Her yıl 29 Haziran’da kutlanan St. Pierre Aziz Petrus ve Pavlus Bayramı vesilesiyle Batıayaz’daki Ermeni Kilisesi'nde barış ritüeli düzenlendi.
Beyt İlyas, Bityas ve Teknepınar… İsimler değişse de, coğrafya da hikayeleri de değişmiyor. Burası, Batıayaz. Hatay’ın düne ekli kadim geçmişinin damla damla biriktiği ender yerlerden biri.
St. Pierre Aziz Petrus ve Pavlus Bayramı vesilesiyle Batıayaz’daki eski bir Ermeni Kilisesi'ndeyiz. "Barış Ritüeli" için. Her dinden ve her dilden ‘biz’ için. Ama en çok da ‘kardeşliğimiz’ için. Bu toprakların iç içe geçmiş hikayeleri için.
Buraya gelenlerin, o hikayeler adına ifade ettiği bir şey var aslında. Her sene, o ‘kardeşliği’ ısrarla omuzlayanların ve omuzlamak için de buraya gelenlerden söylediği bir şey…
1930’lardan kalan, aslında yarım kalan, bitmemiş, bitirilememiş kilisenin olduğu tepeye uzanan onlarca taş merdiveni tek tek adımlarken aklıma gelen çok bir şey var. Ayakta kalması bile bir mucize aslında. Hele ki bunca terk edilmişliğin orta yerinde dururken… Düşünsenize, şartlar içinde dua edilmesine bile olanak tanımamış. Dua edeceklere sahip çıkamamış. Cemaati gitmiş, geride ise o cemaatten tek bir aile kalmış. Onlar ısrarla burada. Aslında, bizlerin buraya her sene gelip de notalara döktüğü o kardeşlik adına burada. En çok da kaybetmek istemediklerimiz adına… O yüzden ne mi isterdik? Restorasyondan geçirmişiz geçirmesine de! Ardından başka bir şey yapmamışız. Kilise’nin içine girince, bakımsızlığı ortada. Zemini, taşlı tarla gibi. Yıllardır da bu halde. Aslında dünkü kötü haline nazaran, buna da şükür! Oysa ki burası, inanç turizminin ‘resmi’ rotalarından biri olmaya aday. Bunu neden değerlendirmiyoruz ki?
Saint Pierre’in ardından Batıayaz’daki eski bir Ermeni Kilisesi’ne taşınan konser etkinliğine dair konuşurken, Mustafa Kemal Üniversitesi Eğitim Fakültesi Öğretim Görevlisi, aynı zamanda Antakya Polifonik Korolar Derneği Başkanı da olan Sezgin Suna, “Barış, her zaman yanı başımızda olsun. Barışsız bir dünya olmasın diyoruz. Çocuklarımız için, yaşanılası ve savaşsız bir dünya istiyoruz” dedi.
Barbara Kallasch’ın mirası
Antakya'daki Katolik Kilisesi’ne 1976'da rahibe olarak atanan Barbara Kallasch'ın 1986'dan itibaren bu etkinliği düzenlediğini anlatan Sezgin Suna, şöyle konuştu:
“Alman Rahibe Barbara Kallasch’ın, 1975 senesinde Kudüs’e giderken yolu Antakya’dan geçiyor ve Hz. İbrahim’in kafasında hayal ettiği sevgi üçgeninin (Kilise, Cami ve Havra’nın) Antakya’da olduğunu düşünerek bundan sonra yaşamak istediği yer olarak bu kenti seçiyor. 1976 senesinden sonra da, Antakya Katolik Kilisesi’nde ‘rahibe’ olarak göreve başlıyor. Göreve başlamasından sonraki süreçte, Rahibe Barbara, kafasında belirlediği müzik ritüelini Kilise’de hayata geçiriyor. Önce haftada iki olarak başlıyor ve sonra bu ritüeli üçe çıkıyor. Ancak zaman içinde, bu müzik ritüelini kilisenin dışına çıkartıyor, ki bugün ‘Barış Evi’ olarak adlandırılan evine (eski bir Antakya evi) 1986 senesinde taşınarak bu ritüeli orada devam ettiriyor. Kendisiyle 1993 senesinde tanıştığımda ve bu ritüele katılımcı anlamında ortak olduğumda, bu çalışmanın ‘çok sesli’ bir boyutta yapılabileceğini düşündük ve ritüeli bir koro ve orkestra haline taşıdık. Tabi buradaki temel hedefimiz, Antakya’da yaşayan dinlerin ezgilerini ve barış temalı şarkılarını söylemek oldu. Yaptığımız şeyin ne kadar önemli olduğunu, yanı başımızda sürüp giden savaşı izlerken daha iyi anlıyoruz. Çünkü bugün, barışa her zamankinden daha fazla ihtiyacımız var. Buna dair mesajı da, buradan, Batıayaz’daki Ermeni Kilisesi’nden paylaştığımız notalarla veriyoruz.”
