Müzik araştırmacısı, yazarı ve DJ Murat Meriç’in, Türkiye’nin yakın tarihini, kimi ülkenin popüler kültür hafızasına kazınmış, kimi unutulup gitmiş şarkılar eşliğinde hikâyeleştirdiği ‘100 Şarkıda Memleket Tarihi’ adlı kitabı yayımlandı. Ağaçkakan Yayınları’nın ‘Hazır Bilgi’ serisinden çıkan bu renkli anlatı, yakın geçmişten kesitleri müzikle hatırlatıyor. Meriç’le bir araya gelerek, eksiğiyle fazlasıyla yeni kitabını konuştuk.
TUĞBA ESEN
ztugbaesen@gmail.com
ALTUĞ YILMAZ
altugyilmaz@gmail.com
Kitapta yer verdiğiniz olaylar ve onlarla ilişkilendirdiğiniz şarkılar kronolojik bir bütün olarak düşünüldüğünde, ortaya bir ritim çıkıyor mu?
Evet, kitapta anlatılan Türkiye tarihinin bir ritmi var. Özellikle 27 Mayıs darbesinden sonra... 45’lik plakların çıkışı ve popüler Batı müziğinin ülkeye girişi 1960’ların ilk yarısına denk gelir. Bu da, 1961 anayasasının açtığı yolda ilerleyen insanların yaptığı müzikle oldu. O dönemde dünyada esen müzikal rüzgâr Türkiye’yi de etkiliyor; Türkiye İşçi Partisi’nin güçlenmesi sonucunda kentli nüfusun gözünü kırsala çevirmesi ve bunun sonucunda Anadolu Pop’un doğmasıyla yaşanan bir yükseliş var. 12 Mart 1971 muhtırasının ardından ise ağıtlar devreye giriyor, çünkü idamlar oluyor, birçok insan öldürülüyor. 1974’te Bülent Ecevit’in yeniden başbakan olması, Kıbrıs Harekâtı’nın başlaması, aynı yıl Türkiye’nin Eurovision’a katılması, uluslararası futbol karşılaşmalarında alınan başarılarla tempo yükseliyor, ritim hızlanıyor. Bunun etkisiyle ortalığı pop şarkıları sarıyor. ‘Delisin’, ‘Gençlik Başımda Duman’, ‘Olmaz Olsun’, ‘Bu Ne Dünya Kardeşim’, ‘Bim Bam Bom’ gibi şarkılar 1974-1977 arasında yapılmıştır. 1977’den sonra ülkedeki sağ-sol ayrımı belirginleşince, müzikte de iki saf beliriyor; biri Cem Karaca ve arkadaşlarının, diğeriyse Arabesk’e yönelenlerin safı. Bir anda, Ajda Pekkan’ından Zerrin Özer’ine kadar, bütün pop şarkıcıları Selami Şahin besteleri söylemeye başlıyor. 1980 darbesinin ardından, her şeyde olduğu gibi müzikte de suskunluk yaşanıyor. Sonra Ahmet Kaya, Grup Yorum gibi isimler yükseliyor; öğrenci hareketinin etkisiyle rock müzik devreye giriyor. Sonuç olarak, kitabın akışında da bu ritim hissediliyor.
Kitapta, ‘memleket tarihi’, ülkenin resmî dili olan Türkçe şarkılarla anlatılıyor; diğer dillerde, örneğin, memleket nüfusunun önemli bir bölümünün anadili olan Kürtçede yapılmış şarkılar yer bulamıyor. ‘Türk solu’nun tarihinde önemli yer tutan olaylara dair birçok şarkı (‘16 Haziran’, ‘Ulaş’, ‘Kızıldere’, ‘Şarkışla’ vb) konu edilirken, Kürt hareketiyle özdeşleşmiş ve çok yaygınlaşmış şarkılar da yok kitapta. Bunun özel bir nedeni var mı?
Bu çalışmada Türkçe dışına pek çıkmadım. Belki kitapta bunu belirtmem gerekirdi. Türkçe şarkılar üzerinden gittim ve bir de Ermenice şarkı ekledim. Önsözde, Bajar’ın Roboskî olayının ardından yaptığı ‘Sî û Çar Heb’ şarkısını kitaba dahil etmek istediğimden ama son anda çıkarmak durumunda kaldığımdan bahsediyorum. O alana girdiğinizde ortaya bambaşka bir şey çıkıyor. Diğer yandan, hâkim olmadığım bir dille ilgili bir şeyler yazmak çok zor. Yine de, Kürtçe şarkılar içermemesi bu kitabın büyük ayıbı olabilir.
Marc Aryan’ın (Henri Markaryan) iki Ermenice şarkısının yer aldığı plak kitaba nasıl dahil oldu?
