Enstrüman yapımcılığı, günümüzde popüler bir meslek olmasa da, işin meraklılarının sayısı git gide artıyor. İki hafta önceki sayımızda, değeri milyon dolarlarla ölçülen keman markası Stradivarius’un Türkiye’deki ender tamircilerinden, İstanbul doğumlu Vahakn Nigogosian’ın hikâyesine yer vermiştik. Bu hafta da, yedi yıldır İstanbul’da yaşayan İranlı santur ustası Amir Homayunfard’ı sayfalarımızda konuk ediyoruz.
İran’ın Şahrud şehrinde doğup Tahran’da büyüyen, 1974 doğumlu santur ustası Amir Homayunfard, yaklaşık yedi yıldır Türkiye’de yaşıyor, Şişhane’deki atölyesinde santur üretip satıyor, tamirat yapıyor ve kökenleri 2500 yıl öncesine dayanan bu müzik aletinin Türkiye’de ve dünyada tanınması için uğraşıyor. İran’dayken santur dışında müzik aletleri de yapan Homayunfard, İstanbul’a geldiğinde birkaç arkadaşıyla ortak bir atölye kurmuş ama bir süre sonra onlardan ayrılıp, Şişhane’de kendine küçük bir yeri açmış. “Atölyemde santur yapmaya başlamıştım ama Türkiye’de kimse santurun ne olduğunu bilmiyordu. Çoğunlukla kanuna benzetiyorlardı, çok azı santur diye bir enstrümanın varlığından haberdardı. O yüzden Türkiye’ye ilk geldiğim yıllarda yaptığım santurları hep çok ucuz fiyatlara sattım. Sonra enstrüman yavaş yavaş duyulmaya başladı. TRT dahil birçok kanal için konuk sanatçı olarak televizyona çıkıp santur çaldım. Yaptığım santurların hem televizyonlarda hem de sokaklarda çalınmasıyla, yavaş yavaş bilinen bir enstrüman haline geldi.”
“Sokaktaki insanlar santuru yanlış çalıyorlar ama olsun” diyor Homayunfard. Sokak müzisyenlerinin yöntemini neden yanlış bulduğunu şöyle açıklıyor: “Türkiye’de insanlar santuru kanun ya da saz gibi çalıyor. Oysa santurun belli bir metodu vardır, ona sadık kalınması gerekir. Aksi takdirde enstrüman hem güzel ses vermez, hem de gerçek hissini yansıtmaz. Sokaktakiler santuru genellikle ritmik çalıyorlar, halbuki santur ritim değil melodi enstrümanıdır. Tabii, yanlış da olsa, sokakta çalınması iyi, çünkü birçok turist çalan kişinin yanına gidip enstrüman hakkında bilgi ediniyor. Böylece santurun varlığının farkına varıyor insanlar.
‘Her ustanın kendi formülü vardır’
Santur hangi coğrafyada doğdu? Homayunfard, bizim için enstrümanın tarihçesini özetliyor: “2500 yıl önce İran’da icat edilmiş, çok eski bir enstrüman. Eskiden tel yoktu tabii, onun yerine hayvan bağırsağı kullanılıyordu. MÖ 5. yüzyılda İran’da icat edildikten sonra yavaş yavaş Türkiye’ye, Irak’a ve Afganistan’a doğru yayılmış, şimdi İtalya, Yunanistan, Almanya gibi Batı ülkelerinde dahi çalınıyor. Tabii, Batı’daki santurlarla İran’dakiler arasında farklılıklar var.”
Santurun kalitesi, şüphesiz, yapımında kullanılan ağaca bağlı. Bunun dışında nelere dikkat edilmesi gerektiğini, bir santurun iyi olup olmadığını nasıl anlayabileceğimizi şöyle anlatıyor Homayunfard: “Eskiden ustalar, bu konuda yüzdeler üzerinden bir değerlendirme yaparlarmış. Çıkardığı sesin güzelliğinde, santurun içindeki köprülerin yüzde 70’lik bir öneme sahip olduğu söylenir. Siz o köprüleri görmezsiniz, o bir formüldür ve her ustanın, kimseyle paylaşmadığı, kendi formülü vardır. Kalan yüzde 30’luk bölüm, büyük ölçüde ağacın kalitesine dayanır. Kullanılan telinse pek bir önemi olduğunu söylenemez.”
