Başbakan Erdoğan'ın kürtajı cinayetle özdeşleştiren çıkışına tıp uzmanları ve kadın hakları savunucularından tepki geldi. Prof. Dr. Atıf Yüksel, 'Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz' derken TTB, kadının bedeni üzerindeki hakkının, 'potansiyel haklara göre daha üstün' olduğunu belirtti.
Başbakan Erdoğan’ın çıkışıyla, dünyanın büyük bölümünde aktif münazara konusu olan kürtaj, Türkiye'de yeniden tartışılmaya başlandı.
Kürtaj hakkı konusu en son AK Parti 2005’te yürürlüğe giren TCK’yı hazırlarken tartışılmış ve gebeliğin 10. haftasına dek isteğe bağlı kürtaj serbest bırakılmıştı. Başbakan Erdoğan , “Kürtaj cinayettir” çıkışının ardından Sağlık Bakanı Recep Akdağ’a konuyla ilgili bütün detayları içeren bir çalışma yapılması ve Bakanlar Kurulu’na sunulması talimatını verdi.
Hükümet, kürtaj konusundaki tavrını bu rapordan sonra belirleyecek.
İTO: 'Dil sürçmesi olmasını diliyoruz'
İstanbul Tabip Odası, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın sözleri üzerine başlayan 'Sezaryen' ve 'Kürtaj' tartışmalarına yönelik konunun uzmanlarının katıldığı bir toplantıyla açıklama yaptı. Ortak basın açıklamasını okuyan Türk Jinekoloji ve Obstetrik Derneği (TJOD) İstanbul Şubesi Başkanı Prof. Dr. Atıl Yüksel, 'Sezaryen bir tıbbi müdahale olup, cinayet olarak tanımlanamaz' diye konuştu ve ekledi; 'Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz.'
'Kadının kendi bedeni üzerindeki hakkı potansiyel haktan üstündür'
Sağlık Bakanlığı, konunun bütün boyutlarını kapsayan bir rapor için çalışmalara başladı. Türkiye’de 2008’den beri sağlıklı bir kürtaj araştırması yapılmadığını belirten Akdağ, sağlık sorunları gibi zorunluluklar dışında kürtaj yaptırma konusuna yaşam hakkı açısından bakılması gerektiğini söyledi. “Karşı çıkanlar annenin tercih hakkından söz ediyor ama ya çocuğun yaşam hakkı?” sorusunu yönelten Akdağ, annenin değişik nedenlerle bakamayacağı çocuklara devletin bakabileceğini ifade etti.
Akdağ, 2008’de de hiçbir gerekçe belirtilmeden isteğe bağlı kürtaj oranın yüzde 11 olduğunu söyledi. (Her 100 gebeden 11’i kürtaj olmuş).
Öte yandan Türk Tabipler Birliği'den (TTB) gelen yazılı açıklamadaysa, 'Kürtaj hakkı; kadınların kendi bedenleri ve doğurganlıkları üzerinde söz sahibi olmasının ayrılmaz bir parçasıdır' ifadelerine yer verildi. TTB açıklamasında Sağlık Bakanı Akdağ'ın 'yaşam hakkı' ifadesine atıfta bulunarak, 'Kadınların kendi varlıklarını koruma ve özgürce sürdürme hakkı, potansiyel haklara göre daha üstündür' dendi.
'Hükümetin tutumu çelişkili'
Türkiye Kadın Girişimciler Derneği (KAGİDER) Yönetim Kurulu Başkanı Gülden Türktan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Her kürtaj bir Uludere’dir”şeklindeki sözlerine ilişkin olarak bir açıklama yaptı. Açıklamada, “anne olup olmamak kadının kendi karar vereceği bir konudur , Kadın güçlenmesine hizmet eden çalışmalar yürüteceğini vaat eden bir hükümetin ve siyasi iradenin, kadının en temel insan hakkını tartışmaya açması çok çelişkili bir durumdur” denildi.
