Hız çağı aynı zamanda yaş düşmanı. Madem düzen tüketilmelik mallar, son kullanma tarihli ürünler üzerine kurulu, insanın da genci makbul. Özellikle moda, reklam, müzik ve sinema piyasası bu kurala göre şekillenir. MerylStreep, Helen Mirren gibi birkaç istisnayı bir kenar koyacak olursak, kadın yaşlandığında genci ve güzeliyle yer değiştirir. Zira, ataerkil düzen elbette erkeği yaşlanırken de bir miktar koruyacak, saçlara inen kırlar çekici, kadının kırışıkları ise botoks ve benzeri işlemlerle acilen mücadele edilmesi gereken kusurlar olarak görülecektir.
Oysa kıymetlidir yaşını almak; ruh ile beden arasındaki çelişkinin tadına varmak. Bazen ruh alır başını gider, kaç yaşında olursan ol kendini capcanlı, dipdiri hissedersin. Bazen de anlar içinde yaşlanıverir ruh; bedenle bağı kesilir. Zamanı kendi belirler. Öldüğü anları doğumgünü beller.
susup bekleyerek yaşlanıyordu
şeylerin uğultusu arasında
içi ağırlaştıkça rüzgara çıkıyor
siliyordu kendini durma
Dünya gürültülüydü, insanlar meşguliyetli. Sırtının aşağısında tam ortada bir noktayı hissediyordu kadın, ağrının noktası. Ağrı işte oradan bacaklarına doğru iniyor, ayak tabanları boyu yayılıyordu. Aksi gibi havada kuşlar vardı. Beğenmediği yerden havalanıveren, göçmenliklerini bile estetik koreografi içerisinde yaşayan özgür varlıklar. Çantası her adımda giderek daha ağır. Oracıkta bırakmayı düşündürecek kadar ağır. Konuşması her gün giderek daha az. Dili lal oldu diye düşündürecek kadar az.
Bir tek rüzgâr dosttu. Şefkatli esintisi iyi geliyordu. Tatlı bir okşayış gibi. Gün geceye döndüğünde, fırtına patladığındaysa bir anda arzuhalcisine kavuşuyordu kadın. Susmaktı tek içinden gelen. Rüzgâr onun yerine konuşuyordu nasıl olsa. Hem ulaşmıyorsa söz, konuşmak ne fayda.
ağrıya ağrıya nara dönüştüğünde
açtılar içinden sözler çıktı
kem sözler, kırıcı davranışların izleri
aldanma gölgesi, ondurmayan bağışlama
"gitmeliyim" çıktı, "dönmemek üzre bir daha"
"artık herkesin yüzüne
bütün düşündüklerimi"
"yalnız olmalıyım" çıktı.
derinlerde sır tutmuş
bir eski sevda.
Sonra ağzını açtı usulca. Balık gibi açtı. Kelimeler yolu gösteriyordu bir kez daha. Çıkmayı düşündüğü bir menzili değil, zorunlu bir istikameti vardırmazlığında. “Ooo, kimleri görüyorum” diye dalga geçen bir yolu. Engebesi bol, ille de ayağını tökezleten, kaydıran bir yolu. Kendini kandırmanın bildik sonunu. Tekrarlanmasın bir daha diye dua edileni. Başka türlüsü mümkün diye umut edileni. Yitirileni.
Sular var, aynalar, bir de vitrin camları. Kaçamazsın suretinden ne kadar istesen de. Bakarsın çizgilerine yüz saatinde. Gözün çevresinde beliren yeni inceliklere. Alında derinleşen satırlara sonra. İki kürek kemiği arasında dönenip duran o sinsi bıçağa. Karın boşluğuna oturmuş o yumruğa. Boğazdaki yanmaya. Geceleri yine karın üstü yatılacak besbelli, organları bastırmak gerek. Organlar hiç başlamamalı konuşmaya.
Konuşulmamalı yaşlandığında. Söz bittiği içindir o izler. Gerekeni onlar söyler. Bakışın kelimedir, dudaklarının kıvrımı vurgu. Kaşlarının arası nokta. Kim bilir belki de mutluluğa bazen insanın kendi nazarı değer. Kim bilir belki de fazladır bir şeyler yaşamaya.
Bir yerden sonra her şey önemsizleşir yaşlandığında. Berrak bakışlarının buğulandığını fark edersin. Döngüler birbirinin üstüne biner. Bellek oyunları devreye girer. Erken bunama diye takılırsın kendine. Yığıntı anıların bir tek tadı kalır. Kekremsi acı. Bu da vardı sahi dersin, bu da…
Nihayete ermiş hissedersin yaşlandığında. Bir anla, bir anda yaşlandığında. Herkes her şeyi biliyor olduğunda. Kerelerce dinlenen şarkı tenine kazınır da, yinelenen söz anlamında ufalanır muhatapsızlığında. Ondandır susman. Tek bir hece bile beyhude olduğundan.
Son hatırlamak istediğin seni de sonsuz hissettiren aşktır. Ruhunla vücudunun buluştuğu, büsbütün insan, büsbütün kadın olduğun, oldurulduğun aşk. Genetiğine, kimyana karışmış eski aşk. Sana seni hatırlatan, kim olduğunu unuttuğunda. Bu da vardı şükür dersin, bu da…
Gülümsersin. ‘Sonra işte yaşlandım’ dersin. Yaşlandım işte sonra.
Şiir: Sonra İşte Yaşlandım, Gülten Akın