Almanya Federal Meclisi Başkan Yardımcısı, Yeşiller Partisi Milletvekili Claudia Roth, Almanya ve Türkiye arasında süren Ermeni Soykırımı Yasası tartışmalarını Agos okurları için kaleme aldı.
2 Haziran günü Almanya Federal Meclisi’nde kabul edilen ‘1915-1916 Döneminde Ermenilere ve Diğer Hıristiyan Azınlıklara Dönük Soykırımı Hatırlama ve Anma’ tasarısı, Alman tarihinin önemli bölümlerinden biriyle yüzleşme bakımından bir milattı. Söz konusu bu bölüm, Alman İmparatorluğu’nun, Anadolu’da sadece Ermeni varlığını değil, pek çok başka Hıristiyan azınlığın da varlığını neredeyse tamamen sonlandıran zalimane suçların işlenmesinde ve sürgünlerin gerçekleştirilmesindeki rolü ile ilgilidir. Alman İmparatorluğu’nun yüksek rütbeli subayları ve diplomatlarının, soykırımın planlanmasına ve uygulanmasına dâhil oldukları tartışılmazdır ve belgelerle ortaya konulmuştur.
Ahlaki bir zorunluluk
Alman Parlamentosu’nun istisnasız tüm parti gruplarının bu yüzleşmenin ve buradan Almanya için doğan sorumluluğun arkasında durması, açık bir işarettir. Burada mesele doğrudan Türkiye’yi işaret ederek suçu paylaştırmak değildir, tersine Alman Parlamentosu işlenen suçlara ve bu sırada kendi sorumluluğuna dair tavrını açıkça göstermek ve olup bitenin adını kesin bir biçimde koymak istemiştir. Zira Alman İmparatorluğu’nun suç ortaklığının gelecek için doğurduğu sorumluluğu üstlenmek bizim açımızdan sadece demokratik değil, aynı zamanda ahlaki bir zorunluluktur. Bu da açıkça, yaşananlarla yüzleşme ve Türkiye ile Ermenistan arasında uzlaşma meselelerinde, bizzat Federal Almanya’dan sıradışı bir katılım ve öncü bir rol üstlenmesinin beklendiği anlamına gelir.
Bu sebeptendir ki Almanya’da insanlar ne Türk milliyetçilerince yüksek ve tiz bir sesle dile getirilen öfkeyi ne de tasarıya ve Alman parlamenterlere yönelik hıncı idrak edemiyorlar. Belli ki Türk kamuoyunun kimi kesimlerinde olduğu kadar bizzat Türk hükümetince de, Almanya’da insanların çoğunluğunun kendi ülkelerinin tarihiyle sahici ve kapsamlı bir yüzleşmeyi kendi kimliklerinin gelişimi bakımından olumlu ve gerekli gördüğü, bu nedenle Holokost’la ve Nazilerin işlediği korkunç suçlarla yüzleşmenin bizi toplum olarak zayıflatmadığı, tersine daha da güçlendirdiği gerçeği bilinçli olarak gözardı edilmektedir. Oysa Alman tarihinin en karanlık noktalarıyla yüzleşmek, bugünkü demokrasimizin ve hukuk devletinin temelini oluşturmuştur.
Namibya için de teklif sunuldu
Bu bağlamda, Almanya’nın şimdiye dek geçmişle yüzleşmesine 1904-1908 yılları arasında sömürgeci birliklerinin bugünkü Namibya sınırları içerisindeki Herero, Nama, Damara ve San topluluklara karşı işlediği suçları dâhil etmemiş olmasına Türkiye’de duyulan tepkiyi elbette anlıyorum. Günümüzün uluslararası hukuk kriterlerine göre, orada işlenen suçlar da açıkça bir soykırım örneğidir ve bu soykırım da Almanya’da artık tanınmalıdır. Partim bu doğrultuda bir tasarıyı Alman Parlamentosu’na sunmuş durumda ve Almanya’nın bu tarihi sorumlulukla da yüzleşmesi için mücadele ediyor. Almanya’nın Namibya soykırımındaki sorumluluğu hakkındaki tartışma, Almanya’da açık ve demokratik bir biçimde yürütülmektedir; Parlamento’da, medyada, entelektüeller ve sanatçılar arasında. Bu suçları gündeme getirdiği için tek bir gazeteci veya bilim insanı, bırakın hapse atılmayı, tehdit bile edilmemiştir.
Türk hükümetinin kendi tarihiyle dürüstçe yüzleşmeyi reddetmesi ve Türk tarihini görkemli zaferler ve kahramanca mücadelelerden müteşekkil bir seri olarak tarif eden devlet doktrininin varlığı, riyasız ve demokratik bir geleceğe giden yolu hayli çetrefilleştirmektedir. Şuna içtenlikle inanıyorum ki, kendi tarihiyle kapsamlı ve tabusuz bir biçimde yüzleşmek ve çoksesliliğe sadece izin vermek değil, aksine onu teşvik etmek Türkiye’yi güçlendirecektir. Bu aynı zamanda, Türkiye’de yaşayan tüm azınlıklara da, buraya ait olduklarına ve geçmişin kalıntıları arasında unutulmadıklarına dair güçlü bir mesaj olurdu.
Alman Parlamentosu verdiği kararla aynı zamanda Türkiye’de on yıllardır Türk tarihiyle dürüst ve açık bir ilişki kurmaya çalışan insanlara da bir dayanışma mesajı göndermiş oldu.
Tavır endişe verici
Bizlerin hem tuhaf, tuhaf olduğu kadar da endişe verici bulduğumuz şey, bizzat Türk Cumhurbaşkanı tarafından, hükümet içerisinden ve genel kamuoyunda, aile kökenleri Türkiye’de bulunan Alman parlamenterlere karşı bilinçli bir nefret ikliminin oluşturulma şeklidir. Bu şekilde bağımsız milletvekillerinin ve demokratik bir parlamentonun kararına doğrudan saldırıda bulunmakla kalınmıyor, aynı zamanda Türk toplumunun içindeki bölünme daha da derinleştiriliyor, hatta Almanya’ya kadar taşınıyor. Tüm Türklerin aynı fikirde olmaları gerektiği ve AKP’den farklı çıkan her sesin düşmana ait olduğu varsayımı, kendi içinde mutlak olarak anti-demokratik ve çoğulculuk karşıtıdır.
Açık diyalog ve özgür fikir beyanı, Türkiye’de de ve Türk hükümetine karşı da mümkün olabilmelidir. Geri kalan her şey, Türkiye’deki insanların geleceğini heba eder.