiz uygulayan bir toplumdur AKP’nin hayal ettiği. Bunu teknik manada uygulayacak olan da bu iktidarın tamamlayıcı ögesi olan inşaat sektörüdür. Yıkıp yeniden yapılmalıdır her şey.
Böylece hem AKP kendi muhafazakar kültürel hegemonyasını kuracaktır, hem de inşaat sektörü eliyle rant ve istihdam yaratılacak, tabana da bir parmak bal çalınacaktır. Bunun topluma sunulacağı ambalaj ise “Yerli ve Milli” olacaktır.
Bütün bu uzun girizgahın nedeni, geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı bir açıklama. Her konuya değindiği bir konuşmasında şunları söyledi Erdoğan:
“Şimdi Atatürk Kültür Merkezi'ni Türkiye'nin bir numaralı opera binası olarak yapıyoruz. Buna da çok bağırdı o 'Geziciler'. İstediğiniz kadar bağırın. Çatlayın patlayın bak yıktık. Ve inşallah kısa zamanda da orada dünyada sayılı muhteşem bir opera binasını çok amaçlı olarak yapıyoruz.”
Böylesi bir binayı yıktıktan sonra “Çatlayın, patlayın” demenin manası nedir? Çok büyük oranda yazının başından beri anlatmaya çalıştığım o kültürel hıncın ve savaşımın ifadesidir. Ve aslında daha önemli bir psikolojik durumun ifadesidir. Aslına bakarsanız AKM sadece bir inat uğruna yıkılmış oluyor. Ve daha da kötüsü. Yerine ne konacağı da belirsiz. Elbette bir proje var, belli ki oraya bir opera binası yapılacak. Ancak asıl maksat “onların” binasını yıkmak. Bitmeyen hınç alma siyasetinde kazanç hanesine bir çentik daha atmak.
Öyle görünüyor ki bu siyaset bir türlü bitmeyecek. Medyada, siyasette, çevrede, kültürde, heykelde, müzikte, edebiyatta daha da önemlisi tarih inşasında devam edecek. Bütün bu alanlarda yıkılanların kimilerine itirazlarımız olabilirdi. Olmuştur da. Ancak yerine gelen, çok kültürlülük ve evrensellik açısından onu aşacak gibi görünmüyor. Bu yüzden de yapılacak tek iş hasım olarak gördüklerini çatlatmak, patlatmak. Başka türlü bir cevap verilemiyor yok zira.
Spot: Son hedef AKM idi. Bir şekilde yıkmaya başladılar. Bir türlü bitmeyen kültürel hınç alma politikasının son ayağı diyebiliriz belki buna.