Elbruz Aksoy’un Çerkeslerle yaptığı sözlü tarih çalışmalarından oluşan ‘Benim adım 1864: Çerkes Hikâyeleri’ kitabı İletişim Yayınları’ndan çıktı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Tarih Bölümü’nde ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Beyaz Köleler’ başlıklı yüksek lisans tezini bitiren ve sözlü tarih çalışmalarına devam eden Aksoy’la kitabından yola çıkarak Çerkes tarihinden Çerkes-Ermeni ilişkilerine uzanan bir söyleşi yaptık.
Çerkes tanımıyla başlayalım… Kimlere Çerkes denir?
Çerkes, Kuzeybatı Kafkasya’nın yerli halklarından olan ve kendilerini ‘Adige’ olarak isimlendiren halklara verilen ortak addır. Abzakh, Şapsığ, Bjeduğ, Besleney ve Kabardeyler bunlara birer örnektir. Osmanlı İmparatorluğu ile Çerkesler arasındaki ilişkiler önceleri Kırım Hanlığı üzerinden yürütülürdü. Osmanlı, Çerkesleri Kırım Hanlığı’na bağlı olarak yarı bağımsız bir bölgede yaşayan komşu bir halk olarak gördü. Fakat hiçbir zaman Çerkesya’yı doğrudan kendi atadığı paşalarla yönetmedi. Yani Kuzey Kafkasya coğrafyası Osmanlı idari sistemi için ikinci bir Balkanlar olmadı. Kanuni Sultan Süleyman dönemi haritalarında bile Kuzeybatı Kafkasya imparatorluk sınırları içinde görünmez. Bu bölge Çerkesya ve Çerkezistan olarak da adlandırılan, kıyıdaki birkaç Osmanlı kalesi hariç tamamen bağımsız, Müslüman, Hıristiyan ve pagan inançlara sahip halkların yaşadığı bir coğrafyadır. Osmanlılar bu topraklarda yaşayan halklara Çerkes demekle birlikte onlar kendilerini Adige olarak adlandırmışlardır.
Genelde Çerkeslerle birlikte anılan Abhazlar, Çerkeslere yakın akraba bir halk olmanın ötesinde, Çerkesler ile birlikte ortak bir tarihi sürecin neticesinde vatanlarından sürülmüş bir diğer Kafkas halkıdır. 1864 sürgününü Çerkesler ve Abhazlar birlikte yaşamış, sürgün sonrasında ise birbirine yakın köylere iskan edilmişlerdir. Dil konusunda farklılıkları olmakla birlikte yerel halk birçok bölgede onlara da Çerkes demiştir. Kitabın giriş bölümünde de belirttiğim gibi kitapta Çerkes terimi Kuzeybatı Kafkasya’nın yerel halklarından olan Adige, Abhaz ve Wubıh halklarını kapsayacak şekilde kullanılmıştır.
Çerkesya dediğimiz coğrafyanın bugünkü durumu nedir?
Çerkesya dediğimiz coğrafya bugün Rusya Federasyonu sınırları içinde farklı özerk cumhuriyetlere bölünmüştür. Doğuda Osetya sınırından başlayıp Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’nden batıya giderek Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ne ulaşır, oradan da kuzeye doğru uzanarak Adıgey Cumhuriyeti’ne kadar uzanan toprakları içine alır. Tarihi Çerkesya topraklarının güneyinde Gürcistan, güney batısında Abhazya ve batısında da Karadeniz bulunmaktadır. Sovyet siyaseti neticesinde, Çerkes halklarından olan Kabardeyler, Balkarlar ile birlikte bir cumhuriyeti paylaşmak zorunda kalmıştır ki nüfusun yüzde 80’i Kabardey’dir. Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’nde de nüfusun yüzde 60’ı Karaçaylardan oluşmaktadır. Balkarlar ve Karaçaylar ise Türki halklar olarak değerlendirilirler. Tarihi Çerkesya’nın bugün bölünmüş coğrafyasında yaklaşık 700 bin Çerkes yaşamakta olup, Diasporada yaşayan Çerkes nüfus ise 6-7 milyon olarak tahmin edilmektedir.
Bu 6-7 milyonun ne kadarı Türkiye’de?
Diasporadaki Çerkeslerin neredeyse yüzde 95’i Türkiye’de yaşıyor. Ayrıca resmi olmamakla birlikte yaklaşık 150 bin Suriye’de, 170 bin civarında Ürdün’de, 15 bin civarında İsrail’de ve yaklaşık 20 bin Çerkes de Irak’ta yaşamaktadır.
Çerkesler deyince daha çok 19. yüzyıl ve ‘1864’ konuşuluyor. Ancak Çerkeslerin çok daha köklü bir tarihi var. Bu tarihten söz eder misiniz?
Çerkesler kadim bir millet olmakla birlikte, komşu coğrafyalardaki gibi krallar ve hanedan sülaleleri ile yönetilmiş bir siyasi yapı içinde olmadılar. Çerkesler kabileler halinde yaşayan, kabileleri de kendi içlerindeki sülalelere göre köylere ayrılmış bir yapı içindeydiler. Köyler de bugünkü anlamda demokratik sayılabilecek, yaşlılar meclisinin gücü elinde tuttuğu bir iç hukuk sistemiyle yönetilmişti. Çerkesler, tarih boyunca da hiçbir yabancı gücü bir üst otorite olarak kabul etmemişti. Osmanlılardan önce de Roma ve Bizans imparatorlukları ile ilişkiler kurmuş, kimi yerde paralı askerler olarak görev yapmış ama o devletlerin boyunduruğu altına girmemişlerdi. Osmanlı, Kırım Hanlığı’nın 1774’te elinden çıkmasının ardından Çerkeslerle doğrudan ilişkiye geçmişti. Osmanlı-Çerkes ilişkileri, 19. yüzyılın başlarından itibaren artan bir ivme göstermiş, 1856 Kırım Harbi süresince en yoğun dönemlerini yaşamıştı. Özellikle harem ve saray üzerinden tesis edilen bu özel ilişkiler ağı, zamanla ‘saraydaki akrabalar’ üzerinden türetilen ve Çerkeslerin sarayı kendilerine yakın bir otorite olarak kabul etmelerini sağlayan bir işlevselliği de beraberinde getirmiştir. Çerkesler ‘1864 Sürgünü’ öncesi henüz Çerkesya’da iken sarayla akrabalık ilişkileri kurabilmiş, belki de bu sayede tebaası olmadıkları bir devletin ordu ve bürokrasisinde üst düzey görevler alabilmişlerdi.