Amasya Gümüşhacıköy’de doğan Berç Sözüdoğru'yla, Bakıtköy'deki dükkanı 'Parev' ve memleketi Gümüşhacıköy üzerine bir söyleşi.
1956 yılında Amasya Gümüşhacıköy’de doğan Berç Sözüdoğru, beş yıl Tıbrevank Okulu’nda eğitim gördükten sonra, mezun olacağı yıl Gümüşhacıköy’e dönüp, liseyi memleketinde tamamlamış. Ardından, Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi’ni bitirmiş. Sosyal Bilimler, Tarih ve Coğrafya öğretmeni olan Sözüdoğru, kısa bir süre Adana’da öğretmenlik yaptıktan sonra İstanbul’a yerleşmiş. Dokuz yıl Tıbrevank’ta, 15 yıl da bir dericilik firmasında idareci olarak çalışmış. Halen ‘Parev’ adlı bir mağaza işletiyor.
“Parev” Berç Bey! İyi ki varsınız, iyi ki sizi tanıdım. Noel için girdiğim şirin dükkânınızın yanında, kalbinizdeki esenliği bana sunduğunuz için sonsuz teşekkürler. Bana geçmiş ve bugünden iki kapı açtınız. Biri her zaman önünden geçtiğim, sevimli mekânınız ‘Parev’in, diğeri ise muazzam bir tarih kokan, çocukluğunuzun geçtiği Gümüşhacıköy’ün kapısı.
Bakırköy Kartopu Sokak’ta bulunan eski mağazanın önünden, 2006 yılından beri defalarca geçtim. Vitrinine kâh Noel geldi, kâh Paskalya; hepsi sevinç yarattı bende ama bir türlü içeri girip bir “merhaba” diyememiştim. ‘Parev’, birkaç ay önce evimin yan sokağına taşındı. Bir gün, komşu edasıyla mağazanın kapısında gülümseyen Berç Bey’e “Parev” deyip dükkâna girdim. Minik dükkâna Noel gelmişti. Her yer kırmızı, beyaz ve yeşildi. Noel temalı bardaklar, tepsiler, yastıklar, envaiçeşit Noel Baba figürü, Noel çikolataları... İnsanda, dünyanın karmaşasından kurtulup orada kalma isteği yaratan bu şirin dükkânı size tanıtmaya karar verdim.
‘Parev’ ne zaman, nasıl kuruldu?
İstanbul’un birçok yerinde Hıristiyanlara hitap eden dükkânlar var ama Bakırköy’de yoktu. Rahmetli eşim Vilda’yla birlikte bu eksiği görüp, böyle bir yer açmaya karar verdik. Eşim Tahtakale’de, ev tekstiliyle ilgili bir firmada muhasebeci olarak çalışıyordu. O emekli olunca ben de emekli oldum ve 2006’da beraber ‘Parev’i açtık. Dükkânımıza telaffuzu, anlaşılması kolay olsun, akılda kalsın diye bu adı koyduk. Malum, ‘merhaba’ demek.
Ürünlerinizi nereden alıyorsunuz?
Dünyanın dört bir yanından gelen bibloları, porselen tabakları, Noel’e, Paskalya’ya uygun birçok çeşidi Tahtakale’den alıyorum. Havluların, bazı örtülerin üzerlerini özel olarak işletiyorum. Örneğin Noel öncesi, Ermenice harflerle ‘Şnorhavor Nor Dari’ (mutlu yıllar) yazılı havlular, yastıklar, örtüler yaptırıyorum. Paskalya’da, bu bayram için, Ermenice yazılı işler yaptırıyorum. Üstünde Ermenice ‘iman, ümit, sevgi’ yazan vaftiz havluları işletiyorum. Rumlar ve Süryaniler, haç ve meleklerle süslü vaftiz havlularını tercih ediyorlar.
Çeşitlerinizi her yıl artırıyor musunuz?
Elimden geldiğince artırıyorum ama farklı mal bulmakta sıkıntı çekiyorum. Çünkü ithalatçılar, talep ettiğimiz ürün miktarı çok sınırlı olduğundan, bu malları ayrıca getirmiyorlar. Ancak ana ürünlerini ithal ettiklerinde, bazen bizim taleplerimize uyan birkaç ürün çıkarsa, çeşitlerimiz artıyor.
Eğitimcilik ve şirket müdürlüğünden sonra, yepyeni bir alana girmek sizin için zor olmadı mı?
