Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra, yeni yıla tutuklu giren eşi Osman Kavala'ya Cumhuriyet Gazetesi aracılığıyla bir mektup gönderdi.
Yeni yıla tutuklu giren eşi Osman Kavala’ya mektup yazan Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayşe Buğra, 30 yıldır ilk defa yılbaşını ayrı geçirdiklerini söyledi.
Buğra, şunları kaleme aldı:
"30 yıldır ilk defa bir yılbaşı gecesini birlikte geçirmeyeceğiz galiba. Bugün 29 Aralık ve ben hala “galiba” diyorum çünkü çok tuhaf buluyorum bunu. Bugünlerde hayatımızdaki her şey çok tuhaf zaten. Sebebini hiç anlayamadığım bu tutukluluk durumunun anlayamadığım taraflarından biri de sana yazamamak oldu. Cam ardından telefonla konuşmayı bile mecburen kabullendim, mektup yazıp mektup alamamayı kabullenemedim. Onun için bu Cumhuriyet üzerinden yazmak fikri hoşuma gitti, gazeteye nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum.
Sen orada klasikleri yeniden okumaya başladın. Ama biliyor musun, son günlerde konuştuğum birkaç kişi bana aynı şeyi yaptıklarını söylediler. İçeride de dışarıda da insanlara klasikleri yeniden okuma isteği veren bir hava var anlaşılan. Ben zaten döner döner çocukluğumda okuyup da anlamamış olduğum şeyleri yeniden okurum, biliyorsun. Sonuncusu Ses Sese Karşı’ydı, umarım sen onu yeniden okumaya fırsat bulamadan kurtuluruz... Klasikler bir tarafa, ben son zamanlarda en çok geçen yaz okuduğum Barnes’ın 'Noise of Time’ını düşündüm. Çevrildi mi bilmiyorum, “Zamanın Uğultusu” diye çevirmek lazım herhalde. Zamanın uğultusu içinde, iyi yaptığını bildiği bir işi bildiği gibi yapmaya, yerini yurdunu terk etmeden bildiği gibi yaşamaya çalışan bir insanın hikayesi.
"Şimdi bunu yazarken aklıma o çok sevdiğim türkü de geliyor: Ormanların uğultusu başıma vurur / Nazlı yarin hayali karşımda durur. Barnes’ın romanına konu olan Shostakovich’in hayatı pek acıklı bir hayat. Ama bir bakıma senin orada Denemeler’ini okuduğun Montaigne’in hayatına benzer bir yanı var. Montaigne de çok zor zamanlarda yaşamış, protestanlarla katoliklerin birbirlerini öldürmelerini engellemek için uğraşmış ve başarılı olamamış. Sonuç olarak, ikisinin hayatı da aynı çabanın, kendisi olarak kalmak, kendisi olarak yaşamak çabasının hikayesi. Gene de Montaigne’in kulesine kapanıp yazdığı Denemeler, Zamanın Uğultusu gibi değil, gayet iç açıcı bir kitap; ben senin oralarda onu okumuş olmandan memnunum kendi hesabıma.
Zamanın uğultusu fena ama o uğultunun ortasında bir de akıllı, iyi, dürüst, cesur insan sesleri var. Ben başka her şeye kulağımı tıkayıp sadece onları duymaya çalışıyorum. “Hep aklımda, hep onu düşünüyorum, bir şey yapabilir miyim, bir şey ister misiniz, kitap göndersem olur mu, mektup yazsam alır mı” diyen sesler. Mektup yazmak isteyenler pek çok, “gönderemeyeceğimi bile bile yazdım” diyenler de var.
"Bazıları çekingen bir sesle “rahatsız ediyor muyum” diye başlıyor, bazıları ciddi bir sesle “yeni bir gelişme var mı” diye soruyor, bazıları “ne zaman çıkıyor” diye sabırsızlanıyor. Hele seni görmeye geldiğim Perşembe günleri, telefonum öğlen olmadan çalmaya başlayıp akşama kadar susmuyor.
“Osman Bey nasıl, Osman’ın sağlığı iyi mi, morali sağlam mı”... Bütün bu güzel sesleri, üzerinde melek resimleri olan bir müzik kutusunda saklayıp sen çıkınca dinletmek isterdim. Senin için yapılan websitesini de bu yüzden seviyorum. Çıkınca bakarsın, okurken benim duyduğum o sesleri duymuş gibi olursun diye düşünüyorum. Kötü olanı gören çok. Ben senin sayende çok iyilik, çok güzellik de gördüm. Bunun için ve her şey için teşekkürler. Şimdi sana “iyi seneler” dilemek de tuhaf. Ama kendimizle ilgili umutlarım var tabii; Türkiye için, dünya için umutlarımıza gelince, onlar hep aynı umutlar. Güzel haberler alalım bu yıl, gazetelerde korkunç haberler olmasın, insanlar bu kadar acı çekmesin, bu kadar üzülmesin, akıl, sağduyu, insanlık herkese ulaşsın... İşte böyle, başka ne denir?"