Düğünde başlayan bir aşk hikâyesi
“Beş-altı yaşlarımdayken bir düğüne gitmiştik, düğünde çalan bir müzik grubundan birinin santur çaldığını gördüm. O an santura kilitlendim, yanına gitmek istiyordum ama çocuk olduğum için izin vermiyorlardı. Sonra bir fırsatını bulup kaçtım, santur çalan adamın yanına gittim, gözümü kırpmadan onu izledim” cümleleriyle anlatıyor müzisyen, santurla tanışma öyküsünü. İlk enstrüman yapma denemesini ise o günden birkaç sene sonra, bir resim tahtası üzerine teller dizerek yapmış. Akort nedir bilmediğinden, bu ilkel aletten pek bir ses çıkaramamış ama yine de her gün onu çalmayı denemiş. Hatta ara sıra, sokakta oyun arkadaşlarına konser verirmiş. Bu derme çatma alete çok şey borçlu olduğunu söylüyor Homayunfard: “Resim hocası olan bir akrabamız, yaptığım o müzik aletini gördü ve beni bir doktor arkadaşının yanına götürdü. Doktor aynı zamanda çok iyi santur çalıyordu; benim aleti aldı, akortları üzerinde biraz oynayarak çalmaya başladı. İçimden, ‘Ben bu aletten ses çıkaramazken, nasıl oluyor da o böyle çalabiliyor?’ diye geçirdiğimi hatırlıyorum. Biraz sonra gidip içeriden kendi santurunu getirdi; tabii, o çok daha büyük ve güzeldi. Çalmaya başlayınca birden gözlerim doldu, henüz çok küçüktüm ama duygulandım.” Enstrümana duyduğu tutkuyu gören doktor, onu kendi santurunu yapması için yüreklendirmiş. İlk santurunun hikâyesini şöyle anlatıyor: “Her santurun üzerinde, simetrik olarak dizilmiş 75 tane delik vardır. Ben o delikleri yapmakta bir hayli zorlanmıştım, ilk başta yaptıklarımın hiçbiri simetrik olmuyordu, sonra yapa yapa alışmaya başladım. 14 yaşındayken ilk santurumu yapıp sattım, o parayla gidip kendime bir motosiklet aldım. O günden bugüne hayatım santurla iç içe geçiyor.”
Enstrümanın İran’dan Türkiye’ye yolculuğu
Son dönemde İstanbul’a İran’dan ucuz ve kalitesiz santurlar geldiğini, kendisinin özel siparişler dışında santur yapmadığını söyleyen Amir Usta, kendi üretimi olanlara 10 yıl garanti veriyor, “Kolay kolay sorun yaşanmaz o santurlarda” diyor. Özel siparişlerin yanı sıra santur tamiri de yapıyor. İran ve Türkiye arasındaki iklim ve nem oranı farklılığından dolayı, İran’dan getirilen bazı santurları Türkiye’de kullanmanın zor olduğunu belirtiyor: “İran’ın havası kuru, İstanbul rutubetli. Orada çok kaliteli bir ağaçtan yapılmış olan santur, buraya geldikten çok değil iki sene sonra zarar görmeye, çürümeye başlıyor.”
Türkiye’de yaşadığı süre içerisinde ise kendine özgü bir santur icat etmiş ve patentini almış Homayunfard. “Santurda, bir makam için yaptığınız akortla sadece o makamı çalabilirsiniz, çünkü santurun gitar veya saz gibi perdeleri yoktur. Ben kendi yaptığım santura mandallar koydum. Bu perdeler, başka makamlara geçebilmenizi sağlıyor. Bu enstrümanı alıp İtalya’ya, Almanya’ya götürenler oldu. Patent yasaları orada pek işlemediğinden fikrimin kolayca çalınabileceğini düşündüğüm için o santuru İran’a götürmedim.”