Kültürel Mirası Koruma Derneği ve Paros dergisinin ortaklaşa hazırladığı '70TK - Tatavla'dan kurtuluş'a: Bir Semtin Dönüşümü' sergii 1 Ekim’e kadar açık olacak. Serginin küratörü Dr. Banu Pekol’la ‘TK 70’i konuştuk.
Kurtuluş Son Durak’ta yer alan, 2003 yılında öğrenci kalmaması nedeniyle kapanan Kurtuluş Rum İlkokulu, bugünlerde bir Tatavla sergisine ev sahipliği yapıyor. İsmini, Kurtuluş hattının meşhur otobüsünden alarak Tatavla’dan Kurtuluş’a dönüşümü bu hatta ekleyen ‘70 TK’ sergisi, hem bir semtin dramatik değişimin, hem de çoğu artık hafızalarda kalmış bir yaşamın izlerini barındırıyor. Sergi, 17. yüzyıldan beri meskûn mahal olan Tatavla’nın özellikle son 100 senesine, haritalar, arşiv taramaları ve sözlü tarih çalışmalarıyla ışık tutuyor.
Bu sergiyi hayata geçiren Kültürel Mirası Koruma Derneği’nden bahseder misiniz?
Dernek, 2014 yılında kültürel miras konusunda duyarlı kişiler ve kuruluşlar tarafından kuruldu. Temel misyonu bu coğrafyada yaşamış toplulukların yaratmış oldukları mimari ve somut olmayan kültürel mirasın korunmasına, geleceğe taşınmasına yardımcı olmak. Bunun yanı sıra, kimliksizleştirilen çok kültürlü mekânların/yerleşimlerin hafızasını ortaya koymaya yönelik projeler yürütüyoruz. Mimari ve kültürel hafızayı ayrılmaz bir bütün olarak görüyoruz.
‘70TK’ sergi fikri nasıl ortaya çıktı?
‘Actors of Urban Change’ (Kentsel Dönüşümün Aktörleri) isimli bir ekip, bu alandaki projelere destek olacağına dair bir duyuru yaptı. Kurtuluş’ta yaşayan bir arkadaşımla birlikte mahallenin hafızası üzerine bir proje tasarladık. 18 aylık bir süreçte ortaya çıktı sergi.
Tatavla’yı seçmenizin nedeni neydi?
O kadar çok kişi ve olayın kesiştiği bir yer ki Tatavla, bu açıdan İstanbul’un minik bir versiyonu gibi. Sabuncakis ilk çiçek bahçelerini burada kurmuş, Vakko ilk dükkânı burada açmış, Türkiye’nin ilk cambazhanesini kuran Rıfat Telgezer’in cambazhanesi buradaymış; şimdi ‘Columbia Records’ olan Orpheon plak imalathanesi de buradaymış, adına roman yazılmış, tiyatro oyunu yapılmış seri katil Hrisantos buradan geçmiş. O kadar çok şey yaşanmış ki burada... Fakat hiçbirine dair bir tane bile iz yok. Gündelik hayatta bir yere aşinaysan orayı bildiğini sanırsın ya, aslında aşinalık gerçekliğe eşit değil. İnsanlar gelip çok şaşırıyorlar, “40 yıldır yaşadığım sokak bu muymuş” diye...
Rum İlkokulu’nun farklı odalarına dağılmış sözlü tarih anekdotlarından da bahseder misiniz? Kimlerle konuştunuz?
Konuşacağımız kişileri Kültürel Mirası Koruma Derneği ve sergiyi beraber hazırladığımız Paros’un çervesinden bulduk. Tatavla’yı, komşuluk ilişkilerini ve gelenekleri yaşamış, 60 yaş ve üstü kişilerle konuşmaya özen gösterdik. Fakat sergiye gelenlerden, çok daha fazla kişiyle konuşmamız gerektiğini görüyoruz. Fon aldığımız kurum “Projenizi bir adım daha öteye götürebilirsiniz” diye çağrı yaptı. Amacımız bu sergiyi Atina’ya götürmek ve orada yaşayan Tatavlalılarla bir seri sözlü tarih çalışması yapmak. Öte yandan, örneğin Suadiye’ye taşınmış Kurtuluşlular da var, onlara da bu sergiyle ulaşmayı umuyoruz.
Eski kuşaktan ziyaretçiler nasıl ayrılıyor sergi alanından?
Bu açıdan sanırım biraz travmatik bir sergi oldu, niyetimiz bu olmamasına rağmen insanlar gözleri dolu çıkıyor. Özellikle okulda okuyan eski mezunlar için başka anlamları da var.
Sergi alanının ilk katında bir odayı kaplayan ‘bellek haritası’, izleyicinin Tatavla’ya kuşbakışı bakmasını sağlarken, bir yandan da mikro ölçekte yaşananları belgeliyor...
Bellek haritasına sadece yerleri değil, o yerlerle ilgili sözlü tarih çalışmalarından ortaya çıkan anekdotları da koyduk. Tan Sineması’yla ilgili verilen bilgilerden o zamanın sinema pratiğine ilişkin bilgimiz oluyor örneğin – tek bilet parası verip, filmin başını beklemeden, istediğin zaman giriyor, istediğin zaman çıkıyorsun. Sinemanın önünde de çizgi roman değiş tokuşu yapıyor çocuklar. Mekânların hepsi birer hikâye anlatıyor. Özellikle eski Tatavlalıların bellek haritasını gezişini izlemek eğlenceliydi. “Aaa, hatırlıyor musun, okul çıkışı şuraya giderdik, burada profiterol yerdik” diye diye gezdiler.
