Ekim’den ve Sovyet deneyiminden çıkarılacak temel ders demokrasi olmadan gerçek bir sosyalizmin olamayacağı; Rusya ve ABD siyasetinden alınacak temel ders ise sosyalizm olmadan demokrasi olamayacağı.
Geçen sene Rusya, St. Petersburg bulunan Ekonomi Üniversitesi’nde ders verdim ve kendi ülkelerinin, yani aslında hiç deneyimlemedikleri bir ülkenin, Soyvetler Birliği’nin tarihini bir Amerikalı Ermeni’den öğrenmeye hevesli öğrencilerle güzel bir güz dönemi geçirdim. St. Petersburg’un merkezinde bulunan dairemin penceresinden görünen Emek Meydanı ve Nikolaevskiy Sarayı’yla (Emek Sarayı) 1917’de Rusya İmparatorluğu’nun başkentindeki tezatlardan etkilendim. İmparatorluk şehri nehrin bu tarafından kuruluydu. Neva Nehri boyunca işçiler semti, Vasilli Adası ve Vyborg tarafı vardı, ki bu sonuncu yer Bolşevik desteğinin kalesiydi. Finlandiya Körfezi’ndeki Kronstadt donanma kalesinde bulunan denizciler ve makineli tüfek nişancıları saray iktidarına yakın olan en radikal adamlardan oluşuyordu. Devrimci yılın Ekim ayında Bolşevikler tarafından devrilen liberal-muhafazakâr geçici hükümetin merkezleri olan Marinskii Sarayı’na ya da Kış Sarayı’na 10-15 dakikada yürüyebilirim. Yapılı çevre, tarihin ağırlığından etkilenmiş durumda. Ama yine de sokaklarda evden işe koşuşturan insanların hayatı, 100 sene önce yaşananlardan uzak görünüyor.
Post-Sovyet mekan
Burası post-Sovyet bir mekandı. Sosyalizmin herhangi bir formuna benzer herhangi bir şey yerinde neoliberal kapitalizm ve otoriter siyaset hüküm sürüyordu. Taksi şoförüyle ve üniversite profesörüyle, ev sahibinizle ve arkadaşıyla konuştuğunuzda insanların çoğunun ilericiden ziyade muhafazakâr zihin alışkanlıklarına sahip olduklarını fark edersiniz. Dünyanın geri kalanından görece izole edilmişlik ile Batı’nın materyal rahatlıkları ve zevklerine yönelik merakın bir karışımı. Sovyet döneminden kalmış duyarlılıklarıyla insanlar, hem geleceğe hem de yabancılarla yabancı güçler tarafından gelecek tehlikelere karşı belirgin bir endişe hissediyordu. Aynı zamanda Ruslar, hükümetin vatandaşlarını koruması ve desteklemesi gerektiği beklentisine sıkı sıkıya bağlıydı. Belli ki, Rusya'yı Sovyetler Birliği'nden alabilirsin, ancak Sovyetler Birliği'ni Rusya'dan alamazsın.
1917, yirminci yüzyılın ikinci büyük afetiydi. Birincisi, sağcı ya da solcu pek çok tarihçinin ‘uluslararası sivil savaş’ dediği Birinci Dünya Savaşı’ydı. Kulağa Almanca gelen her şeyden kurtulmak amacıyla ismi değiştirilerek Petrograd olan şehirdeki devrimciler açlıkla, soğukla, Çarist hükümetin vurdumduymazlık ve kabiliyetsizliğiyle motive oldular. Sokaklara ilk kadınlar çıktı; Jülyen Takvimi’ne göre 23 Şubat, Gregoyen Takvimi’ne göre 8 Mart’a denk gelen Uluslararası Kadınlar Günü’nde fabrikalarda çalışan erkekleri utandırarak sokağa çıkmaya çağırdılar. Aralarında imparatorluk muhafız alaylarının da bulunduğu askerlerin kalabalığa ateş etmeyi reddetmesiyle yeni başlayan isyan devrime dönüştü. Çar tahttan çekildi, Duma politikacıları Geçici Hükümet’i kurdu; işçiler ve askerlerse kendi Sovyet temsilcilerini seçtiler. Devrimin ilk dersi şuydu: en üstünkörü liderliğe sahip sıradan insanlar tarihi yazabilir, üç yüz yıllık bir hanedanlığı devirebilir ve tahmin edilemeyen sonuçlara gebe radikal bir toplumsal değişiklik başlatabilir.