‘Yete Vısdah Illayi’ adlı şarkısı, kitaptaki Türkçe olmayan iki şarkıdan biri. (Diğeri, 1890 yılında Japonya yakınlarında batan Osmanlı fırkateyni için yazılmış, ağıt formunda, Japonca bir şarkı olan ‘Ertuğrul Hatıra Müziği’.) Kitapta tek tek ve doğrudan olaylarla ilişkilendirilen şarkılar yer alıyor. Marc Aryan’ın şarkısı bir olay üzerine yapılmış olmaması bakımdan da seçkinin genelinden ayrılıyor. Plak, Feriköy Ermeni Okulu yararına kaydedilmiş; arka yüzünde ‘Ma Loulou’ / ‘Moda Yolunda’nın Ermenice versiyonu olan ‘Lulus’ var. Ben bu plakla 15 yıl kadar önce, diş hekimi ve koleksiyoncu Agop Çekmen sayesinde tanıştım ve hemen peşine düştüm, geçen yıl da buldum. Türkiye tarihi açısından önemli bir belge olduğuna inandığım için kitapta yer verdim. Marc Aryan gibi tanınmış bir ismin, Türkiye’deki bir okul yararına satılmak üzere plak çıkarmış olması çok önemli. Böyle bir hamlenin Türkiye’de yaşayan Ermenilerden değil de diasporadan gelmiş olması da ilginç bence. Şarkıcının hayranları, özellikle yurtdışındakiler, bu plağın varlığından haberdar değil.
Kitabın 6-7 Eylül’le ilgili bölümünde Tanju Duru’nun iki şarkısına ve Ezginin Günlüğü’nün bir şarkısına değiniyorsunuz. Bu konuda başka şarkılar da var mı?
Tuhaftır ama hayır. Üstelik, Tanju Duru’nun ve Ezgini Günlüğü’nün şarkıları da, 6-7 Eylül’ün üzerinden yarım asır geçtikten sonra çıkmış.
Kırsal kesimde bu tür travmatik toplumsal olaylar, müzikal yaratıma doğrudan yansır. 6-7 Eylül kentte yaşanan, kentin kolektif hafızasına kazınan bir olay olduğu için mi böyle bir repertuar oluşmadı sizce?
Bilmiyorum, belki de. Bu olayın ardından ağıt yakılmamış, ölenler hakkında hiçbir şey söylenmemiş. En azından Türkçede... Kitapta örneklenen şarkılarda da mağdurların durumuna değil, olayların nasıl geliştiğine odaklanılıyor ve insanların tüm bunları nasıl yapabildiği sorgulanıyor.
Kıbrıs Harekâtı’yla ilgili bölümde de, bu konudaki militarist repertuar içinde, Şanar Yurdatapan’ın, barışçı söylemiyle öne çıkan bir bestesinden söz ediyorsunuz...
Şanar Yurdatapan o dönemde, popüler kültür içinde sol çizgide duran şarkılar yapmış. Kıbrıs Harekâtı sırasında, bu konuda yapılan şarkıların çoğunda milliyetçi, zaman zaman ırkçı bir tavır sergileniyor. Yurdatapan, onlara benzer şekilde başlayan ama sonrasında farklı bir yöne sapan bir şarkı yazmış Kendi deyişiyle, sağ gösterip sol vuruyor... Şarkının adı ‘Aslan Mehmedim’; seslendiren, Yeşim. Sözler, oğlunu Kıbrıs’a savaşmaya gönderen bir annenin hissiyatını aktarıyor. Yarısına kadar dinleyen, bunu milliyetçi bir şarkı zannedebilir. Ama ikinci kısımda, anne oğluna, orada savaşırken Yunanistan’da da oğullarını Kıbrıs’a gönderen anneler olduğunu düşünmesini öğütlüyor. Öyle güzel vuruyor ki, bu konudaki diğer tüm şarkılardan ayrılıyor. Bu, Türkiye’de yapılan ilk barış şarkılarından biri aynı zamanda.
Kitapta 19 Ocak’a, Arto Tunçboyacıyan ve Yaşar Kurt’un ‘Nefrete Kine Karşı’ adlı şarkısıyla değiniyorsunuz. Hrant Dink için yazılmış çeşitli şarkılar arasından bunu seçmenizin nedeni nedir?
Hrant Dink’in öldürülmesi büyük bir toplumsal tepki yarattı. Herkesi şaşırtan ve üzen, beklenmedik bir olaydı. Aynı zamanda, ‘öteki’ kavramını tartışmaya açtı. Bu yüzden, bir taraftan bakıp diğer tarafı gören şarkılar yapılmaya başladı ve ‘öteki’ kavramı üzerinde ‘birliğe’ ulaşıldı. Hrant Dink için yapılan şarkıların etrafında gezindiği nokta bu. Selda Bağcan’ın ve Sezen Aksu’nun yazdığı şarkılar, Metin-Kemal Kahraman’ın ağıdı var mesela, ama bence Dink’i en iyi anlatan şarkı, Arto Tunç ve Yaşar Kurt’unki.
