Erdoğan'ın Washington ziyaretinden iki gün önce ABD PYD'de Suriye'deki Kürt birimlerine güdümle tanksavar füzeleri de dahil ağır silahlar vereceğini açıkladı. Erdoğan-Trump görüşmesinin çeviriyle geçen vakit de dahil 22 dakika sürdüğü gerçeği iki lider arasında anlamlı bir tartışma olmadığını gösteriyor.
20. yüzyılın ikinci yarısında Ortadoğu'daki çatışmalar Filistin sorunu temelinde yaşanırken, 21. yüzyılda daha büyük bir çatışma görüleceğini ve bu çatışmanın da Kürt sorunu temelinde yaşanacağını söyleyen birkaç analist olmuştu. Kürtlerin devletleri olmayan, yabancı işgali altında yaşayan ve bu yüzden de ulusal bağımsızlık mücadelesi veren Filistinliler'le aynı sorundan mustarip olduğunu, fakat onların durumun dört kat daha karmaşık olduğunu söylüyorlardı. Kürt halkı Türkiye, İran, Irak ve Suriye olmak üzere dört devletin yönetimi altında yaşadılar; tüm bu devletler merkezileşme sürecinden geçiyor, bu nedenle de Kürtlerin geleneksel özerkliğine ve toplumsal dokusuna büyük baskılar uyguluyorlardı. Bu devletler çoğu zaman Kürt halkının varlığını bile kabul etmedi; Türkiye ve Suriye'deki durum buydu. Milliyetçilik çağında hem devletler hem de muhalefet partileri Kürt sorununu görmezden geldi. Kürtler en büyük devletsiz halk olduğunu ve anomalinin böyle sürüp gidemeyeceğini öne sürüyorlardı.
Gelgelelim, tarihin işleri yürütmek için kendine has yöntemleri vardır ve Kürt sorunu da kimsenin beklemediği kadar erken patlak verdi. İki gelişme, Kürt sorununu Ortadoğu haritasına yerleştirdi. Birincisi 1980'de Türkiye'de yaşanan askeri darbeydi; bu darbe Türkiye'deki güçlü sol hareketleri neredeyse tamamen yok etti ve geriye yeni bir gücün doldurması gereken bir boşluk bıraktı. Bunun sonucuda Kürdistan İşçi Partisi veya PKK adıyla geç gelen bir Kürt hareketi ortaya çıktı ve önemli oyunculardan biri haline geldi. Partinin 1978'de kurulduğu ve silahlı seferberliği 1984'de başlattığı düşünülürse, Stalinist-milliyetçi bir ideolojiyle silahlı mücadeleye girişi biraz gecikmeli oldu. Böylece PKK, silahlı mücadele için milliyetçi-Marxist bir ideolojiye başvuran son gerilla hareketlerinden biri oldu. Bundan on yıl sonra böyle bir rolü ancak İslamcı gruplar üstlenebilecekti. PKK Şam'daki Baas rejimiyle işbirliği içindeydi; Suriye'de üsleri, Lübnan'daki Bekaa vadisinde eğitim kampları vardı. Ne var ki PKK'nin kurtuluşu, üslerin ve ağlarını genişletmesiyle yaşanacaktı; Avrupa'daki Kürtlerle ilişki kurulması ve Irak-Türkiye sınırındaki Kandil dağında üs kurarak Suriye'nin kontrolünde çıkılması bunu sağlayacaktı. PKK 1999'da Suriye'den çıkarıldığında, bu iki üs PKK'nin ayakta kalmasını, yeniden örgütlenmesini ve 2004'te yeniden silahlı mücadele başlatmasını sağladı.
Diğer önemli gelişme de Irak'ın 1990'da Kuveyt'i işgal etmesiydi. Bu olay Ortadoğu'nun jeopolitikasını altüst etti ve hâlâ da bunun artçı şoklarını yaşıyoruz. Saddam Hüseyin'in felaketi, İran'a karşı yürüttüğü ve neticede Körfez ve Amerikan müttefiklerini karşısına almasına yol açan felaket boyutundaki savaşın bitmesinden iki sene sonra, Irak devletinin sonraki on yıl içinde çökmesine yol açtı. Ayrıca böylece Kuzey Irak'ta, daha sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi'ne (KBY) dönüşen yeni bir devletin doğmasına da sebep oldu. Bunlar olurken bir yandan Soğuk Savaş bitiyor, yeni jeopolitik harita çiziliyordu. İster süper güç ister de yerel milis kuvveti olsun, her bir oyuncunun kendine yeni bir rol aradığı bir zamandı bu. Şimdi açıkça görülüyor ki, ABD'nin Soğuk Savaşı Ortadoğu için kurduğu stratejiye göre hem Irak hem de diğer yerlerdeki Kürtlerin oynayacak rolleri var.
Birçokları, özellikle de Türkiye, yükselen Kürt unsurunu hafife aldı. Yükselmekte olan yeni bir güçlü bir gerçekliği anlayıp ona uyum sağlamak yerine Türkiye'nin siyasi stratejileri umutsuzca bu güce karşı savaştı. Türkiye KBY'nin doğuşuna karşı çıksa da daha sonra Erbil'le ticari ilişkiler kurdu. Türkiye, Kemalistler iktidarı Erdoğan'a kaptırdıktan sonra bile kendi Kürtlerine karşı savaşmaya devam etti. Kürtlerle bu çatışma Ankara'yı sadece Ortadoğu'daki tarihle ilişkiyle çelişkiye düşürmekle kalmadı, aynı zamanda kendi NATO müttefikleriyle de karşı karşıya geldi. Ankara 2003'te ABD'nin Irak işgaline karşı çıkarak İncirlik üssünü ABD harekatlarına kapadı. 2012'de Ankara, güney sınırlarından yeni bir defacto Kürt devleti kurulacağı korkusuyla Kürtlerin Suriye'deki rolüne karşı çıktı. Karşılık olarak radikal İslamcı militanların yanında yer aldı. Her iki girişimin de başarısız olduğu gayet açık.