Sergiyi Kurtuluş Rum İlkokulu’nda yapmak nasıl aklınıza geldi?
Kilise vakfından rica ettik, kısa bir süreliğine serginin kurulmasını kabul ettiler. Mimari açıdan çok iyi inşa edilmiş bir bina; öyle bir atmosferi var ki, burada ne yapılsa iyi olur.
Sergide, Kurtuluş’un tarihini çok bilmeyenleri şaşırtabilecek başka bir bilgi de, Savaş Sokak’ın ötesine yayılan bostanlar. Sergide yer verdiğiniz, mahallenin yıllara göre kuşbakışı haritalarında da, o devasa yeşil alanın nasıl adım adım binalar tarafından yutulduğu görülüyor.
Bazı konuşmacılarımız o bostanları “Okuldan çıkıp lahanalara gidiyorduk” diye anlatıyor. Her şeyin aynı gideceğini sanırken, çok sert kırılmalarla bitmiş o hayat. Ve çok yakın bir zamanda... Annem yaşındaki insanlar buranın bostanlarını, Baklahorani karnavalını, paskalyasını biliyor mesela. Bir kent için çok kısa bir zamandan, 50 yıllık bir zaman diliminden bahsediyoruz. Burada hem insanlar gitmiş, hem de binalar...
Sergide, binalardaki yıllar içinde yaşanan dramatik değişimi gösteren bir oda var. O odanın hikâyesinden bahseder misiniz?
Timur Kaprol diye bir hoca, 90’larda doktora tezini yazarken, çok sayıda binanın fotoğraflarını çekmiş. Ben de hepsinin yerini bulup, aynı açıdan tekrar çektim. Fotoğrafları yan yana koyunca korkunç şeyler çıktı. Ya bina yok olmuş, ya hormonlaşmış yani iki katlıyken beş katlı olmuş... Bunlar sözde tescilli eser. Türkiye’de bu binaları mal sahiplerinin tescil ettirmesi gerekiyor. Tescil ettirmezsen, belediye gelene kadar istediğini yapabiliyorsun.
Bir de, bahsettiğimiz odada apartman isimleri kolajı var. Önceleri ‘Ararat’, ‘Hayk’ gibi apartman isimlerini çekiyordum; sonra hepsini çekmeye başladım. 300’e yakın fotoğraf oldu. ‘Dülger’ gibi meslek isimleri de var, ‘İstanbul’, ‘Erciyes’ ve ‘Nevada’ da. ‘Mısır’ ve ‘Nil’ isimli çok apartman gördüm. Eski apartmanlardaysa çok egzantrik isimler var: ‘Panoroma’, ’Bohem’, ‘Atom’, ‘NATO’, Bambi’ gibi...
Bu çalışma için nasıl bir arşiv taraması yaptınız?
Gazete arşivlerini ve Başbakanlık arşivlerini taradık. Gazetelerden çok ilginç hikâyeler, haberler, ilanlar çıktı. ‘Abdülcanbaz’ serisinde Tatavla’da bahsediliyor mesela. Tatavla bir yandan da çok gırgır bir yermiş. Mezecileriyle meşhur; 1800’lü yıllarda alkolizm üzerine konferans veriliyor mesela, onun duyurusunu bulduk arşivlerde. Bunları okuduktan sonra sokağa çıkıyorsun, dışarısı bambaşka bir tezat.
“Karnaval anılarımızda kaldı”
Kurtuluş Rum İlkokulu’nun bir odası da Apokries, namıdiğer Baklahorani karnavalına ayrılmış. Büyük Perhiz öncesi son eğlence fırsatı olan Baklahorani, sadece Rumların değil, tüm Tatavlalıların bir araya geldiği, binlerce kişinin katıldığı, yılın büyük olayıymış. 1941’de ‘güvenlik’ gerekçesiyle resmen yasaklanan Apokries, mahalleden bazılarının aktarımına göre 1955’ kadar, eski ihtişamıyla olmasa da, yapılmış, sonrasında ise tarihe karışmış. Ta ki 2009’a kadar. 2009’da tekrar kutlanmaya başladan Baklahorani, son iki sene sönükleşmiş olsa da, yolculuğuna devam ediyor.
Sergide yer alan iki gazete haberi, toplumsal olaylar ekseninde Baklahorani’nin yıllar içinde nasıl değiştiğini anlamak açısından önemli:
“Karşılamanın başrolde olduğu danslar, zurnacı Kör Haciki, davulcu Edirnekapılı Yovanaki eşliğinde koğuşta başladı. Şampanya yerine bolca gazoz ve limonata mevcuttu. Her semtten maskaralar değişik bir mizansen uydurarak insanları güldürmeye çalışıyorlar. Tabuta konan ve ölü taklidi yapan bir karnavalcı aniden tabuttan fırlıyor.” (Proodos gazetesi, İstanbul, 1918)
“Bu sene karnaval eğlenceleri hüzünlü bir hava içinde sona erdi. Dün akşamüstü Ayios Dimitrios Kilisesi’nin sağındaki geniş meydan hemen hemen boştu. Tramvaylar da çok az yolcu ile Kurtuluş Meydanı’na geliyorlardı. Ararat Gazinosu’nda ise karnaval eğlencelerinin 45 yıllık müşterisi Peralı öğretmen bol pudralı Eleniça bu yıl yoktular. (...) Kısacası dün karnaval yoktu. Karnaval artık anılarımızda kaldı.” (Apoyevmatini gazetesi, İstanbul, 1942)