Benim idealim öğretmenlikti. Derneklerimizin bilgi yarışmalarına katıldım. Yeşilköy ve Bakırköy derneklerini birinciliğe taşıdım. Televizyonlarda birçok bilgi yarışmasına katıldım. Eğitimcilik, okumak, öğrenmek benim hayatım. Emeklilikte evde oturmak yerine eşimle çalışmayı seçtik. En önemlisi, Noel ve Paskalya dönemleri hariç, dükkânımda rahat rahat kitap okuyabiliyorum.
Berç Bey’in dilinden Gümüşhacıköy
‘Olağanüstü medeni’ bir ilçe
60’lı yılların sonlarında Amasya Gümüşhacıköy’de 70-80 hane Ermeni yaşardı. Hepimiz aynı yerde, Çay Mahallesi’nde (eski adıyla Kilise Mahallesi’nde) otururduk. Çoğumuz akrabaydık zaten. Gümüşhacıköy’de deniz, göl, nehir, maden, hiçbir şey yoktur ama olağanüstü medeni bir ilçedir. Herkes kendi Ermeni adını rahatça kullanabilmiştir. Bizde Artin-Ahmet’ler, Hagop-Hasan’lar hiç yoktu. Türk dostlarımız, büyüklerimize ‘ahpar’, ‘kuyrik’ diye hitap ederlerdi.
Gümüşhacıköy’ün Ermeni esnafı
70’li yılların başlarında mahallemizde herkesin sosyoekonomik durumu üç aşağı beş yukarı aynıydı. Ne işçi takımımız vardı, ne de patron takımımız. Ermenilerin çoğu esnaftı. Benim dedem Demirci Parunak’tı, Demirci Levon, Mıhitar, Agop ve Vahe ustalar da vardı. At arabacısı Hampartsum ve Harutyun kardeşler vardı.
Babam Terzi Agop, bu işi Hampar Özsolak Usta’dan öğrenmiş, sonra İstanbul’a gelmiş. İstiklal Caddesi’nde, meşhur terzi Merzifonlu Ohannes Kayacan’dan mesleğin inceliklerini öğrenip, 1958’de Gümüşhacıköy’e dönmüş, Ohannes Kazancı Usta’yla ortak olmuş. Bu ortaklık 1983’e kadar sürdü.
Hampar Usta, oğulları Mihran ve Ohannes’le çalışırken işlerini genişletmek amacıyla ilçemize ilk motorlu dikiş makinelerini getirmiş, konfeksiyona yönelerek seri üretim yapmaya başlamıştı.
Hampar Usta’nın yanında yetişen yeğeni Bedros Özteyin de Hacı Abdullah’ların hanının girişinde dükkân açmış, oğlu Garabet’i yetiştirmiş. Mesleği birlikte devam ettirip, daha sonra İstanbul’a taşındılar.
Bağcılık
Hemen hemen tüm Ermenilerin bağı vardı. Evlerden iki-üç kilometre ilerde üzüm bağları ve meyve bahçelerimiz, elma, armut, ayva, kiraz, vişne ağaçlarımız vardı. Bizim bağların olduğu yere ‘Turnalar Bağı’ denirdi. Serkis Özteyin adlı bir ağabeyimizin şarap imalathanesi vardı. Onu küçük bir fabrikaya dönüştürdü, şarabın adını ‘Turnalar’ koydu. Şişenin etiketinde kendi adı da vardı.
Sonbahar ve kış hazırlıkları
Bağlardaki ürünlerimiz herkesin kendine yetecek kadar olurdu. Çoğumuz ürünlerimizi satmazdık. Neredeyse bir metre yükseklikte elma, ayva, armudumuz olurdu. Bunları hiç satmaz, yaza kadar tüketirdik. Üzümün iyileri yılbaşına saklanırdı. ‘Köme’ denen cevizli sucuk ve pestil yapılırdı.
Hepimiz evlerimizde şarap yapardık. Bu iş için özel küplerimiz vardı. Meyve şaraba dönerken biraz asitlenir; hafif tatlı, hafif ekşi bir tadı olan bu içkiye ‘mırmırug’ derdik. Bizim oralarda kilere ‘mağaza’ denir. Şaraplarımız, turşularımız her evin kendi mağazasında dururdu.
