‘Başkasının yasını tuttuğumuz noktada ‘biz’ başlar’

Dans sanatçısı ve koreograf Bedirhan Dehmen ‘Biz’ gösterisini, 2 Mart’ta Moda Sahnesi’nde, ekip arkadaşları Canberk Yıldız, Cem Yıldız, Ejder Keskin ve Alper Marangoz’la birlikte Ali İsmail Korkmaz Vakfı yararına sahneledi. Konsept ve koreografisine imza attığı ‘Mecnun ve Leyla’ adlı dans gösterisi, 21 Mart’ta Moda Sahnesi’nde sahnelenecek olan Dehmen, son dönem çalışmalarını anlattı.

Özde insan olmaya çalışan insanlar yürekte iyi, canları doğru, tanınası, güzel insanlardır. Onların işleri gündüz gökte güneş, gece karanlıkta ay misali parlar. “Gel” der sana, “Gel de bul.” Öyle güzel parlarlar ki evrenin tınısında, sen özüne dönmek, kendini bulmak için ona yönelirsin. “Ayinesi iştir kişinin, lafa bakılmaz” sözü işte tam bu ‘biz’ ve ‘ben’ için söylenmiş. İnternette, tesadüfen, ‘Biz’den ufacık bir kesit düştü önüme. Düştüğü anda da yüreğime, ağıdıma ses oldu, his oldu, can oldu. Ben ‘Biz’le bütünleştim, ‘Biz’ ben oldu. İnsan âşık olduğu suyun kaynağını arar; ben de oradaki üç yürekli insandan Bedirhan Dehmen’e ulaştım. Sözü ona bırakıyorum. 

‘Güneşli Pazartesi’

“1978, İstanbul doğumluyum. Annem ve babam Elazığlı, dolayısıyla ben de Elazığlıyım. Keban’a bağlı Nimri köyündeniz. Dedem İsmail Dehmen ozandır, Nimri Dede ismiyle anılır. Arif Sağ’ın ‘İnsan Olmaya Geldim’inin sözlerini dedem yazmış. Ben küçükken evimizin misafiri çok, sazı sözü boldu. Bağlamaya, deyişlere, türkülere hep bir kulak aşinalığım oldu.

Lisans ve yüksek lisansımı Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde tamamladım. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü’nde doktora yaptım. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü Çağdaş Dans Anasanat Dalı’nda yardımcı doçentim, ayrıca Koç Üniversitesi’nde ders veriyorum.

Sosyal bilimler altyapısından geldim ben, dans okumadım. Dans, hayatımın ‘ders dışı’ bölümünde vardı. 1995-2000 arası Boğaziçi Üniversitesi Foklor Kulübü’nde (BÜFK) dans ettim. Ardından 2000-2006 arası Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu (BGST) bünyesinde üretilen projelerde yer aldım. 2007-2014 yılları arasında İstanbul’da çağdaş sahne sanatları alanından sanatçılarla ve misafir koreograflarla birlikte bağımsız projelerde koreograf ve dansçı olarak çalıştım, daha sonra kendi eserlerimi yaratmaya başladım. Veli Şafak Uysal’la birlikte koreografisini yaptığımız ve icra ettiğimiz ‘Güneşli Pazartesi’ adlı fiziksel tiyatro eseri, Boğaz’ın bir yakasından diğer yakasına geçen iki erkek arasında geçen bir vapur hikâyesiydi. 2007-2010 yılları arasında 50’ye yakın temsil yaptık, yurtdışında da 15 civarı şehir dolaştık.

‘İnsan Yazıyor’, ‘Mehmet Barış’ı Seviyor’, ‘Tevhid/Birlik/Oneness’, ‘Yoldan Çıkış’, ‘Ezel Bahar’ ve ‘Bedr: Dolunay’ gibi projelerde koreograf ve dansçı olarak yer aldım. Son eserim ‘Mecnun ve Leyla’nın prömiyeri 21 Mart’ta Moda Sahnesi’nde yapılacak.” 

