Anayasa değişikliği teklifinin içeriğini ve neler getireceğini Ankara Üniversitesi SBF Anayasa Kürsüsü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Murat Sevinç ile konuştuk.
Cumhurbaşkanlığı makamına geniş yetkiler veren Anayasa değişikliği teklifinin TBMM’de oylanmasına başlandı. Maddeler AKP ve MHP’li vekillerin oylarıyla referanduma gidecek şekilde oylanıyor şimdilik. Ancak teklif geniş bir tartışma yaratmış ve CHP ile HDP başta olmak üzere toplumun geniş bir kesiminin tepkisini de toplamış durumda. Teklifin içeriğini ve neler getireceğini Ankara Üniversitesi SBF Anayasa Kürsüsü öğretim üyelerinden Doç. Dr. Murat Sevinç ile konuştuk.
Şöyle başlayalım. Mevcut teklif neyi değiştiriyor? Anayasa'yı mı yoksa rejimi mi? Eğer rejim değiştiriliyorsa, izlenen yol doğru mudur?
Değişiklik teklifi, sıradan bir anayasa değişikliği teklifi değil. Anayasa’nın tüm maddeleri hukuksal olarak eşit değerdedir, ast üst ilişkisi yoktur. Ancak her birinin eşit hukuksal değerde oluşu, her değişikliği ‘sıradan anayasa değişikliği’ yapmaz. Öyle bir değişiklik yaparsınız ki anayasal düzeni toptan sarsarsınız. Bir örnek vereyim. Anayasa’nın hiçbir ‘temel’ hükmüne dokunmayıp (değiştirilemez maddeler dâhil) mesela eğitim hakkını düzenleyen maddesinde, eğitimin ‘Hâkim dini inancın esaslarına uygun’ olacağını yazarsanız; bu bir anayasa değişikliği değil, toptan rejim değişikliğidir artık.
Ben bu değişikliği 1909 ile karşılaştırıyorum. Abdülhamit’in ardından 1909 yılında, 1876 tarihli Kanunu Esasi’de öyle değişiklikler yapıldı ki, artık yepyeni bir anayasal düzene geçildi. Sultan sistemin merkezinde olmaktan çıkarılıp yerine ‘Meclis’ konuldu. O gün bu gündür de, 1982 Anayasası her ne kadar kimi ödünler verse de sistemimizin ana unsuru ‘Meclis’ oldu. Tabii bu değişiklikler, ilericiydi. Oysa şimdi, yaklaşık yüz yıllık bir gelenek terk ediliyor ve meclis üstünlüğünün yerini yürütme ‘makamı’ alıyor. Organı değil, makamı diyorum. En güçlü kişi, artık yürütme organının başındaki tek kişi olacak. İsimlere takılmamak gerek. Kim seçilirse seçilsin durum değişmeyecek. Haliyle, aklı başında insanlar ‘rejim’ değişikliğinden söz ediyor.
İzlenen yol meselesine gelince. Birincisi, bana kalırsa bu bir ‘kurucu iktidar yetkisi’ kullanmaktır ve ‘kurulmuş’ iktidar olan hâlihazırdaki TBMM, kurucu iktidar yetkisi kullanmaz. Bu bazen olabilir, tarihten örnek verebilirim. Ancak o örneklerin hepsi olağanüstü durumlara ilişkindir ve devletin bekası söz konusudur. Eh, herhalde şu anda bu devletin ayakta kalması için böyle bir değişikliğe gerek yok. Ama 1958’de Fransa’da vardı. Ya da 1787’de ABD’de. Hayırdır, yeni bir ülke mi inşa ediyoruz? Öyle yapıyorsak bunu iki parti mi yapıyor? Ülkenin en az yarısının itiraz ettiği bir ‘kuruluş’ mu söz konusu? İktidar tarafından böyle bir şey söyleyen yok. İşin tuhaf tarafı, pek bir şey söyleyen de yok. Haliyle bu yöntemin doğruluğunu ya da yanlışlığını tartışmak dahi anlamsız. İki parti, kimin yazdığı belli olmayan bir metni, oylamadaki usul kurallarını dahi ihlal ederek gerçekleştirmeye çalışıyor. Hem de OHAL’de. Ezcümle, ben bunu bir anayasa değişikliği olarak ele alamam. Alanlara kolay gelsin. Bir anayasa değişikliğinde her ne yapılmazsa, hepsi mevcut!
Peki iktidarın argümanlarını nasıl buluyorsunuz? Yani mevcut durumda ne tıkanıyor ki, bu değişiklikle Türkiye'nin önü açılacak? Bütün sorun Başbakan mı?
