Öyle bir tek referandumla ilgili değil, alayına koca bir hayır var içimde. Hayır, içte duracak bir sözcük de değil. Hecelerini en keskin uçurumların en derin vadilerinde sonsuzluğa yankılanarak uzatırcasına haykırasım var. Öyledir, hayır haykırılır.
Aklımıza, bedenimize, ruhumuza, kalbimize kastedenlere, kurdukları ölümcül oyunlara hepimizi figüran kılmak isteyenleredir o hayır. İnsan, onuruyla oynatmaz. Elinde kalan tek şeydir bu. Bunu anlamak kaç ölüm sürecek diyedir o hayır. Diyarbakır’da Newroz kutlamasında polis kontrol noktasında üstü çıplak koşarken, hepimizle dalga geçercesine “canlı bomba olma ihtimali değerlendirilerek müdahale edilen”, yani göz göre göre katledilen gencecik Kemal Kurkut’un şahsında tanık olmak zorunda bırakıldığımız katliamlara koca bir hayır. Cenazeyi mezarlığa götürmek için cenaze aracı vermeyen, cenazenin yıkanması esnasında da suları kesen belediyeye hayır. “Böyle sonuçlanmasını istemezdik. Üzücü bir olay, konu her boyutuyla soruşturuluyor” diyebilen valiliğe hayır.
Hepsi bu kadar. Üç cümlenin üçü de o oyun hissini pekiştiriyor. Birinciliği “istemezdik”, “üzücü” ve “soruşturuluyor”a veriyorum. Sekiz kare fotoğrafa gizlenmek, çarpıtılmak istenen tekmil gerçeği an be an sığdıran Dihaber’in editörü Abdurrahman Gök’ün sözleri kulağımda: “Çocuk sanki bana baktı... Refleksle ona doğru koşmuştum. Sanki fotoğraf çektiğimi fark etti. Bir an bana baktı. Sabaha kadar çocuğun o bakışını düşündüm, suratındaki o ifadeyi. Yavaş yavaş renginin solup yere düştüğünü... ‘Fotoğrafları yayınlama, başına iş alırsın’ dediler. Yakınlarım ‘İsminle yayınlama’ dediler ama orada benim dışımda fotoğraf çeken yoktu. Yayınlanınca benim çektiğim anlaşılacaktı. Her gün evleri basılan, gözaltına alınan, tutuklanan meslektaşlarımı görüyorum. Bunlar benim de başıma gelebilir. Aklıma hepsi geldi ama bu fotoğrafları yayınlamak, hakikate karşı bir borçtur. Ya yapmayacağız bu mesleği ya da gerçek neyse onu yazacağız. Eğer bu mesleği seçmişsek, gerçekleri anlatmaksa derdimiz, vicdanen o çocuğun gözlerini, bağırışını unutamam ben.” Bunları, bunları, bunları, tekrar, tekrar, tekrar yaşamaya koca bir hayır.
Seçtiğim, sevdiğim insanların ve canlarımın ev baskınına, gözaltısına, rehin tutuluşuna, cinayetine, sürgününe hayır. Üzüntüden, endişeden, korkudan, öfkeden, isyandan ibaret olmaya hayır. Direnişi buradan değil bir gülüşten kurmaktır hakkımız. Bunu çok görenlere, bütün bu kahrı bize reva görenlere hayır.
İradeni doğal bir hak olarak değil bir mücadele alanı olarak yaşamaya hayır. Türkiye’nin genelinde, OHAL altında, bin bir baskı ve hukuksuzluğun ortasında referanduma giderken, misal, Türkiye Ermenileri olarak dokuz yıldır patrik seçememeye de hayır. Devlet müdahaleleri, arzulanan işbirlikleri zaten hep bir muhatap bulur kendine. Ermeni kiliseler hiyerarşisinde otosefal, özerk olan Türkiye Ermeni Patrikhanesi’nin içerisinde tamamı rütbeli din adamlarından oluşan seçim sürecini ve o süre boyunca Patrikhane’yi yönetecek olan değabahı (patrik kaykamamı) seçmişken, seçim sürecini yine kilise içinde yeri olmayan Bakanlar Kurulu tasdikli bir patrik vekilliği sıfatıyla tıkayan Aram Ateşyan’ın elinde taze taze fakslanmış o valilik yazısına hayır. Hani şu “Patrik seçimiyle ilgili esas, usul ve teamüllerin cemaatinizce yakinen bilindiği, bu kapsamda seçim sürecinin başlatılmasının hukuken mümkün olmadığı değerlendirilmektedir” denilene. Had bildirene.
Sonrasında durumdan vazife çıkaran Ateşyan’ın “Genel vekil olarak, 2010 yılında şekillenmiş olan hassas dengeler temelinde görev yaptım. Bu çok boyutlu bir dengedir. Geçiş döneminde şekillenen bu dengeler yeniden aynı asgari koşullarda oluşuncaya dek, şimdiki durumun değişmesi fiilen mümkün gözükmemektedir… Patrikhanemiz Türkiye'nin bir kurumudur ve devletimizin güvenine mazhardır” ya da “Patrikhane’nin gelenekleri ve öncelikleri, Ermeni Apostolik Kilisesi’nin kuralları ve aynı zamanda devletimizin beklentileri arasında çelişkiler oluşmamasına özen göstermeliyiz” şeklindeki açıklamalarının gösterdiği o bildik anlayışa da defalarca hayır. Zira ortada bir çelişki yok. İşbirliği ve aymazlıkla sebebiyet verilmiş bir müdahale ve irade gaspı var.
Tam da bu sebeple 85. Patrik Seçimi Değabahı Karekin Bekçiyan’ın sorularını hatırlamak ve yinelemek elzemdir: “Arkepiskopos biraderim Aram Ateşyan, talihsiz ‘açıklama’sında defalarca bir ‘denge’den söz etmektedir. Bu denge nedir? Kimler arasındadır? Ne için ve ne amaçla kurulmuştur? Nasıl yürümektedir? Bu dengeyi hayati kılan nedir? Bu denge ve onun korunması cemaatimiz için niçin bu ölçüde önemlidir ki, bunca talebe, usule, kilise ahlakına ve dinî geleneklere rağmen kendisi ısrarla işgal ettiği makamı muhafaza arzusundadır?”
İnsan önce kendi içinde vicdanının kefelerini, aklıyla kalbini dengeleyecek. “Benim dengemi bozmayınız” diyebilecek. Aynı durum kadim ve özerk kurumlar için biricik varoluş sebebidir. İradedir. İradesiz hayata ise topyekûn hayır.