Hep erkek hikâyeleri anlattım

“Hep erkek hikâyeleri anlattım. Derdim hep kendi erkekliğimi, ardından toplumsal bir mesele olarak erkekliği anlamak oldu. ‘Ben’ denen kişiye biraz şüpheyle yaklaşmak gerektiğini düşünüyorum. Belli kimlikler taşıyoruz. Bunlar kazandığımız kimlikler; kuşaklardan ve kendi atalarımızdan aldığımız özellikler bize bir şekilde sirayet ediyor. Erkek doğmuyoruz aslında, erkek oluyoruz, kadın doğmayıp kadın olduğumuz gibi. Erkek olma, erkekleşme sürecinin kendisi bence biraz vahşi bir süreç. Sonuçları itibariyle insanlığa da pek hayrı dokunan bir süreç değil. Erkeğin kendisi için de o kadar hayırlı değil bu erkeklik kılıfı. Omuzlara ağır gelir, yük yaratır. Sosyolojik olarak ifade edecek olursam, erkek egemen sistemin talep ettiği ve beklediği bir erkek kimliğini icra etmeye dönük içselleştirilmiş baskı, kadınlar, çocuklar, hayvanlar, LGBT’ler vs. hepsinin üzerinde çok ciddi bir baskı unsuru. Ama aslında bence erkeğin görmediği bir şey daha var; bu kimliğe girme yönündeki içselleştirilmiş baskı aslında en çok erkeğin kendisini yıpratıyor. Güç gösterisinin kendisiyle, insanın özgürleşme yolunda herhangi bir adım atabileceğini düşünmüyorum. Kişi ancak kendi kırılganlığı, kendi zaafı, kendi zayıflığıyla yüzleşebildiği zaman bir dönüşüm başlayabiliyor. Ve güçlenme de bunun sonunda, biraz daha köklenmiş olarak geri dönüyor; olaylara, olgulara yaklaşımda mesafe olarak, bakışta bir derinleşme olarak geri geliyor.

Ben izleyiciye konuşan eserlerden çok, izleyiciyi konuşturan eserleri seviyorum. Yaratıcının niyetine, eserin hikâyesine bağlı unsurlar var tabii ama son tahlilde, yorumlamada izleyicinin özel, dokunulmaz bir alanı var. Kişinin, kendi fikirlerini, düşüncelerini, duygularını aralamadığı sürece eserle etkileşime girmesi mümkün değil. Dolayısıyla, ‘Bu eser bana ne yaşatıyor, bedenime ne yapıyor, ben ne hissediyorum’ gibi sorular sorduran eserler üretmeyi seviyorum.”

İçimizde gizlenen yası tutulası şeyler

“Gezi’den sonra bir şeyler çok ciddi bir şekilde tetiklenmeye başladı bende. Ali İsmail ismi benim için bir sembol oldu. Erken yaşta kaybedilen çocuğun hikâyesi içimi çok kıyıyor, canımı yakıyor. Benim oğlumun adı da Ali, Ali Mithat. İkisi birbirini çağırdı, birbiriyle titreşti hemen. Sonra, 24 yıldır haber alamadığımız bir siyasi kayıp vakası olan abim, Serhan Dehmen ve onun kaybının sebep olduğu hala çözülmemiş travma, o acı Ali İsmail’e eklendi. Son olarak da, kendi öz-kayıplarımı gözden geçirdim, yazıya döktüm: ‘Bedirhan denen çocuğun büyüme sürecindeki yası tutulası şeyler neler? Hayal kırıklıklarım, kaybettiklerim?’ diye düşünerek kendime dönmeye başladım. Çünkü acıyı gönderebilmek için o yasları tutmak lazım.

Koreografilerime yoğunlaştığım son yıllarda, otobiyografik öğeler de barındıran ‘Biz’in son temsilini Ali İsmail Korkmaz Vakfı yararına yaptık. Başkasının yasını tuttuğumuz noktada ‘Biz’in başladığını düşünüyorum. ‘Biz’de dans eden, onun yaratımında ve icrasında sorumluluk alan insanların da bir yas tutma ihtiyacı var. Canberk Yıldız, Ejder Keskin ve müzisyen Cem Yıldız’la beraber, provalar boyunca yası, öfkeyi ve umudu yaşadık, paylaştık. Sonradan Alper Marangoz, Ejder’in yerine geldi.

Kayıp, eksik, üstü tozlu, puslu parçalarımı belirginleştirmeye ve birleştirmeye çalışıyorum. Sanatla ilişki kurduğum yer de burası. Yaptığım işlerden ‘Biz’ dahil herhangi birinin, bir siyasi projenin veya angajmanın parçası olarak konumlanmasını da istemiyorum. Sanat-siyaset ilişkisi itibariyle bunu yanlış buluyorum. Sanatın kişinin kendi hakikatiyle, hakikat parçalarıyla temas edebildiği yerden başlaması gerektiğini düşünüyorum.

Kategoriler

Kültür Sanat Dans

Etiketler

Bedirhan Dehmen


Yazar Hakkında