Siz iktidarın argümanlarından haberdar mısınız? Ben değilim. Kim biliyor? Deniyor ki, parlamenter sistem tıkandı. Öyle mi, benim haberim yok. Ne zaman tıkanmış? Altı ay önce mi? Geçtiğimiz 14 yıl tıkalı değildi de, yeni mi oldu? Peki, neden Özbudun ve ekibine on yıl önce parlamenter sistem anayasası sipariş edilmişti? O zaman tıkanmamış mıydı? Bunlar ciddiye alınabilir argümanlar değil.
Bakın her kim ki bir talepte bulunuyorsa, o talebi mümkünse biraz ‘açmasını’ istemeliyiz. Örneğin ‘Demokrasi istiyorum’ mu dedi bir insan, ‘Öyle mi, yani ne istiyorsun?’ diye sormalıyız. ‘Sistem tıkandı mı?’ dedi, beriki; hemen ‘Ne kastediyorsun, neresi tıkandı?’ olmalı tepkimiz. Çünkü Türkiye’de yıllardır bazı kavramlar havada uçuşuyor ama kimse ne konuştuğunu bilmiyor. Çok vahim bir manzara bu ve bunda boş konuşmaya bayılan, aslında bir şey söylemeden uzun süre gevezelik etme yeteneğine sahip olan bir kesim okumuşumuzun büyük katkısı var. Bu nedenle prensip olarak herkese soruyorum, ‘Ne kastediyorsun?’ sorusunu.
Deniyor ki, parlamenter sistem tıkandı. Öyle mi? Ne olduğunu biliyor musun bu sistemin? Nerede tıkanıklık var? Siz bugüne dek bu soruların tartışıldığını görüp duydunuz mu? Akademiden söz etmiyorum. Kamuoyu karşısında. Sloganlara bayılıyorlar, ‘Askeri vesayet bitiyor’ ya da ‘İleri demokrasi’ gibi. Hatta ‘Tek partinin istikrar sağladığı’ sloganı gibi. Hiçbir veriyle bağdaşmıyor bu iddia. Batı demokrasileri manzarasıyla da bağdaşmıyor, karşılaştırmalı sistemler analizleriyle de bağdaşmıyor. Ama bir önemi yok! Aynı şeyi söyleyip duruyorlar. Boş laf.
“Sorun başbakanlık kurumu’ demek, aklımızla dalga geçmektir. Türkiye’de başbakan çıkıp kendi makamının sonunu getirecek bir değişikliği savunuyor ve kendi makamının ne kadar zararlı ve gereksiz olduğunu anlatıyor millete. Şaka desen şaka değil, gülemiyor insan.”
Parlamenter sistem, yürütme organının nasıl kurulduğuyla ilgili bir konudur. Sistemin demokratik olup olmamasıyla değil. Bir ülkede yürütme organı, ‘başkanlık,’ ‘yarı başkanlık’ ya da ‘parlamenter sistemin’ temel ilkelerine uygun olarak kurulabilir. Bu üç sistemden herhangi biri, demokratik ya da anti demokratik olabilir. Biri diğerinin zorunlu sonucu değildir. Başkanlık ABD’de demokratik sonuçlar verdi, çünkü zaten o sistemi kendileri için icat ettiler. Oysa diğer ülkelerde hiç de aynı sonucu vermedi. Çünkü o ülkelerdeki diğer unsurlar, ABD’ye benzemiyordu. Parlamenter sistem İngiliz icadıdır ve Kıta Avrupası büyük ölçüde, nüanslar olmakla birlikte bu sistemi benimsedi. 1909’da da Türkler benimsedi bu sistemin ana ilkelerini. O gün bugündür, 1921 istisnasını saymazsak, uyguluyoruz. Yaşadığımız bazı sorunlar, diğerlerinde de var. Onlar, sorunlarını demokratik kural ve teamüllerini geliştirerek çözmeye çalışıyor. İngilizler, Almanlar… Yaşadıkları her tıkanmada, ‘Acaba başkanlığa mı geçsek’ filan demiyorlar. En basit demokratik teamülü söyleyeyim size: İstifa. Evet, demokratik sistemlerde yönetim krizleri ya da çeşitli tatsız iddialar ortaya çıktığında, yöneticiler sistemi rahatlatmak için istifa etmeyi deniyor. Yeni bir şey kuruluyor, gidenin yerine. Türkiye’de istifa, en büyük günahlardan biri. Küfür gibi! Akıllarına bile gelmiyor. Allah aşkına şu kadar basit bir geleneğin olsun, yürütme organının kuruluşuyla ne ilgisi var?
Dolayısıyla ‘Sorun başbakanlık kurumu’ demek, aklımızla dalga geçmektir, hepsi bu. Türkiye’de başbakan çıkıp kendi makamının sonunu getirecek bir değişikliği savunuyor ve kendi makamının ne kadar zararlı ve gereksiz olduğunu anlatıyor millete. Şaka desen şaka değil, gülemiyor insan.
