İlla ki dikkatinizi çekmiştir karlı küreler. Kimisi belli şehirlerin simgesel yerlerini içerir, kimisi birbirine el veren çocukları ya da uçuşan melekleri. Şöyle bir ters çevirirsiniz cam küreyi ve işte kar yağışı başlar.
Çocukluğa dair bir şeyler vardır bu karlı kürelerde. Onlarla büyümüş olsak da olmasak da. Belki de mucizeleri şurada; bir görüntüyü hapsederler içlerinde. Elinizde tutuverirsiniz güzelliği.
Hangimiz “Keşke hiç bitmese” dediğimiz anlar yaşamadık ki… Aksi gibi nasıl da uçtu gitti o zamanlar.
Mesafenin ve kaybetmenin hüznüyle kıymetlenen bir avuç anı. Ömür dediğin boşa geçen yıllar düştükten sonra elinde kalan karlı küreler toplamı.
Ülke tarihi içinde mutluluk ve onur anları yakalamak belki de en zor olanıydı. Her kuşak kendi bedelini ödedi, ödüyor bu uğurda. İyi ve doğru olarak bildiklerinin ya enayilik ya ölümcül hata olarak kodlandığını öğrenmekten ibaretti. Sonrası hep bir akışın tersi ısrarı.
O ısrar zorlu çaba, o ısrar çabalı hayat. Dışı seni içi beni yakar bir varoluş, yok oluş hali. Sana seni unutturan, başaramamış hissettiren bir düzende karlı küreler gökyüzünde parıldayan yıldızların sanki ya da havai fişek niyetine patlayıp esası hatırlatan işaret fişekleri.
Elde kalan bir yazmak edimi. Kaydetmek, hayal etmek, eylemek. Birilerine, bir şeylere teyellenmek seni parçalayanlara inat. En zoru hep o parçaları toplamak, kendini bütünlemek azaldığın, eksiltildiğin yerlerden.
Baskı rejimlerinde zulüm sadece büyük politikaya has değildir. Küçük hayatlarımızın sıradan insan ilişkileri, kendimizle olan bağımız bile hoyratlıklardan nasibini alır. O yüzden günlük hayatın bir sağ kalma, aklını, kalbini, ruhunu koruma mücadelesidir. Bazen başarırsın bazen çuvallarsın.
Kalıplara sığmadığında, kendini pazarlamadığında hep dışarlıklı kalacaksın. Kaldırım kenarına oturmuş bulacaksın kendini. Yanındakiler sen yokmuşçasına yürümeye devam edecek.
Emeğin yetmeyecek bazen. Vasatlıklar ve hadsizlikler ortasında taşla patlatılması gereken ayna gibi kalacaksın. Hem de sırı dökülmüş ayna. Fazla eskisin çünkü. Başka zamanları hatırlatacaksın.
Ermeni halkının yok edilişini, yaşadığı topraklardan kazınışını anlatamayanlar 24 Nisan’da bir başka debelenir. Devletin resmi ağzıdır bu, kılıçlı köşeli. Trump soykırım demedi ama yetmez. Sanki bir insanlık suçundan değil münazara konusundan bahsediliyormuşçasına "ABD Başkanı Trump'ın ‘1915 Olayları’ hakkında 24 Nisan 2017 günü yaptığı yazılı açıklamadaki yanlış bilgi ve tanımlamaların, bazı radikal Ermeni çevrelerin yıllar içinde bu ülkede propaganda metotlarıyla oluşturdukları bilgi kirliliğinden kaynaklandığı düşünülmektedir" der Türkiye Dışişleri Bakanlığı açıklaması. Sanki vatandaşı olduğu devletin sistematik emri ve uygulamasıyla değil de savaş kurbanı olarak ölmüş gibi “Birinci Dünya Savaşı’nın zor şartlarında hayatını kaybeden Osmanlı Ermenilerini bu yıl da saygıyla anıyor, torunlarına taziyelerimi sunuyorum” der Cumhurbaşkanı. Sanki tamamı din adamlarından oluşan Türkiye Ermenileri Patrikliği Ruhaniler Kurulu’nun oy çokluğuyla yaptığı Patrik kaymakamı, Değabah seçimi bir vali yardımcısının yazısıyla hukuksuz ve hükümsüz ilan edilmemişçesine “Türkiye Ermenileri Patriği seçiminin kısa zamanda neticelenmesini temenni ediyor, çalışmalarınızda sizlere muvaffakiyetler diliyorum” der aynı mesaj.
Bakakalırsın iç denizler, göller gibi durgunluğunda kirlenen sulara. İşbirlikçiler her zaman olmuştur. İhbarcılar da. Alkışlarla devletin dediklerini tasdikler, işaret edilenleri de ele verirler. Böyle işler işte bu düzen.
Ve sen kendi doğru bildiğinle baş başa kalırsın. Gecenin ortasında, hayatın ortasında, rüyanın ortasında. İlgisiz bir ezgi, bir deyiş gelir takılır diline. Kendi kendine zikre durursun yalnızlığında.
Kalender Ağlar Yerinir,
Aşk Hayaliyle Sürünür,
Cenneti Rıdvan Görünür,
Şol Güzelin Kadri Bana.
Pirlere Niyaz Ederiz,
Yalan Dünya Nideriz,
Ölürüz Hasret Gideriz,
Göster Şol Didarı Bana.
Güzellerin ve pirlerin karlı kürelerin içindedir. Kalbine bastırırsın şükranla.