Gagik Harutyunyan: Gölgelerin arasından parlayan ışık hüzmesi

Bu Sovyet dönemi Ermeni fotoğraf üstadıyla, Gagik Harutyunya'la kurallara uygun ve katı bir söyleşi yapmıyorum. Yaptığımız, Türkiye’de ‘sohbet’ dediğimiz şey. Bu gizemli, neredeyse sofu adamla ilgili merak ettiğim çok şey var. Bilgi arayışıyla bir hocanın önüne oturuyormuş gibi hissediyorum. Ve biliyorum ki onunla yapıp yapabileceğim ilk ve tek sohbet bu olacak.

Bazen, işleri beni öyle derinden etkileyen fotoğrafçılarla karşılaşıyorum ki kendimi küçük hissetmeye başlıyorum. Kötü anlamda değil ama bir şekilde, fotoğrafçılıkla geçirdiğim yıllarımda daha fazla odaklanmalı ve daha yaratıcı olmalıydım diye düşünüyorum. Bazen de fotoğraf makinemi çöp tenekesine atıp başka bir şey yapsam mı diye düşündüğüm oluyor. Kendime ‘Yeteri kadar iyi değilsin. Bir onların fotoğraflarına bak, bir de seninkilere’ diyorum. Ama yine de fotoğraf çekmeye devam ediyorum... Başta duyduğum o gıpta etme hissi, ilhama dönüyor ve bir ustanın büyük bir işi bana ilerlemek için yeni bir enerji veriyor. 

Karşımda işte böyle bir usta var. Gri saçları, kibar yüzü ve yumuşak ses tonuyla 70’lerindeki usta Gagik Harutyunyan, işleriyle ilgili sorduğum soruları sabırla dinliyor. Sanatçılar Sendikası Evi’nin büyük sergi salonunda oturuyoruz. Burası, ustanın fotoğrafı bırakma kararından 18 yıl sonra hazırlanan ‘Shadows Of Time’ (Zamanın Gölgeleri) isimli retrospektif sergisine ev sahipliği yapıyor. Zaman zaman Lusadaran (Ermeni Fotoğraf Vakfı) baş küratörü Vigen Galistyan yanımıza uğruyor. Vigen bu inanılmaz serginin küratörü. O, Lusadaran ve ‘Kulturdialog Armenien’ Vakfı’nın başkanı Sona Harutyunyan sayesinde bu sergi ve bir kitap doğdu. 

Bu Sovyet dönemi Ermeni fotoğraf üstadıyla kurallara uygun ve katı bir söyleşi yapmıyorum. Yaptığımız, Türkiye’de ‘sohbet’ dediğimiz şey. Bu gizemli, neredeyse sofu adamla ilgili merak ettiğim çok şey var. Bilgi arayışıyla bir hocanın önüne oturuyormuş gibi hissediyorum. Ve biliyorum ki onunla yapıp yapabileceğim ilk ve tek sohbet bu olacak.  

Siz Sovyetler Birliği dönemi sanatçısıydınız. Yani sanatçılardan Sovyet dünyasını ve onun kutsallarını anlatmalarının istendiği bir dönemin… Fotoğrafçılardan propaganda haberleri yapmaları istenirdi. Oysa sizin sanat anlayışınız bu tür beklentilere uygun değildi. O dönemde bunu nasıl başardınız?

Evet, bu şekilde çalışmanın mümkün olmadığını düşündüğüm bir dönem oldu. Belgesel fotoğrafçılığı sevmediğimi fark ettim. Aslında bir gazetede çalışıyordum ve gazetenin taleplerini yerine getirmek zorundaydım. Sovyetlere mi yakın yoksa kapitalizme mi sorusu beni ilgilendirmiyordu. Önemsediğim şey, kameramın ve diğer teknik donanımımın düzgün çalışmasıydı. Meselelere daha gerçekçi bakıyordum. Çözümü, önce benden beklenenleri çabucak aradan çıkarmak, kalan zamanımı da kendim için fotoğraf çekmekte buldum. Örneğin bir haber için Goris kasabasına gittiğimde önce benden istenen fotoğrafları çekiyor, ardından da dikkatimi çeken bir çiti fotoğraflıyordum. Çitin ucundaki sivri kayaydı dikkatimi çeken. O kayanın ruhunu yansıtmalıydım.  Altımda bir otomobil olmasının kolaylıklarından yararlandım. İstediğim yere gidebilir, istediğim yerde durabilirdim.  Ayrıca doğada yürümeyi, düşünmeyi ve bir şeyler görmeyi severim. Şu kar manzarasını alalım mesela, son derece abstrak  bir etki yarattı. Anımsıyorum, o gün çok üşümüştüm. Üşüdüğüm halde fotoğraf çekmeyi sürdürdüm. Bir yandan da bu esnada bitkilerin de üşüyebilme ihtimali geldi aklıma. Bu fikir sanki beni ısıttı, daha da ileri gitme arzusu uyandırdı içimde. Ancak bu gidişin bir de dönüşü olacağı düşüncesi ile daha ileri gitmeyi başka bir güne erteledim. Bunları anlatarak, o günlerde çalışmamın iki boyutta sürdüğünü anlatmak istiyorum. İlk boyutta komünist ideolojinin talep ettiği belgesel fotoğrafçılık, ikinici boyutta ise canımın istediği gibi, kâh bir yaprağı, kâh bir insanı fotoğraflama faaliyeti.

“Başka bir güne erteleme” meselesini sormak istiyorum. Fotoğrafçılıkta başka bir gün var mı, bir şeyi görüp de başka bir güne ertelemek mümkün mü?

Elbette mümkün. Şurada bir su bitkisi var. (sergideki fotoğraflardan birini gösteriyor) Onu fotoğraflamak için, uygun ışığı yakalamak için kaç oraya kaç kez gittiğimi biliyor musun? O yoldan sayısız kereler geçtim, zira yakındaki köyde tandırların fotoğrafını çekiyordum. Ama aslında o su bitkisi için gidiyordum. Bir şeyi elde etmek için çaba sarf etmelisin. Sonra şu tavuk üretme fabrikası, oraya da üç kez gittim. Sürecin sürekliliğini yansıtmaya çalışıyordum. Sonra fark ettim ki ilk izlenimlerimle çektiğim resimler en başarılı olanlardı. Zaten bir şeyi ne denli açıklamaya çalışırsan o kadar anlam kayması yaşanıyor.

SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 



Yazar Hakkında