Kadınlara yönelik erkek şiddetinin bilhassa son on-on beş yılda arttığına herhalde şüphe yok. Gerçi böylesi toplumsal vakalarda kesin konuşmak doğru değil. Zira bunu söylemek için istatistiki rakamlara bakarız ve söz konusu olan istatistik olunca hangi verilerin ne zamandan itibaren tutulduğu gibi faktörler devreye girer.
Ancak buna takılmadan da şu rahatlıkla söylenebilir. Kadına yönelik erkek şiddetinin bilhassa son on –on beş yılla arttığına şüphe yok. Bunuistatistiki açıdan söyleyemesek bile (ki aslında söylenebilir) kadına yönelik şiddetin çok genel manada gördüğü “rıza”ya dayanarak da söyleyebiliriz. Ve sadece bu rızaya değil şiddetin görünür “neden”lerine bakarak da söyleyebiliriz.
Görünürdeki en büyük neden, göründüğü kadarıyla kadınların eşlerinden ya da erkek arkadaşlarından ayrılmak ve boşanmak istemeleridir. Son yıllara damgasını vuran hayli gaddar kadın cinayetlerine baktığımızda erkeklerin çok çok büyük oranda cinayetlerine izahat olarak “ayrılmak istedi öldürdüm” dediklerini görürüz. Üstelik kimi zaman bu cinayetler sadece kadın değil kadının ailesi hatta çocuklarına kadar uzanan bir katliam halini almaktadır.
Bu neden böyle? Evet erkek şiddeti artıyor, üstelik AKP iktidarının damgasını vurduğu son 16 yılda gayet açık ki artıyor, bunlar da önemli ve buraya kadar tamam. Ancak “gerekçe” de bizi bir bu kadar düşündürmeli. Erkek kendisinden ayrılmak isteyen kadını neden öldürüyor?
Buna tabii gözlemler dışında verilecek bir yanıtım yok. Ancak bunu içinde bulunduğumuz ve gitgide koyulaşan milliyetçi/baskıcı ortamdan da ayrı düşünemeyiz.
Bunun için de herhalde AKP iktidarının başlangıç yıllarına gitmeliyiz. Toplumların siyasi ve kültürel hayatlarına damga vuran böylesi “oy destekli” ve uzun süreli rejimlerin iktidara gelişleri genel olarak tesadüfi değildir. Alttan alta gelişen bir dinamiğin üzerine otururlar.
16 yıl öncesine gidersek göreceğimiz şu idi. Ciddi bir mafyalaşma, sokakların erkek hakimiyetine girişi, okumuş yazmışların bile diline pelesenk olan bir “delikanlı” kültürü, olur olmaz her şeyin “delikanlıyı bozması” ile temsilini bulan bir erkek hakimiyeti ve erkeklik durumlarının her düzeyde yüceltilmesi.
Güçlü olanın gücünü gösterme ve kabul ettirmesi, bir “baba” ya da “reis” (“başgan”) figürü üzerine oturan bir atmosfer, AKP iktidara gelmek üzere iken de bu ülkede hakimiyetini kurmuş idi. Erdoğan’ın bu “güç” siyasetini siyasi alana uygulaması ve bunu bir rejim haline getirmesi bu atmosfer üzerine oturdu dersek yanlış olmaz sanırım.
AKP iktidarının ilk yıllarına damga vuran siyasi çalkantılar belki bu tip meseleler üzerine düşünmeyi engelledi ise de bu “güç” siyaseti günden güne hem (İslami ya da milliyetçi hassasiyetleri olmasa bile) genel “erkek” dünyasında kemikleşti, hem de zaten kadını pek de kendine “eşit” olarak görmeyen Türkçü-İslamcı dünyada gitgide güçlendi.
Sadece bunun sonucu olarak değil elbette, ancak gitgide kadının kendisinden ayrılıp başka birisi ile yakınlaşma ihtimalini bile “katlanılmaz” bulan bir anlayış ne yazık ki bir genel geçer kabul haline geldi ve buna karşı bir dinamik geliştirmekte özellikle siyaset dünyası hayli eksik kaldı.
Evet kadına yönelik erkek şiddeti üzerinde duruldu ama ayrılan kadını cezalandırmayı, öldürmeyi hak gören son derece gaddar anlayışın üzerinde uzun uzadıya ya çok durulmadı ya da durulduysa da bu sesler çok sınırlı kaldı.
Bu erkek zihniyetinin kökenindeki dinamikleri dört başı mamur, akademik şekilde irdelemek oturduğumuz yerden epeyce zor hiç şüphesiz. Ancak 2000’ler sonrası girdiğimiz atmosferde kadının, erkek istemediği sürece adımını atamayacak,hele ki onu terk edemeyecek bir varlık olarak düşünülmesi, anlaşılması çok açık ki önümüzdeki uzun yıllara da damgasını vuracak insanlık dışı bir deforme olma durumu.
Tüm bu tablonun üzerine İslami kesimden gelen irkiltici açıklamalar çok açık ki sorunu daha da derinleştiriyor. Son olarak “Kadın dayak yediği için şükretsin” gibisinden laflar edildi ve neredeyse her gün olmadık durumlar için erkeğin tahrik olacağı yönünde beyanlar basına yansıyor. Bunlara kimi zaman gülünüp geçiliyor kimi zaman da meselenin ciddiyetini gösteren belirtiler olarak bakılıyor.
Erkek şiddeti ve hegemonyası konusunda yeterince meselemiz yokmuş gibi varolan tablonun bir de “İslami hassasiyetler” çerçevesinde revize edilmesi talepleri ile kadınlara, genç kızlara sokakta ya da minibüslerde durduk yerde yumruk tekme atılması arasında herhalde bir bağlantı var. Bu “hassasiyetler” şu içinde bulunduğumuz Türkçü İslamcı güç rejimine büyülenmiş şekilde körü körüne kapılanlara, hiç tanımadıkları kadınlara bile eğer kıyafetlerini beğenmiyorlarsa durduk yere şiddet gösterme hakkını mı veriyor? Vermiyor elbette ancak böyle düşünenler olduğunu ve bunlara “meczup” deyip geçemeyeceğimizi bilmemiz gerek.
Sadece siyasette, kültürde değil hayatın her alanında toplu bir baskı rejimi ile karşı karşıyayız. Doğayı, kadını, hayvanı, kendinden güçsüz gördüğü her şeyi ezmeye çalışan bir zihniyet bu. Mücadele zor ve uzun soluklu olacak.