Ekim ayının son haftası Ermeniler, durumuna göre manda, inek, koyuna alıp etlik keserdi. Ermeniler toplanır, bir hafta boyunca, pastırması, sucuğu, kavurması, dili, ayrı ayrı yapılırdı. Bu işlem ekimin son haftası yapılır, pastırmalar kasımın ilk yarısında yani ‘pastırma yazı’nda kurutulurdu.
Yılbaşı ve Dzınunt
Yılbaşı akşamları herkes akrabalarıyla bir masanın etrafında toplanırdı. Kadınlarımız dolma, pilav, tavuk, horoz, kaz veya hindi pişirirdi, beraber oturur yerdik. Yılbaşı masamızda kuruyemişlerimiz, kömemiz, pestilimiz, üvezimiz, meyvelerimiz, şarabımız eksik olmazdı.
Üvez, armuda benzer, küçük bir meyvedir. Sarı veya yeşilken toplanır, olduğu yerde üç ay çürür, tatlılaşır ve rengi kahverengine dönüşür. Yılbaşının spesiyalidir, her evde bulunmaz.
Yılbaşı masasında haşhaşlı, cevizli çörek, peksimet ve ‘gatnabur’ da (sütlaç) mutlaka olurdu. Zerdemiz biraz farklıydı; yöremizde safran bulunmadığından, gülsuyu, pirinç ve şekerle yapılır, beyaz olurdu.
Mamam bayramlarda ve yılbaşında iki tepsi baklava açardı. Birine kıvırcık baklava denirdi, diğeri cevizli baklavaydı.
Yılbaşı akşamı evinde enstrümanı olanlar çalarlardı. Bizim evde keman vardı, babam çalardı. Bazı evlerde cümbüş, kanun gibi aletler vardı. Yılbaşı masalarını bunlar şenlendirirdi.
Yemekten sonra çocuklar ellerine büyük birer elma alıp sıraya girerdi. Evin en yaşlısından başlayıp, büyüklerin ellerini öperlerdi. Onlar da elmalara dikey olarak demir para saplarlardı. Gecenin sonunda her çocuğun elindeki elmada bir sürü demir para olurdu.
Yılbaşı gecesinin sabahı keşkek veya paça yenirdi. Ekim ayında kestiğimiz ineklerin kurutulmuş bacakları, etiyle, yağıyla, zaten keşkek küpünün içinde olurdu; küp, yılbaşı günü, diğer malzemeler eklenip mahalle fırınına götürülürdü. O gece sabaha kadar pişen keşkekler veya paçalar yeni yılın ilk sabahında eve getirilip servis edilirdi.
60’lı-70’li yıllarda bölgemizde kilise yoktu. Yılda birkaç kez bir papaz gelir, nikâhları kıyar, vaftizlerimizi yapardı. Dzınunt’u evlerde toplanıp kutlar, mezarlıklarımızı ziyaret ederdik.
Dzınunt sabahı evimize gelenlere keşkek veya kelle-paça, haşhaşlı çörek ve un helvası ikram edilirdi. Un helvaları, masaya büyük tabaklarla, üzerine motifler yapılmış halde getirilirdi.
Bizim anuşaburumuz (aşure) farklıdır. Aşurelik buğday haşlanır, suyu süzülür, hadik olur; bir kaba konup üzerine şeker, kuru üzüm, fındık, incir eklenerek servis edilir.
Eski kiliseler ve Gâvur Hamamı
Daha eskilerde Surp Garabet ve Surp Hagop adında iki kilisemiz varmış. Surp Hagop Kilisesi’nin yerinde şimdi Işık İlkokulu bulunuyor. Kilisenin yanındaki Bartevyan Okulu ise bizim zamanımızda Mehmet Paşa Okulu’ydu. O kiliseyi yapı olarak görmedim ama taşlarının bir kısmı okulun bahçesindeydi. Eski kilisenin ve okulun yanından geçen yolun altında Ermenilerin hamamı vardı. Bu hamam halen ‘Gâvur Hamamı’ olarak anılır. Derler ki, Bartevyan Okulu’nun masraflarını karşılamak için bu hamam yapılmış. Gümüşhacıköy’ün kuzeyinde Tavşan Dağları vardır. Yayamım maması Satenik Yaya (‘Hacı Mama’), “Torbalar diktik, kumları torbalara koyduk, elden ele taşıyıp bu hamamı yaptık” derdi. Bu hamamı 1985 yılına kadar Ermeniler çalıştırdı. 80’lerin başında teyzemin ve eşi Mikayel çalıştırıyordu.