Boyacıköy Kilisesi'nde neşeli bir gün

Geçen hafta beni çok heyecanlandıran bir telefon aldım. Telefondaki kişi, “Hrant Dink Okulu’nun öğrencileri Boyacıköy Kilisesi’ne geliyor. Sen de gelmek ister misin?” diye sordu. Hiç düşünmeden hemen “evet” dedim. Evet çünkü o kilisenin uzun zamandır bu kadar çocuğu bir arada görmeye ihtiyacı var diye düşündüm.

Birkaç yıl evvel üzerimde çok derin etkiler bırakan idealist bir öğretmen, Eliz Goganyan ile tanıştım. Eliz Hanım’ın 1954-1955 Boyacıköy kampında öğretmenlik yapma hikâyesini 2015 yılında kendinden dinlemiş ve çok etkilenmiştim.Öğretmenlerimden biri  Eliz Hanım’a yazını öğretmen olarak Boyacıköy’de  geçirip geçiremeyeceğini sormuş. O da gönüllü olarak, hiçbir karşılık beklemeden Boyacıköy kampındaki çocukların başında öğretmen ve sorumlu kişi olarak göreve başlamış. 1954’te kamptaki çocuk sayısı 30 kişiymiş.  6-7 Eylül’de Kampa başladığının ikinci yılında öğrencilerin sayısı 60’a ulaşmış. 1955’in Eylül ayında çocuklarla kamp sonu müsameresine hazırlanırken ortalığın karışık olduğunu gören veliler gelip, “Müsamereyi görmesek de olur. Çocukları eve götürelim. Ortalık karışık, ne olup olmayacağı belli değil” deyip, çocuklarını teker teker eve götürmeye başlamışlar. Eylül’ün ikinci haftasında 15 çocuk kalmış. Bunların en ufakları Hagop  ve Apraham adında dört yaşlarındaki iki minik yavruymuş. Eliz Hanım çocukları yanına alıp odasında yatırmaya başlamış. Odada kendininkinden hariç iki yatak daha varmış. Cam kenarındaki yataklarda çocuklarla yatmış. Miniklere eğer bir şeyler olursa, hemen yatakların altına saklanmalarını ve battaniyelerle de üzerlerini örtmelerini tembihlemiş. 6 Eylül 1955 günü 15 çocukla kamptaymış. Uzaktan demir çubuklarla, sopalarla yaklaşan grubu görmüş. Kilisenin duvarından atlayıp, içeriyi yağmalamaya, talan etmeye başlamışlar. Her tarafı kırıp dökmüşler. Bahçede çadırdan bir bölüm varmış. Çocuklar çadırın yandığını söylemişler.  Dışarı baktığında çadır alevler içerisindeymiş. Aşçı, yardımcı, Eliz Hanım ve o 15 çocuk yanan çadırı elleriyle taşıdıkları kovalarla söndürüp buldukları ‘steyşın’ bir arabayla oradan uzaklaşmışlar...

Artık bu bahçede çocuk sesleri, kahkahalar, o piti pitiler yükselmiyor... Bir kilise aramaz mı çocuk seslerini? Bir bahçe çocuk seslerinden mahrumsa, kuşların cıvıltısıyla avunur mu? Gittiler, uzaklaştılar...

Birkaç senedir Boyacıköy kampı ve kilisesi için düşündüklerim bundan ibaretti. Şimdi aranızdan bazıları “Burada ayin yapılıyor. Din görevlimiz var. Ara sıra çocuklu aileler de geliyor” diyeceksiniz. Doğru. Birçok yerde yalnız din görevlileri ile ayin yapan kiliselerimiz de var. Hiç olmazsa bu kilisede Sayat Nova Korosu çınlıyor. Eğleniyor insanlar, bayramlarda masalar kuruluyor, şen kahkahalar duyuluyor bahçede. Çok şükür ama yine de içimde bir burukluk var...

Telefondaki ses

Geçen hafta beni çok heyecanlandıran bir telefon aldım. Telefondaki kişi, “Hrant Dink Okulu’nun öğrencileri Boyacıköy Kilisesi’ne geliyor. Sen de gelmek ister misin?” diye sordu. Hiç düşünmeden hemen “evet” dedim. Evet çünkü o kilisenin uzun zamandır bu kadar çocuğu bir arada görmeye ihtiyacı var diye düşündüm.

İncil’de Luka 18:16’da İsa çocukları yanına çağırarak, “Bırakın, çocuklar bana gelsin, onlara engel olmayın!” der. “Çünkü Tanrı’nın egemenliği böylelerinindir” diye devam eder. Ben Boyacıköy Surp Yerits Mangants Kilisesi’nin onları özlediğini hissediyordum. Bu buluşmayı kaçıramazdım. Aldım kızımı kilisenin yolunu tuttum...

Kilise’nin kapısına varmadan çocuk sesleri aldı götürdü beni. Bir çocuk gibi ellerimi birbirine vurarak, yanımdaki minik kızıma “İçerde çocuklar var” dedim. Kilisenin kapısını araladım. Gerçekten de oradaydılar. Bahçede oyunlar oynuyor, hoplayıp zıplıyorlardı. Bahardan kalma bir hava. Mangal kokuları, köfteler sucuklar pişiriliyor bir tarafta. Biz gelmeden sabah kahvaltılarını burada etmişler çocuklar. Kilisenin yönetim kurulu başkanı Nazaret Özsahakyan onlarlaymış.

Nihayet okul müdiresi Heriknaz Avakyan ve Peder Şirvan Murzyan çocukları salona davet ediyor. Yönetim kurulunun hazırladığı sucuklu ve köfteli ekmekler dağıtılıyor. Yemeklerini yemeden her bir sınıfın öğretmeni masadaki çocuklara şükran duası ettiriyor. Yaklaşık 80 çocuk biraz sonra kiliseye girip dua edecekler, heyecanlıyım. Masalardan kalkıp kiliseye yöneliyorlar. Hepsi Ermenice konuşuyor. Ne de olsa Ermenistanlı bu çocuklar. Ermenice düşünüp, Ermenice konuşup, Ermenice yazıyorlar. Yani benim kızım gibi “Mama biraz Türkçe konuş” demiyorlar.

Kilisedeler. Bütün sıraları çocuklar doldurmuş. Peder Şirvan Murzyan ‘Hayr Mer’ yani ‘Rabbin Duası’na başlıyor. Tüm çocuklar ve öğretmenler hep bir ağızdan, dua ediyor. Minik elleri göğe açıp dua edenler, sizin dualarınız duaların en güzeli, en safı, en temizi...

Amin. Sizin her birinizin ettiğiniz sevgisi bol dualara Amin. Sizler bu kiliseyi şenlendirdiniz. Rabbim de sizleri şenlendirsin.        



Yazar Hakkında