Türkiye cumhurbaşkanının Mayıs ayındaki Washington ziyareti Kürtlerin rolünü açıkça ortaya çıkardı. Erdoğan Trump'ın Obama yönetiminin “hatalarını” düzelteceğini, yani Suriye'de PKK-PYD ile yapılan işbirliğinden uzaklaşacağını umuyordu. Erdoğan'ın Washington ziyaretinden iki gün önce ABD PYD'de Suriye'deki Kürt birimlerine güdümle tanksavar füzeleri de dahil ağır silahlar vereceğini açıkladı. Erdoğan-Trump görüşmesinin çeviriyle geçen vakit de dahil 22 dakika sürdüğü gerçeği iki lider arasında anlamlı bir tartışma olmadığını gösteriyor. Trump, Obama gibi, PYD'yi Suriye'deki en önemli müttefik olarak görmeye devam edecekti. Başka bir deyişle, PYD'nin Suriye'deki rolü ABD yönetimi ve politikalarına dair bir mesele değil, strtejik bir seçimdi, zira ABD'nin askeri planlamacıları IŞİD'e karşı savaşa Peşmerge'yi de dahil etmekle kalmıyor, ayrıca PKK-PYD'nin IŞİD'in “başkenti” Rakka'ya yapılacak operasyonu da yönetmesini istiyor. Washington, Paris veya Berlin için Kürtlerin rolü belli ki İncirlik hava üssünden ve Türkiye'nin Ortadoğu'da Batılı ortak olarak rolünden daha önemli.
Kürt unsurunun yükselişinin bazı sorunları var. Birincisi, derin tarihsel, toplumsal ve coğrafi gerçekleri yansıtan Kürtler arasındaki bölünmeler. Irak'ta Barzani ve Talabani liderlikleri daha derin bölünmeler, coğrafi kimlikler ve aşiret bağlılıkları içeriyor; bunlar 1994-97 Kürtler arası savaşlarda da görüldüğü gibi kimi zaman şiddetli çatışmalara yol açabiliyor. Türkiye'deki bölünmeler de bir o kadar önemli. Birincisi, “korucular” yani PKK'ye karşı savaşmaları için Türk ordusu tarafından silahlandırılmuş Kürt milisler var. Bu korucular aşiret reislerine, ağalara aitler ve bu ağaların soyu da 19. yüzyılda orduya yardımcı olmak için silahlandırılan Hamidiye Alayları'na dayanıyor. Daha da önemlisi, bugün İstanbul, Ankara ve Adana gibi büyük şehirlerde önemli bir Kürt orta sınıf var ve bu insanlar bağımsız bir Kürt devletindense, hukukun üstünlüğüne ve insan haklarına saygı gösteren demokratik bir Türkiye'de yaşamayı tercih ediyorlar. Bu grubun gerillaların davasına katılmasını Kürtlerin milliyetçi çekimi değil, Türklerin yabancı düşmanı itişi sağlayabilir.
İkincisi, Kürt siyasi gruplar çelişkilerle dolu ittifaklar kurdular. 80'li ve 90'lı yıllarda PKK Türk ordusuna karşı savaşmak için Suriyeli yöneticilerden destek alırken, Suriyeli Kürtlerin ne vatandaşlığı ne de temel kültürel hakları vardı. Şam'da güçlendirilmiş bir rejim, Rojava'da Kürt özerkliğine karşı nasıl bir tavır alacak? Benzer şekilde, KDP Ankara ile ittifak halindeyken, Kürdistan Yurtseverler Birliği (KYB) ise Bağdat-Tahran'a yakın. Kürt milliyetçiliği, Arap milliyetçiliğine benzer şekilde, doğası gereği çoğulcudur ve bunu reddetmek gerçeği görmezden gelmekten farksızdır.
Sonuncusu, Kürt milliyetçiliği, mezhepçi kimliklerin bölge siyasetinde daha önemli olmaya başladığı milliyetçilik sonrası bir dönemde, geriden gelmiş oldu. Kürtler çoğunlukla Sünni'dir ama Alevi, Şii veya diğer inanç gruplarından Kürtler de vardır. Kürtler ayrıca radikal İslamcılık ve mezhepçilikten de darbe aldı; mesela Ebu Musab ez-Zerkavi'yi 2003'te Irak'a tanıtan, Kürt molla Krekar'dı. Ayrıca IŞİD üyelerinin çoğu Irak, Türkiye ve Suriye'den gelen Kürtler. Dini farklılıklar ayrıca Şengalli Ezidilerin durumunda da görülebilir. IŞİD Ağustos 2014'te Ezidilere saldırdığında, bölgeleri Peşmerge güçlerinin koruması altındaydı. Fakat Peşmerge savaşmadı, birliklerini oradan çekerek Ezidi sivilleri cihatçıların eline bıraktı. Belli ki Kürt liderler de Ezidileri “kendi gruplarının” parçası olarak görmedi ve onları koruma gereği duymadı. Bu da Şengalli Ezidi nüfusuyla KBY yöneticileri arasında derin ayrılık yarattı. Daha genel olarak, kızışan Sünni-Şii kutuplaşmasının yükselmekte olan fakat kırılgan Kürt kimliğini ve kitlesel bilincini nasıl etkileyeceğini göreceğiz.