Hrant Dink’le ilgili özgün bestelerin sayısı, ona adanarak okunan türküler ve türkü formunda bestelerin sayısından çok daha az. Oysa örneğin, yine büyük bir toplumsal olay olan Gezi Direnişi için yüzlerce şarkı yapılmıştı...
Çünkü Gezi’ye herkes kendi katkısını sundu ve kimileri bunu şarkılarla yaptı. Gezi’de hissedilen her şeyi şarkıya aktarmak mümkündü. Diğer taraftan, insanlar Hrant Dink için yeni şarkıları bestelemeseler de, ‘Sarı Gelin’ türküsünü söyleyerek onun için bir şey yapmış oldular.
Kitapta, Gezi için yapılmış beş şarkıya yer veriyorsunuz. Yüzlerce şarkı arasından seçim yaparken, bu şarkıların popüler kültür içindeki işlevselliği mi yoksa estetik beğeniniz mi etkili oldu?
Her ikisi de... Popüler kültür açısından Duman’ın ‘Eyvallah’ şarkısı çok önemli. O şarkı o gece yayılmasaydı, belki de Gezi bambaşka bir yere gidecekti. Şarkı, insanları gaza getirdi ve sokağa çıkardı. Kardeş Türküler’in ‘Tencere Tava Havası’ da çok önemli. Bu ikisi, en çok bilinen ve sevilen Gezi şarkıları oldu. Demir Sert imzalı ‘Bu Gaz Bi Harika Dostum’ bence Gezi’yi farklı yönleriyle en iyi anlatan şarkılardan. En güzel katkılardan biri de Boğaziçi Caz Korosu’ndan geldi. Gezi’den aylar sonra, NTV yayınında, ‘Entarisi Ala Benziyor’ şarkısını “çapulcu musun vay vay” diye bitirmeleri çok güzel bir hareketti.
Geçmişte, hükümetin aldığı kararları desteklemek için, bazıları ısmarlama olmak üzere, rejim yanlısı birçok şarkı üretilmiş. Bugün neden benzer bir durumla karşılaşmıyoruz?
Bugünkü rejim şarkı sevmiyor. Ancak seçimden seçime şarkı ısmarlanıyor ve diğer tüm icraatta da bu şarkılar kullanılıyor. Şarkı ısmarlamadıkları , yapılan şarkıların da önünü kesiyorlar. AKP’nin ilk çıktığı dönemlerde Ali Avaz’ın Recep Tayyip Erdoğan için yazdığı birkaç şarkı vardı. Zamanla onlar da yok edildi.
“Majak Toşikyan, Onno Tunç ve Garo Mafyan Türkiye’de pop müziğe yön verdi”
1960’lardan bu yana, Ermeni müzisyenlerin, bestecilerin ve icracıların popüler müziğe nasıl bir katkısı oldu?
Burada üç büyük isimden söz edilebilir: Cenk Taşkan (Majak Toşikyan), Onno Tunç ve Garo Mafyan. Bu üç besteci pop müziği bambaşka bir yere taşıdı. 70’lerin ikinci yarısında Bora Ayanoğlu ve Melih Kibar’ın yanı sıra Cenk Taşkan’ın özellikle Mehmet Teoman’la birlikte yazdığı şarkılar, başta Nükhet Duru olmak üzere, birçok solisti pop piyasasına kattı. Cenk Taşkan’ın o dönemki katkısını, 1980’lerde Onno Tunç, 1990’larda ise Garo Mafyan sürdürdü. Bu üç besteci Türkiye’de pop müziğin yönünü değiştiren hamlelere imza attı. Onno Tunç’un Sezen Aksu’yla birlikte yaptığı çalışmalarla, pop müzik bir anda eksen kaymasına uğradı, Arabesk’e yaklaştı. Ardından, Garo Mafyan o ekseni 70’lerin popuna, hareketli dans şarkılarına doğru çevirdi. Burada Arto Tunç’un katkılarını da anmak gerekir elbette. Sırf bu isimler üzerinden gittiğimizde bile önemli gelişmelere rastlıyoruz ama saydıklarımız dışında daha birçok isim var.
Kitaptan: Marc Aryan’ın Ermenice plağı
“1966 ve 1969’da Türkiye’ye konser vermek için iki kere gelen Marc Aryan (...) İstanbullu Ermenilerle de görüşmüş ve Feriköy’de bulunan Ermeni okulunun yardıma muhtaç olduğunu öğrenince stüdyoya girmiş. Türkiye’de çok sevilen iki şarkısını Ermenice okumuş ve okul yararına satılmak koşuluyla onlara hediye etmiş. ‘Yalancısın’ adıyla Türkçeleştirilen ‘Si J’Etais Sur’, bu plakta ‘Yete Vısdah Illayi’ olurken; ‘Moda Yolunda’ olarak bilinen ‘Ma Loulou’, ‘Lulus’ olmuş. Piyasaya çıkmamış, yurt sathında dağıtımı yapılmamış bir plak bu. Bu yüzden, bulunması bir hayli zor; koleksiyoncuların peşinde koştuğu nadir plaklardan.”