Öngörülen maddeler diyelim ki referandumda da onaylanırsa nasıl bir ülkede yaşayacağız? Daha demokratik bir ülkede mi, yoksa otoriterliğe şimdikinden bile fazla imkan veren, bir tek adam rejiminde mi?
Dediğim gibi, ‘demokrasi’ ile ‘yürütme organı kuruluşu’ arasında doğrudan bir ilişki yok. Tabii ki ikincisi. Bakın; demokrasi kavramı, yöneten ve yönetilen arasındaki ilişkinin niteliğine ilişkindir. Sözü edilen sistemler ise, yöneten organlardan birinin nasıl kurulduğuyla ilgilidir. Yani farklı düzeylerde ele alınması gerekir. Yoksa örneğin İngiltere’ye bakıp ‘Onlar monarşi, eğer biz de monarşi olursak daha demokratik oluruz’ diyebiliriz. Eğer İngiltere bir demokrasi ise (herhalde bunu kabul edebiliriz!) ve başında bir monark varsa; eh o zaman biz de bir ‘sultan’ seçersek daha demokratik oluruz. Aklınız alıyor mu? Hayır, çünkü bir cumhuriyet ve bir monarşi, demokratik de olabilir anti demokratik de. Tekrarlayayım, bu kavramların ait olduğu düzey farklı. Aynı torbaya koyamazsınız. Koyarsanız, o zaman ben de ‘mavi lens takarak Kıvanç Tatlıtuğ’a benzeyeceğimi’ iddia ederim ki, deli muamelesi yaparlar. Çünkü aramızdaki tek fark göz rengi değil, takdir edersiniz ki.
Nasıl bir ülkede yaşayacağız? Müneccim değilim ama daha iyi bir ülkede yaşamayacağımı bilecek kadar orta zekâlıyım. Tüm kritik kararların bir kişi/makam tarafından alındığı, o kişinin yasa ile eşdeğer kararname çıkarabildiği bir ülke, herhalde pek de matah olmayacaktır. Bizim sorunumuz yürütme organının yapısı değil, az gelişmiş bir demokrasi oluşumuz. Şunu unutmayın; eğer kazara bir başkası seçilirse, şu anda bu değişikliği destekleyen herkes, koro halinde, ‘Bu anayasa ile ülke yönetilemez’ demeye başlayacak. Hiç kuşkusuz olmasın. Başkan ile parlamento aynı siyasi çizgide olursa tek adam, aynı siyasi çizgide olursa yönetilemezlik. Memlekete vaat edilen bu…
“Ne Atatürk, ne İnönü ne de Bayar, bu yetkilere sahipti. Hatta o anayasa, neredeyse ‘meclis hükümeti’ olarak tanımlanabilecek, hem ‘parlamenter’ sistemi hem de ‘meclis hükümeti’ sistemini aynı anda barındıran bir metindi.”
İktidarın bir diğer argümanı da Atatürk döneminde de böyle bir sistem olduğu. Gerçekten benzer bir yapı mı öngörülüyor ve öyle olsa bile 1930'ların sistemine dönmek mantıklı ve gerekli bir adım mı olur?
Vallahi, ne ben ne de aynı alanda çalıştığım meslektaşlar böyle bir sistemden haberdarız. Atatürk döneminden kastettikleri 1924 Anayasası. O anayasaya göre ‘partili cumhurbaşkanı’ mümkündü. Örneğin İnönü hem devlet başkanı hem CHP Genel Başkanı idi. Doğru. Ancak hepsi bu! Ne Atatürk, ne İnönü ne de Bayar, bu yetkilere sahipti. Hatta o anayasa, neredeyse ‘meclis hükümeti’ olarak tanımlanabilecek, hem ‘parlamenter’ sistemi hem de ‘meclis hükümeti’ sistemini aynı anda barındıran bir metindi. 1924 Anayasası’nın görüşmeleri sırasında Meclis, Mustafa Kemal’e ‘fesih’ yetkisi vermeyi reddetti. Üstelik o Meclis, muhalefetin büyük ölçüde tasfiye edildiği ‘II. Meclis’ti. Onlar dahi kabullenmedi bunu, düşünebiliyor musunuz! Şimdi, çok daha fazlası veriliyor ve bunu güle oynayarak yapıyorlar. ‘Basiret bağlanması’ denilen de böyle bir şey sanırım. Bir de, diyelim ki yalnızca ‘partili cumhurbaşkanlığı’ olsaydı. Eh, İnönü olmaya bu kadar meraklıysanız ne diye elli yıldır o dönemi eleştiriyorsunuz? Sorarlar, değil mi?
Özet ve sonuç, Atatürk döneminde böyle bir sistem yok. Anayasa tarihimizde de böyle bir sistem yok. Hiçbir demokratik ülkede de yok. Bu nedenle ‘Türk tipi’ deniyor ama yapmasınlar, Türkiye’nin anayasa ve hukuk geçmişi hakikaten bu denli ucuz değil…