Fethiye Çetin: 'Neden' sorusu neden önemli?

FETHİYE ÇETİN 

Bugün zıt kutuplarda yer alanlar, daha düne kadar aynı düzlemin parçalarıydılar.

Daha doğrusu, bugün zıt kutuplarda göründüklerine bakmayın onların, yıllardır birlikte ‘iş’ tutuyorlar, birlikte yok ediyorlar, türlü çeşitli suç işliyorlar, sonra hep birlikte üstünü örtüyorlar.

Demem o ki, onlar hep aynı düzlemin parçalarıdır. Korkular üreterek, yalanlar söyleyerek ayakta kalmaya çalışıyorlar. Kolay harcanacak hayatlar yaratıyorlar.

Çünkü kâbusları aynı korkudan kaynaklanıyor: Gerçek!

Gerçeklerden ölümüne korkarlar. Gerçeğin üstünü örtmek, ilk savunma hattıdır onların.

Birbirleriyle kavgaya tutuşurlar ama kavgaları, devletin kurumlarını ele geçirme ve ele geçirilen mevzilerin tahkimiyle sınırlıdır. Demokrasi, barış, adalet gibi bir dertleri yoktur.

Aralarından ‘ETÖ’ler, ‘FETÖ’ler çıkarır; ‘FETÖ’lerle saf tutup ‘ETÖ’leri, sonra ‘ETÖ’lerle birlik olup ‘FETÖ’leri harcarlar.

Ama şu son kavgalarının, Dink cinayetini ‘FETÖ’ye yıkmak amacıyla başlatılsa da görece iyi bir tarafı oldu. Yıllardır dosyalardan haykıran deliller, ele alınmaya, araştırılmaya başladı. Dönemin ‘anlı şanlı’ polisleri, sanık sandalyesinde, tetikçilerle birlikte yargılanıyorlar. Jandarma soruşturması ise devam ediyor.

Ortalığa saçılan rezaletler kimseyi şaşırtmıyor. Zira hepsi biliniyordu ama artık inkâr edilemeyecek ölçüde belgelendi. Yargılamalara bakın, her bir sanık kendini aklamak için diğerini suçluyor. Hangisi masum, hangisi kusursuz?

Bu sorunun tek ve net cevabı var: Hiçbiri!

Bu sanıklardan en az biri görevini yapmış olsaydı, Hrant Dink şu anda aramızda olurdu.

Üstelik sorumlular bunlarla da sınırlı değil.

Jandarma soruşturması, şayet etkili bir soruşturma yürütülürse, cinayete karar veren ve planlayanları ortaya çıkarabilir, bu bakımdan hayati önemde.

Ama iddianamelerin, etkili soruşturma beklentisi açısından önemli bir açmazı var. Mevcut haliyle, soruşturmalar, gerçeğin tamamına değil bir bölümüne odaklı.

Etkili soruşturma, bir ya da birkaç faili sanık sandalyesine oturtmak değil, yaşam hakkını ihlaline yol açan koşulları tespit ile ‘neden’ sorusuna cevap bulmaktır.

Hazırlanan iddianamelerin hiçbirinde etkili soruşturmanın olmazsa olmazları tam olarak karşılanmış değil.

Yaşam hakkı ihlaline yol açan koşullar ya hiç gündeme alınmamış, ya da tek yanlı yansıtılmış. Bu eksiklik, etkili soruşturma ilkesini, soruşturmalar açısından tartışılır hale getiriyor.

Trabzon’dan İstanbul’a, oradan Ankara’ya koca bir güvenlik teşkilatının, istihbarat birimlerinin, Dink’in öldürüleceğini bildikleri, buna rağmen korumak ve cinayet faillerini engellemek için hiçbir önlem almadıkları, harekete geçmedikleri, artık tartışmasız biçimde ortaya çıkmış dunumda.

