Brüksel Avrupa Üniversitesi Siyaset Bilimi Öğretim Üyesi ve Kafkasya Uzmanı Prof. Aude Merlin, Azerbaycan'da her yanı kaplayan totaliter sloganları, işsizlik yüzünden çevreden merkeze göçü, ve 'Dubai tarzı gökdelenler' altında ezilen Bakü'nün 'kara boşluğu'nu anlatıyor. Merlin, Azerbaycan'ı, Hocalı ve Sumgait'in nasıl temsil edildiğini, AGOS için yazdı.
'Haydar Aliyev' havaalanına gelir gelmez ortama hakim olan renk kendini belli ediyor: kendisinden buradaki ismiyle kah saygı, kah ironiyle bahsedilen « İhtiyar », her yerde ve her adımda bize eşlik ediyor.
2012 yılının Bakü’sü Sovyetler Birliği sonrası başkentlerinin pek çok özelliğini içinde barındırıyor : şehir merkezindeki lüks mağazalar, cep telefonu dükkanları, banka kredisi reklamları ve etrafta dolaşan kocaman ve parlak jipler. Bir de adeta toprağı yararak çıkan ve etraftaki eski binaları kendilerine yer açmak için iten “Dubai” tarzı gökdelenler : insanda harika ve cazibe dolu eski Bakü’nün, deniz kenarında ya da yüksek yerlerde çoğalan bu saçma sapan inşaatların ağırlığının altında kaybolduğu hissiyatını uyandırıyor.
2012 yılının Bakü’sünde bir de madalyonun diğer yüzü var. Petrol gelirlerinden mahrum bırakılmış bölgelerden ve ailelerden gelen binlerce Azeri genci, kendilerine bu toplumda bir iş ve yer arayışı içinde, üzerilerindeki koyu renk kıyafetlerle her gün metroya doluşuyor.
Bu gençlerin çoğu başka bir gelecek umuduyla ülkeden gitmeye hazır. Qusar’a giden otobüsteki genç komşum da onlardan biri : “Azerbaycan mı ? Burası bir bataklık… Benim memleketim Qusar ve ben bir Lezgi’yim.” Kendisi Saint Petersburg’a gitmeyi ve orada çalışmayı düşünüyor : tıpkı yarım milyona yakın Azerbaycan vatandaşı gibi, teyzesi de orada yaşıyor. Azerbaycan resmi rakamlara göre 8 milyondan biraz fazla bir nüfusa sahip. Ev sahibime göre iş bulmak için çevre bölgeleri terk eden 2 ila 3 milyon kişi Bakü’de yaşıyor. Nüfusun önemli bir bölümü ülkeyi terk etmeye çalışıyor. En zenginleri için istikamet Amerika. Diğerleri için ise Rusya ya da Türkiye. “Buradaki gibi kayırmacılık ve paraya dayanan bir oligarşide mallara ancak sınırlı bir elit erişebilir”, diye anlatıyor ev sahibim. “Diğerleri ne yapsın? Memuriyetler, tıpkı diplomalar gibi, alınıp satılıyor…”.
Baba ve oğul Aliyevlerin, “Ülkemiz güçlüdür çünkü iyi savunulmaktadır”; “Azerbaycan refah içindeki geleceğine kararlılıkla yürümektedir”; “Sevgili Qusarlılar, Azerbaycan’ın gücüne katkıda bulunuyorsunuz” gibi üniter sloganlarının her yanı kapladığı Azerbaycan’ın kuzeyindeki Lezgi ülkesinde, tıpkı Bakü’de olduğu gibi tüm ülkeyi saran bu kayıp, bu kara boşluk insanı sarsıyor: bölge müzesinde amforaların sergilendiği arkeolojik bir salon ile, 1941-45 arasındaki “Büyük yurtseverlik savaşı” dönemine ayrılmış ve Soyvet ordusunda Nazilere karşı savaşan Azerilerin anıldığı bir bölüm arasında parçalanmış ceset fotoğraflarını sergileyen bir sütun insanın bakışını hapsediyor. Yerimden sıçrayarak rehbere bunun ne olduğunu soruyorum. “Burası Hocalı” diyor ve söylediklerinin son derece doğal ve bariz olduğundan emin bir şekilde bu olayın “Ermeniler tarafından Azerilere karşı işlenen uzun bir soykırımlar listesinin parçası” olduğunu ekliyor. 1915’ten söz dahi etmeden sadece Sumgait ile ilgili bir soru sorma riskini göze alıyorum. Sumgait mi? Rehber bana hiç istifini bozmadan, Sumgait olaylarının Ermeniler tarafından, kendilerini kurban ve şehit olarak göstermek için” düzenlendiğini “açıklıyor”. Müzedeki gerçek şehitler, kendilerine son salonun ayrıldığı Karabağ’ın Azeri şehitleri.
Son salondan önce Aşık Qerib’in bir portresi asılı. Bu Azeri-Lezgi kahramanını önce Lermontov, daha sonra da… Parajanov popülerleştirmişti. Parajanov bir Tiflis Ermenisiydi, Bakü’ye hayran bir Kafkas Ermenisi. Parajanov Kiev’li Sovyet Ermenisiydi. Parajanov bir dünya Ermenisiydi.
Aude Merlin