KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Ayna ayna söyle bana, daha inkârcısı var mı dünyada?

Federal Almanya Meclisi’nde kabul edilen Ermeni Soykırımı yasası, beklendiği üzere Türkiye’de siyasetin hamasi inkârcı söylemini ve birbirinden veciz ‘protesto’ eylemlerini birlikte getirdi. Oysa insanlığa karşı işlenen suçlar, kendilerini en çok da inkâr üzerinden ifşa eder. Ve bazen devletin resmi söylemi, hezeyan içinde reddettiği şeyin bizatihi kanıtıdır. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, tasarı özelinde milletvekili Cem Özdemir'i hedef alırken "Neymiş? Birileri de diyor ki, güya Türk... Ne Türk'ü be? Bunların kanlarının laboratuvar testinden geçmesi lazım" dediğinde, aidiyet ve kimliği kan üzerinden  tanımlayarak  geçmişin bugündeki tezahürünü dile getiriyordu.

Adalet Bakanı Bekir Bozdağ da sahnedeki yerini "Ermeni soykırım iddiaları Türk milletine, Türkiye devletine Türk tarihine ve aziz ecdadımıza açık ve tartışmasız bir iftiradır. Parlamentoların kararıyla tarihi iftiralar hakikate dönüştürülemez” açıklamasıyla alarak  Türkiye kökenli parlamenterler için ‘sütü bozuk’, ‘kanı bozuk’ ifadelerini kullandı. Belli ki kansız cümle kurmak mümkün olmuyordu.

Hal buyken Başepiskopos Aram Ateşyan da ‘Türkiye Ermenileri Cemaati’ olarak kaleme aldığı belirrtiği bir mektupla “Birinci Dünya Savaşı’nın trajik dönemlerinde cereyan etmiş olaylar hakkında Almanya Federal Meclisinin aldığı karar, milletimiz nezdinde derin bir üzüntü yaratmıştır. Türkiye Ermenileri Cemaati olarak bu üzüntüye paydaş olduğumuzu, kalbi ve samimi duygularımızın bir ifadesi olarak yüksek makamınıza arz ediyoruz… Duymak ve dinlemek için kulakları olanlar, bu manzaradan yansıyan Ermeni Milletinin emperyalist güçler tarafından nasıl kullanıldığı gerçeğinin yankılarını duyabilirler” diye buyurdu. Soykırım yasası bir aynaya dönmüş ülkeyi bir uçtan diğerine katediyordu.  Ve elbette bir insanın kendi tarihini inkârından daha utanç verici bir görüntü yoktu.

Şimdi de aynayı, Şalom gazetesi yazarlarından Marsel Russo’nun ‘Bir yan ürün: 1915 Olayları’ başlıklı yazısına çevirelim. “Savaş koca imparatorlukların tarih sahnesinden silinmesi ile sona eriyor, malumunuz. Ancak burada bunların yok olmalarının yarattığı girdabın nelere mal olduğunu görüyorsunuz. Örneğin, 1915 – 16 yıllarında Anadolu’da yaşanan olayların esas itibarı ile emperyalist güçler arasındaki tepişmelerin bir yan ürünü olarak çıktığını anlıyorsunuz: Çarlık ile Osmanlı, Almanya ile Çarlık, Britanya ile Almanya ve hatta Osmanlı ile Almanya…” Çocukların çok sevdiği ‘İki resim arasındaki beş benzerliği bulunuz’u bu kez ard arda dizili bu söylemlere uygulamak, inkârın yaygınlığı, kullandığı argümanlardaki fukaralığı ve elbette soykırımı sanayi yan ürünü haline dönüştüren…

Şalom’un  başyazarı İvo Molinas’ın konuya ilişkin yazısı da aynada şöyle gözüküyor: “Şubat 2015’te Agos gazetesine verdiğim bir röportajda, 1915 Ermeni olaylarına atfen samimi bir itirafta bulunmuş, tehcir ve kıyımın sonuna bakıldığında bunun bir soykırım sonuçlarından sayılabileceğini ancak, çok daha sistematik ve yeryüzünde tek bir Yahudi bırakmamayı hedefleyen Alman nihai çözüm projesi Holokost ile karşılaştırıldığında, Ermeni etnik kıyımına soykırım denmesinin Holokost’un benzersiz felâketinin önemini azaltacağını söylemiştim… Tasarıda şöyle denilmiş: ‘Almanya’nın suçlu ve sorumlu olduğu Holokost’un biricikliğinin de bilincindeyiz.’ Bu sözlerle, hem soykırım ile Holokost arasında anlam bağlamında dilbilimsel bir nüans hatta fark gözetilmiş, hem de Holokost’un biricikliğine, tekliğine ve benzersizliğine kuvvetli bir vurgu yapılmış.

Sahi soykırımları güzellik yarışmasının standart estetik beklentileri misali birbiriyle karşılaştırmak nasıl bir mantığın ve vicdanın ifadesi. Tarihi, coğrafi, kültürel ve daha nice farklı bağlam içerisinde bir halkı sistematik olarak topyekun ortadan kaldırma girişimi, kendi içerisinde yeterince tüyler ürpertici, bizatihi insanlık onurunu aşağılayıcı bir cürüm değil mi?

Bu ayna biraz reklam panolarını andırıyor. Nereye dönsen, ondan kurtuluş yok. Üzerine ya kan sıçrıyor ya da yüzeyine çarpan sözlerden sırları dökülüyor. Geçmiş geçmiyor, tarih tarihçilere bırakılmıyor. Çünkü o geçmiş zaten insanların tarihi. Kimse kendi hakikatini dil oyunları ya da faşizan söylemlere, yalanlara, manipülasyona kurban etmiyor. Siz aksini bin kez tekrarladığınızda aynadaki akis değişmiyor. Uçurumdan kendi kekelemelerinizin yankısını duyuyorsunuz sadece. Ve hep boşluğa düşüyorsunuz. Dibin dibi bir türlü gelmiyor. Herkes bugünün içinden okuyor o yadsınan tarihi. Yaşanılan zamanın ta kendisinden. Geriye de hiçbir soru kalmıyor.