İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yaparken Ekim 2016’da görevinden uzaklaştırılan Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu, Reina saldırısına ilişkin Agos'un sorularını cevapladı.
Türkiye yeni yıla yine bir saldırıyla girdi. İstanbul’un en ünlü gece kulüplerinden biri olan Reina’ya yıl başı kutlamaları sırasında uzun namlulu silahla gerçekleştirilen saldırıda 39 kişi hayatını kaybetti. Saldırıyı üstlenen IŞİD’in yılbaşı gecesi bir gece kulübünü hedef alması, saldırı şekli ve hedefler konusunda yeni bir dönemin başladığı tartışmalarına yol açtı. İstanbul Üniversitesi öğretim üyelerinden ve Kanun Hükmünden Kararnameyle görevinden alınan Erhan Keleşoğlu’na göre son gelişme yeni bir dönemin başladığının da işareti.
Türkiye’de son 19 ay içinde gerçekleştirilen saldırılarda yaklaşık 500 kişi hayatını kaybetti. IŞİD bu saldırılar içinde sadece iki tanesini üstelendi. Üstlendiği ilk saldırı 6 Kasım 2016’da Diyarbakır’ın Bağlar ilçesinde emniyet müdürlüğünün ek binasına yapılan saldırıydı. Aynı saldırıyı TAK isimli örgüt de üstlenmişti.
IŞİD, Ankara Gar Katliamı, Suruç, HDP mitingleri, İstiklal Caddesi ve Sultanahmet Meydanı’nda gerçekleştirilen saldırıları ise üstlenmedi.
Reina saldırısı IŞİD’in üstlendiği ikinci saldırı.
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi olarak görev yaparken Ekim 2016’da görevinden uzaklaştırılan Yrd. Doç. Erhan Keleşoğlu, Agos’un sorularını yanıtladı.
IŞİD’in daha önce Türkiye’de yaptığı saldırılara bakıldığında, bu tarz bir saldırı yaşamadık. Daha önce Diyarbakır’da bir saldırıyı üstelenmişti. Tek kişi, uzun namlulu silah ve seçilen yerin yılbaşı gecesi bir gece kulübü olması yeni bir dönemin başladığı mı gösteriyor?
Bu saldırı daha ziyade Avrupa’da benzerlerini gördüğümüz saldırılara benziyor. Bir veya iki kişinin insanların topluca oturdukları-gittikleri mekanlara saldırarak mümkün olduğunca çok insan öldürmeye çabalaması. Böylece vahşete dayanan bir yıldırma politikasıyla kamusal alanda hiçbir yerin güvende olmadığına dair bir algının inşa edilmeye çalışılması. Avrupa’da amaçlanan Batı’nın Müslüman ülkelere müdahalesini önlemek olduğu kadar orada yaşayan Müslümanların da Batı toplumlarına entegrasyonunun önünün alınmasıydı. Bana kalırsa burada da benzer bir izlekten hareket etmeye başlıyorlar. İki mesaj var, yeni bir dönemin başladığına işaret eden: İlki Türkiye’de Batılı yaşam tarzını benimseyenlere saldırıp, zaten uzun süredir kültürel farklılıklar üzerinden ajite edilen geniş kitlelere Selefi-cihatçı modelin propagandasını yapmaları. Biliyorsunuz daha önceki saldırıların odağında Sol/Kürt muhalefet ve turistik/stratejik hedefler bulunmaktaydı. Bundan sonra salt seküler kesimlere değil İslami siyaset dairesinde kendileri gibi düşünmeyen herkese saldırabilirler. İkinci mesaj Fırat Kalkanı operasyonuyla Suriye’de IŞİD’le çatışan devlete ‘senin ülkende istediğim anda eylem yapma becerisine sahibim’ mesajıdır.
Türkiye, IŞİD’e karşı Suriye’de bir mücadele içinde. Askerlere dönük saldırı yaşandı, ‘teyit edemedik’ denilen iki askerin yakılmasının görüntüleri yayınladı. Türkiye’nin mücadelesi başarısız mı oluyor yoksa sorunun çözümünü başka yerde mi aramak gerekiyor?