Recep Akdağ: “Sezaryen yöntemi aile planlamasını olumsuz etkiliyor”
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın sezaryenle doğum konusundaki açıklamaları, Sağlık Bakanlığı’nın uzun süredir bu konuda yaptığı çalışmaların hızlanmasına neden oldu. Özel hastanelerde sezaryen ile doğum oranının yüzde 70’leri geçtiğini belirten Sağlık Bakanı Recep Akdağ , bu oranın yüzde 10 olması gerektiğini vurguladı. Bu konuda hekimlerin eğitimine başlandığını ifade eden Akdağ, “Bazı anormal durumlarda sezaryen kaçınılmaz. Ancak özel hastaneler hiçbir neden yokken ‘anne öyle istedi’ gibi gerekçelerle sezaryen yapmayı sürdürürse, o hastanelerin doğum ruhsatlarını alacağız” dedi. Akdağ, sezeryen ile doğumlarda rahimin uğradığı tahribat nedeniyle ikiden fazla doğum yapmanın zorlaştığına da dikkat çekerek sezeryen yönteminin aile planlamasını olumsuz etkilediğini de söyledi.
TTB: 'Kadınlar devlete değil kendilerine aittir'
Türk Tabipleri Birliği Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu dün bir yazılı açıklama yaptı: “Suç olan kürtaj değil, kadınların hayatlarını riske atacak tehlikelere zorlamaktır... Kadınların kendi varlıklarını koruma ve özgürce sürdürme hakkı, potansiyel (henüz oluşmamış) haklara göre daha üstündür. Gebelikte ve doğumda bedensel riskleri üstlenenler, doğumla birlikte hayatları sonsuza dek değişecek olan kadınlardır. Kadınlar devlete değil, kendilerine aittir. (...) Kürtajın yasal süresi, pek çok ülkede 12 hafta iken Türkiye ’de 10 haftadır. Ne var ki, sağlık kuruluşları fiili olarak kürtajı sekiz haftaya kadar yapmakta ve yasal hak açıkça devletin sağlık hizmetleri kanalı ile ihlal edilmektedir. Uzun süredir fiilen yürürlükte olan kürtaj hakkı gaspının, önümüzdeki süreçte bir yasaklamaya dönüşmesinden endişe duymaktayız.”
KAGİDER: 'Kürtajı ve kürtaj hakkını savunmak iki ayrı konu'
Kadının bedensel bütünlüğü, siyasi ve sosyal özgürlüğü, ekonomik ve politik yaşamda özgürce var olma hakkı, cinsel ve üreme haklarının bir bütün olduğu belirtilen KAGİDER Başkanı Türktan'ın açıklamasında “Hiç bir başbakanın, hiç bir siyasi iradenin ve siyasi hareketin kadının kendi bedeni üzerindeki hakkı tartışmaya açması kabul edilebilir değildir, kadın erkek eşitliği ancak bütüncül bir yaklaşımla sağlanabilir' denilerek şu ifadelere yer verildi:
“Kadının insan hakları mücadelesi kapsamında bugüne dek kazanılmış tüm haklar çok önemli ve taviz verilmeyecek temel haklardır. Kadının bedensel bütünlüğü, siyasi ve sosyal özgürlüğü, ekonomik ve politik yaşamda özgürce var olma hakkı, cinsel ve üreme hakları bir bütündür ve kadın erkek eşitliği konusunda temel haklardır.
Kadın güçlenmesine hizmet eden çalışmalar yapacağını vaat eden bir hükümetin ve siyasi iradenin, kadının en temel insan hakkını tartışmaya açması çok çelişkili bir durumdur”
Kadınların toplumun özgür ve eşit birer bireyleri olduğunu savunan her insanın, kadının kendi bedeni üzerinde yalnızca kendisinin tasarrufu olacağını bildiğini vurgulayan Türktan şu görüşleri savundu:
”Anne olmak da, anne olmamak da, istenmeyen gebelikte özgür karar vermek de kadının kendi verebileceği kararlardır.”