Saint Pierre’den Batıayaz’a
Uzun yıllar Saint Pierre Kilisesi içinde yer alan etkinliğin, tarihi kilisedeki restorasyon süreci nedeniyle Batıayaz’a taşındığını ifade eden Sezgin Suna, “Ancak burayı gördükten sonra buradan vazgeçmemiz mümkün olmadı. Çünkü akustik özelliği yanı sıra, bu coğrafyanın kendi içinde biriktirdiği hikayesi anlamında, vermek istediğimiz o ‘barış’ mesajları için buranın çok doğru bir mekan olduğunu düşündük, ki bu yıl bu konser ritüelinin beşincisini yapıyoruz. Bundan sonraki yıllarda da burada devam etmeyi düşünüyoruz” dedi.
Kadim toprakların coğrafyası, çok fazla hikaye anlatmasının yanı sıra, çok fazla hüzün de anlatır. Buna dair konuşan ve konser mekanını bu anlamda değerlendiren Suna, şöyle konuştu:
“Bu Kilise’nin 1930 yıllardan kaldığını okumuştum, ki burada yaşayan Ermeniler bu toprakları büyük hüzünlerle terk etmek durumunda kalmışlar. Bizler de bu üzüntüleri bildiğimiz için, bu dokuya da uygun olarak, her sene Hayr Mer (Göklerdeki Babamız) duasını da okuyoruz. Aslında bu ilahiyi, bu topraklardan göç eden, etmek durumunda kalan Ermenilere ithaf ediyoruz.”
Son Ermeni aile
Konseri izleyen kalabalık içinde yer alan bir çift, aslında o ‘göç’ hikayesinin de bugünü… Onlar, asıl adı Beyt İlyas olan Batıayaz’ın geride kalan son Ermeni Ailesi.
Hikayesi de kendisi de yarım kalmış bir kilisenin gökyüzüne açık kubbesinin altında gerçekleşen böylesi bir konser etkinliğinde olmaktan dolayı mutlu ve keyifli olduklarını ifade eden Agop Çapar, şunları söyledi:
“Duygularımı nasıl ifade edeceğimi bilmiyorum. Şu an o kadar duyguluyum ki… Kaç senedir burada yaşıyorum? 60 yaşındayım. Babam da buradaydı, dedem de. Şu an ben de, çocuklarım da. Tabi buradaki insanların bir kısmı göç etti. Ama biz burada kalmayı tercih ettik. Gitmedik.”
St. Pierre Aziz Petrus ve Pavlus Bayramı etkinlikleri kapsamında gerçekleşen ritüeli her sene yakından takip ettiklerini de söyleyen Çapar, “Farklı dinlerden insanların buraya gelişi de, böylesi aydın bir etkinliğin burada gerçekleşiyor olması da güzel. Aslına bakarsanız, bu topraklarında buna ihtiyacı var. O yüzden, keşke senede bir kere değil de, ayda bir kere olsa” diye konuştu.
Kilisenin geleceği için ne yapılabilir sorusuna cevap veren Çapar, “Önce halkı aydınlatmak gerek, ne olduğunu anlatmak gerek” diyen Çapar, “Bunları yapmak gerek. Var olan hikayenin iyi anlatılabilmesi gerek. Ama biliniyor mu diye sorarsanız eğer… Hayır, bilinmiyor. Ne yazık ki o hikayeler gömülü olduğu yerde kalıyor” dedi.