Türkiye, başından itibaren Selefi-cihatçılık tehlikesini hafife aldı. Bu akımın ülkede ve bölgede kontrol edilebilir olduğunu, istendiğinde tasfiye edilebileceğini düşündü. Suriye’de Esad rejiminin düşürülmesi için müdahil olunduğunda da bu unsurlar kullanışlı araç sayıldılar. Özellikle PYD liderliğindeki Kürt hareketinin otonom bölgeler oluşturma gayretine karşı IŞİD ehven-i şer görüldü. Çünkü devletin algısına göre PKK çizgisindeki Kürt hareketi asıl varoluşsal tehdidi oluşturuyordu. Bir tarafta çözüm sürecinde müzakere yürüttüğün düşman bir örgütün Suriye kanadı, diğer tarafta tüm uluslararası güçlerin yok edilmesi yönünde mutabık olduğu bir yapılanma. Türkiye Suriye krizinin başından itibaren yapmış olduğu hatalardan ötürü bugün Suriye’de askeri olarak müdahil olmak zorunda kaldı; asimetrik bir savaşın içerisinde başarılı olmaya çabalıyor. Bunu yaparken dış politikasında da değişikliğe gidiyor. Rusya ve İran ile girilen müzakere bunun işareti. Irak merkezi hükümeti ile de benzer bir yakınlaşma çabası mevcut. Yeni strateji husumet halinde olunan bölgesel ve uluslararası güçlerle ilişkileri tamir ederek bir sadeleşmeye gidilmesi. Bu sadeleşmede Kürt meselesinde barışçıl hatta dönülmesi, stratejik açıdan zorunluluk teşkil etse de milliyetçilik temelinde devletin yeniden konsolide edildiği bir dönemde bu mümkün gözükmüyor. Amaç Kürt hareketini bölgesel olarak baskı altına almaya devamla IŞİD ile de doğrudan savaşmak. Söz konusu stratejinin ne kadar başarılı olabileceğini zaman gösterecek. Ancak tahkimatta büyük yanlışlar yapıldı, harekat sırasında bu nasıl giderilir asıl soru bu.
Suriye meselesinde Rusya’yla yakınlaşma da dikkat çekiyor. IŞİD saldırıları buna bir tepki mi? Saldırıyı bu süreçlerle beraber nasıl okuruz? Suriye savaşının başına kıyasla, Ortadoğu’da dengeler yeniden mi değişiyor?
Astana’da başlaması muhtemel sürecin nasıl ilerleyeceği ise hala muamma. Ateşkesin işlemediğine dair ciddi emareler var ve ÖSO güçleri rejim güçleri saldırılarına son verene kadar tüm müzakereleri durdurma kararı aldı. Ayrıca Suriye’nin önemli bir bölümünü kontrol eden PYD’nin başını çektiği Suriye Demokratik Güçleri de masada yok. Türkiye’nin pozisyon değiştirmesinin dengeleri değiştireceği ise muhakkak. Ancak çoğunca ABD’nin etki kapasitesi hafife alınsa da bence asıl değişken ABD’nin seçilmiş başkanı Trump’ın 20 Ocak’tan sonra nasıl bir tutum takınacağıdır.
“Müsamahakar tutumun payı oldu”
Türkiye içinde de nefret söylemi, yılbaşı ve Noel kutlamalarının hedef gösterilmesi gibi olaylar yaşanıyor. Katliamın ardından katliama sevinenler olduğunu gördük sosyal medyada. Türkiye sınırları içinde, bir IŞİD zemini mi var. Türkiye sınırları içinde nasıl bir mücadele gerekli?
Türkiye sınırları içerisinde Selefi hareketin diğer Müslüman ülkelere göre daha zayıf olduğu aşikar. Bunun çok farklı nedenleri var. Ancak özellikle Suriye’de yaşanan savaşla birlikte binlerce Türkiyeli İslamcı bu ülkeye giderek orada savaştı ve İslami çevrelerde Selefi-Cihatçı akım hiç olmadığı kadar cazibe kazandı. Devletin müsamahakar tutumunun bunda büyük payı oldu. Özellikle Türkiye’de inananlar-inanmayanlar ikiliğine dayalı kültürel çatışma iklimi sürdürüldüğü ve demokratik bir laiklik ekseninde politikalar izlenmediği sürece ülkemiz IŞİD vb. için mümbit bir zemin olmaya devam edecektir. Selefi-cihatçılığın ne denli büyük tehdit olduğu devletçe yeni idrak edilmeye başlandı. Diyanetin son saldırı sonrası açıklaması da önemliydi. IŞİD’le mücadelede en önemli unsur toplumsal-siyasal gerginliğin azaltılarak barış ikliminin hakim kılınması. Umarım herkes üstüne düşeni yapar.