Kürtajı savunmak ile kadının kürtaj hakkının savunusunun iki ayrı konu olduğuna dikkat çeken Türktan şöyle devam etti:
“Kadının kürtaj hakkı, evrensel insan hakları kapsamında değerlendirilen üreme hakkının temel bir parçasıdır ve bu temel insan hakkının var olduğunu ve korunacağını savunmak insan haklarının temel savunusudur. Bu nedenle de tartışma götürmez bir konudur. Siyasi iradenin, hükümetlerin ve siyasi partilerin politika alanlarının üzerinde bir yerdedir.”
'Kürtaj yasağı kadın hayatını tehlikeye atar'
Bu siyasi çıkış akabinde kürtajı yasaklayan bir yasanın gelebileceğini dikkat çeken Türktan, böyle bir yasa çıkması durumunda yasa dışı uygulamalar ile kadın sağlığı ve hayatının tehlikeye atılabileceğini, tecavüzler sonrası ortaya çıkan istenmeyen gebeliklerde kadın ölümlerinin artabileceğini belirtti.
Başbakan Erdoğan’ın AK Parti Kadın Kolları Kongresi’nde yaptığı kürtaj-Uludere benzetmesinin aynı zamanda etnik ayrımcılık ve indirgemecilik olduğuna dikkat çeken Türktan, “Kürtajı katliam olarak nitelemek ve bu katliamın Uludere vakası ile aynı olduğunu savunmak etnik temelde de ayrımcılık içeren, indirgemeci bir yaklaşımdır” dedi.
Türktan, her koşulda kadınların özgürleşmesi ve eşitliği için mücadele eden, KAGİDER’in hiçbir ayrımcılığı kabul etmeyeceğini söyledi.
CHPli Hamzaçebi: 'Nüfusumuzun geleceğini daha iyi yapmakla uğraşmalı'
CHP Grup Başkanvekili Hamzaçebi de, Başbakan’ın gündeme taşıdığı konuların, Türkiye gündeminde olmaması gereken suni konular olduğunu savundu. Hamzaçebi, “ Türkiye ’nin nüfus artış hızındaki yavaşlama, gelişmiş ülkelere paraleldir. Çiftlerin kendilerinin verdikleri karara yönetimin müdahale etmesi doğru değildir. Nüfusumuzun geleceğini daha iyi yapmanın gayreti içinde olursak, çok daha doğru bir iş yapmış oluruz” dedi.
'Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulama yarar sağlamaz'
Tüm dünyada ve Türkiye’de sezaryen oranlarında artış görüldüğünü vurgulayan Yüksel, Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) önerdiği yüzde 15’lik sezaryen oranlarının hiç bir ülkede tutturulamadığını ve artışın sürdüğünü dile getirdi. Yüksel, 'Sezaryen, tıbbi gereklilik halinde anne ve bebek yaşamını kurtarıcı bir operasyondur. Tıbbi gereklilik dışında sezaryen oranlarının azaltılması için tüm dünyada çalışmalar sürdürülmektedir. Bu çabalara karşın, anne isteği ile sezaryen yapılması yine pek çok Batı ülkesinde yasal olarak uygulana gelmektedir' diyerek, Türkiye’de ortalama sezaryen oranlarının yüksek olduğunu ve düşürülmesi için önlemler alınması gerektiğini söyledi.
Sezaryen oranlarının düşürülmesi için 2 yıl önce TJOD’un Sağlık Bakanlığı ile ortak bir çalışma yaparak, konuyla ilgili önerilerini sunduğunu anlatan Yüksel, 'Sezaryen oranlarını düşürmeye çalışmak önemli olmakla beraber, bunu gerçekleştirmeye yönelik uygulamaların hasta hakları ile hekimin hukuki sorumluluğunu ihlal etmemesini sağlamak da önemlidir. Hekimi ve kurumları cezalandırmaya yönelik uygulamaların ise bir yarar sağlamayacağı açıktır. Bugün tüm dünya yüksek sezaryen oranlarını tartışmakta ve çözümler aramaktadır. Sorun yalnızca ülkemize özgü olmayıp, bir insan hakkı olan ’üreme hakkı’ ile de yakından ilişkilidir' diye konuştu.