Ancak iddianamelerde, bütün bu görevlilerin sahip oldukları bilgilere rağmen neden hareketsiz kaldıklarının, cinayet tetikçilerini neden kolladıklarının tam bir cevabı yok. Jandarma soruşturmasında açığa çıkan bilgilere göre, üstelik cinayet, bu görevlilerin gözetimi ve yönlendirmesiyle işlenmiş. Diğer bir grup görevli de, suç ortakları açığa çıkmasın diye görüntüleri alelacele toplayıp yok etmiş.

İddia makamının ‘Neden?’ sorusuna bir cevabı var ama bu cevap, sorumluların tümünü kapsamaktan ve hakikati tüm açıklığıyla ortaya çıkarmaktan uzak. 15 Temmuz öncesi hazırlanan iddianamelerde, cinayetin ‘FETÖ’cü polisler tarafından İstanbul Emniyeti’ni, özellikle de İstanbul Emniyeti İstihbarat Birimi’ni ele geçirmek üzere planlandığı anlatılıyor.

Cinayet sorumluları sadece ‘FETÖ’cülerden ibaret olsaydı, bu açıklama, sanık polislerin eylem ve eylemsizliklerinin nedenini açıklamaya yeterli olabilirdi. Oysa cinayet sorumluları onlardan ibaret değil. Üstelik sanık konumuna getirilenlerle de sınırlı değil.

Jandarma soruşturmasında, savcı, hâkimliğe sevk yazısında, şüphelilerin eylemlerini bu defa, Hrant Dink cinayetinin 15 Temmuz darbe kalkışması amacına yönelik ilk kurşun olarak açıklamış. Savcının bu tespitleri, ‘FETÖ’cü sanıkların eylem ve eylemsizliklerinin nedeni olarak büyük bir ihtimalle doğrudur. Ama ya diğerleri?

İşte bu nedenle savcının tespiti, pek çok soruyu yanıtsız bırakıyor. Bu yazının sınırlarını düşünerek sadece birkaç noktaya değinmekle yetineceğim.

Mesela;

- Yaşam hakkı ihlaline yol açan koşulları, bu cinayete giden sürecin nasıl başladığını, süreçte kimlerin hangi rolleri oynadıklarını, cinayetin delillerinin daha düne kadar neden ve nasıl görmezden gelindiğini açıklamıyor.

- Hrant Dink’in öldürüleceği bilgisi, sadece bir örgüte mensup polislerin değil, bu örgüte yakın olsun, karşıt olsun, polisiyle, jandarmasıyla, istihbaratçısıyla cinayeti önlemekle görevli yüzlerce kamu görevlisinin, önünden geçtiği halde neden hiçbirinin cinayeti önlemek için kılını kıpırdatmadığını, Hrant Dink’in yaşamını neden korunmaya değer bulmadıklarını açıklamıyor.

- Sabiha Gökçen haberinden sonra Hrant Dink’in neden İstanbul Valiliği’ne çağrıldığını, burada yapılan görüşmede, Vali Yardımcısı ve iki üst düzey MİT görevlisi tarafından, neden ‘sokaktaki vatandaşın tepkisi’yle tehdit edildiğini, cinayet senaryosu ile bu ‘sokaktaki vatandaş tepkisi’ arasındaki paralelliği açıklamıyor. Dink’in hayatının tehdit altında olduğunu bildikleri halde, onu korumakla görevli bu iki MİT görevlisinin ve Vali Yardımcısı’nın ona neden koruma tahsis etmediklerini açıklamıyor.

- Bu görüşmenin, yasada böyle bir görev tanımı olmadığı halde neden Genelkurmay’ın talimatıyla yapılmış olduğunu açıklamıyor.

- Genelkurmay’ın açıklamasıyla harekete geçen kişilerin başvurduğu savcının, ortada herhangi bir suç olmadığı halde neden Hrant Dink aleyhine iddianameler düzenlediğini, suç olmadığını bile bile hâkimlerin neden iddianameleri geri çevirmeyerek, her biri Hrant Dink’i linç provası haline getirilen duruşmalar yaptıklarını, ortada suç olmadığını bildikleri halde mahkûm ettiklerini, cezanın onanması için canhıraş çabaladıklarını açıklamıyor.  