Sezaryen oranlarının yüksek olduğunu herkes kabul ediyor
Prof. Dr. Yüksel, konunun uzmanı olan kurumları sıralayıp, bu kurumların da sezaryen oranlarının yüksek olduğu ve düşürülmesi gerektiğini kabul ettiklerini belirterek, 'Ancak bu kabul camiamızı hayretler içinde bırakan ’Sezaryeni bir cinayet olarak görüyorum’ cümleciğini kabul etmek anlamına gelmemektedir. Sezaryen bir tıbbi müdahale olup, cinayet olarak tanımlanamaz.
Tıp dışı çevrelerin sezaryen oranlarındaki artışı sorgulama ve eleştirme haklarını kabul etsek de, Başbakan ya da bir başka siyasetçinin sezaryeni bir cinayet olarak tanımlamasını çok yadırgıyoruz. Sezaryeni yapan hekimlerin de cani olmasını gerekli kılan bu tanımlamayı kınıyor ve bir dil sürçmesi olmasını diliyoruz' dedi.
'Kürtaj aile planlaması yöntemi değildir'
Kürtaj konusunu da değerlendiren Yüksel, Türkiye’de isteğe bağlı düşük uygulamalarının 1983 yılında kabul edilen 'Nüfus Planlaması Kanunu'na göre yapıldığını ve bu kanuna göre Türkiye’de 10 haftaya kadar olan gebeliklerin isteğe bağlı olarak sonlandırılabildiğini kaydederek, 10 haftadan sonraki gebeliklerde ise anne ve bebeğin hayatını tehdit eden durumlarla karşılaşıldığında gebeliğin sonlandırılabileceğini vurguladı.
Yüksel, kürtajın bir aile planlaması yöntemi olmadığının altını çizerek, 'Ülkemiz Kadın Hastalıkları ve Doğum camiasının olgunlaşmış, düşüncesi budur. Kürtaj, istenmeyen gebeliklerin önlenemediği ve modern aile planlaması yöntemlerinin uygulanamadığı durumlarda, gebenin ve eşinin isteği ile 10’uncu haftanın altında yasal olarak uygulanan bir girişimdir. Yasalarımızın yurttaşlarımıza hak olarak sunduğu 10 hafta altındaki kürtaj uygulamalarının ’cinayet’ olarak tanımlanmasından duyduğumuz rahatsızlığı dile getiririz.
'Kürtaj cinayet değildir'
Kürtaj, cinayet değildir. Bugüne kadar binlerce vatandaşımız, sosyal ve ekonomik açıdan uygun durumda değillerken oluşmaya başlayan gebeliklerinde yasaların onlara verdiği hakka dayanarak ve kendi istekleriyle gebeliklerine son verdirmişlerdir. Yurttaşlarımız bu hakka kavuşmadan önce, yani kürtaj yasakken, istenmeyen gebeliklerin şimdiki gibi hastanelerde ve gerekli sağlık koşullarına sahip yerlerde değil, köşede bucakta, bilgisiz kimseler tarafından, rahime olmadık maddeler sokularak sonlandırılmakta olduğunu ve bu tür girişimlerin sıkça anne ölümleriyle sonuçlandığını hatırlatmak isteriz. Bu 20-25 senenin Türkiyesi' diye konuştu.
Kürtaj yasaklanırsa gizli kürtaj yapan yerler oluşur
Kürtajın yasaklanması durumunda olacakları anlatarak, 'Açık konuşmak lazım. Gizli kürtaj yapılan yerler oluşur bir süre sonra. Bu yerlerin kalitesini denetlemekle ilgili ciddi problemler oluşur. Bunların bir kısmı medikal tıbbi profesyoneller tarafından çalıştırılır, bir kısmı da, esas problem orada başlar, yetkin olmayan insanların, gebeliği hiç hoş olmayan yöntemlerle tahliye etme çabalarına doğru tekrar geri dönebilir. bunlar da anne yaşamıyla ilgili ciddi riskler getirir' dedi. Yüksel, kürtajın, kadın doğum hekimlerinin severek yaptığı bir iş olmadığının da altını çizdi.
(vE)