- Hrant Dink aleyhine açılan davaların, neden Özel Kuvvetler Komutanlığı’nda görevli subaylar tarafından çok yakından takip edildiğini, sürece müdahale edilerek istedikleri yönde karar çıkmasını sağladıklarını açıklamıyor.

- Bütün bu süreç boyunca neden medyanın, neredeyse hep bir ağızdan Hrant’ı hedef gösteren, onu ‘Türk düşmanı’ olarak tanıtan yayınlar yaptığını, siyasi görüş farklılıklarına rağmen çok sayıda köşe yazarının bu kampanyaya gönüllü katıldıklarını açıklamıyor.

- Savcının tespitine göre, cinayet öncesinde ve cinayet sırasında İstanbul Emniyeti, ‘FETÖ’cü polislerin elinde değilse ve esasen cinayet, bu kurumu ele geçirmek için planlanmışsa, cinayet öncesinde onca bilgiye, istihbarata, Trabzon Emniyeti’nden gönderilen 17.02.2006 tarihli yazıya rağmen, ‘FETÖ’cü olmayan İstanbul Emniyeti görevlilerinin neden harekete geçmediklerini, cinayetin ardından neden sahte evrak düzenlediklerini açıklamıyor.

- Dönemin İstanbul Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın, cinayetin hemen ardından kameralar önüne geçip cinayetin ardında bir örgüt bulunmadığını, milliyetçi duygularla işlenmiş münferit bir cinayet olduğunu, bir başka sanık emniyetçiye, devletin arşivlerine giren bir evrakı yok etmesini teklifinin nedenini açıklamıyor.

- Akbank ATM görüntülerini, yetkisi olmadığı halde, İstanbul Emniyeti’ne mensup, ‘FETÖ’cü olmayan, bir istihbaratçı polisin neden aldığını ve bu istihbaratçının aldığı görüntülerin neden yok edildiğini açıklamıyor.

- Trabzon Emniyeti görevlilerinin cinayeti bütün ayrıntılarıyla bildikleri halde neden harekete geçmediklerini, fiziki ve teknik takip altında olan Yasin Hayal’in İstanbul’a geldiği Ağustos 2006’da neden fiziki ve teknik takibe ara verdiklerini, Yasin Hayal’in İstanbul’da kimlerle görüştüğünü açıklamıyor.

- Emniyet ve Jandarma’nın bildiğini ve daha fazlasını MİT bildiği halde MİT görevlilerinin neden harekete geçmediklerini açıklamıyor.

Yaşam hakkı ihlaline yol açan koşullar gözetilmeden ve ‘Neden?’ sorusu, bütün sanıkları kapsayacak şekilde sorulmadan yürütülecek soruşturma, hangi tarafta olursa olsun bütün sorumlular arasında kurulan ‘kusursuz’ işbirliğini ve bu işbirliğini kuran yapıyı ortaya çıkarmak konusunda başarısız olacaktır.

Cinayetin üçüncü yılında hazırladığımız rapordaki bir tespiti, bugün için de geçerli olması nedeniyle, bilginize sunmak istiyorum. Bu tespit, Ergenekon soruşturma ve davalarının yürütüldüğü dönemde yapıldı ve bugün de güncelliğini koruyor:

“Bu cinayetin, milliyetçi duygulara sahip üç-beş gencin işi olduğuna inanmak mümkün olmadığı gibi, bir biçimde Emniyet ve Jandarma bünyesine de sızmış, hukuk dışı bir güç ve yetki kullanan daha örgütlü bir yapının, bu üç-beş genci kullanarak bu cinayeti işlettiğine inanmak da mümkün değil. Genelkurmay Başkanlığı’ndan yargı makamlarına, hükümet sözcülerinden güvenlik ve istihbarat birimlerine, medyadan paramiliter güçlere, tüm resmi/siyasi aktörlerin Hrant Dink’in öldürülmesinde, cinayetin önlenmemesinde, gerçek faillerin ortaya çıkarılmamasında sorumluluğu vardır.”