Central Florida Üniversitesi Celal Talabani Kürt Siyaseti Araştırmaları Kürsüsü sahibi Doçent Doktor Güneş Murat Tezcür’ün yaptığı araştırmaya göre “İD’ye (İslam Devleti) katılanlar genelde aramızdan insanlar’’.
Diyarbakır’daki patlamayla IŞİD’in Türkiye’deki intihar bombacısı eylemleri başlayalı aslında bir yıl bile olmadı. Ama İstanbul, Ankara, Diyarbakır derken Taksim’e kadar geldi ve Taksim saldırısından sonra Türkiye’nin bütün şehirleri teyakkuz halinde. Dünyanın bütün şehirleri de. Her gün intihar bombacılarının isimleri ve eşkalleri yayınlanıyor. Central Florida Üniversitesi Celal Talabani Kürt Siyaseti Araştırmaları Kürsüsü sahibi Doçent Doktor Güneş Murat Tezcür’ün yaptığı araştırma ortaya koyuyor ki, “İD’ye (İslam Devleti) katılanlar genelde aramızdan insanlar’’. “Korkunç bir vahşeti meşrulayan İD’nin ideolojik cazibesini yabana atmamak lazım” diyen Tezcür’e göre Türkiye’de İslamcı kesimler arasında, “Dünya, Suriye ve Irak’ta Sünni Müslümanlar ölmesine göz yumuyor” algısı iyice yerleşmiş durumda ve bu “kurban olma” algısı ötekileştirilmiş insanlara karşı şiddeti mübah gören bir duruşa yol açabiliyor. “Türkiye siyaseti üzerine çalışmak bugünlerde bir nevi akademik cenazecilik hissi uyandırıyor” diyen Tezcür, IŞİD’in detaylarını anlattı.
Siz Türkiye’den IŞİD’e katılanlar hakkında bir araştırma yaptınız. Buradan çıkan sonuçlar nedir? Araştırmanın bittiği tarihten bu yana veriler nasıl değişti?
2015 sonu itibariyle, dünyanın farklı ülkelerinden 30 bin civarında insanın Suriye ve Irak’a aşırılık yanlısı gruplarla beraber savaşmak için gittiği tahmin ediliyor. Bunlar arasında Türkiye’den kaç kişinin bulunduğuna dair net bir rakam yok. Bazı kaynaklara göre 2015 sonbaharı itibariyle 400 kadar Türkiye vatandaşı Suriye ve Irak’ta cihadcı grup saflarında savaşırken öldü.
Türkiye’den Suriye’ye savaşmak ya da yeni bir hayat kurmak için gidenlerle ilgili iki yıla yakın bir zamandır, gazeteler, web siteleri, bloglar, forumlar gibi açık kaynakları kullanarak bir araştırma yapıyorum. 2014’de bir meslektaşımla beraber çalışmamızın ilk sonuçlarını ‘Foreign Affairs’ dergisinde yayınladığımız zaman 112 insanın bilgisine ulaşmıştık. Bu aşamada 238 kişiyi kapsayan bir örneklem üzerine çalışıyorum. Suriye’de savaşmaya gidenleri üç farklı grup olarak değerlendirmek gerekir.
Nasıl bir gruplama yapıyorsunuz?
Bir, YPG saflarında savaşmak için giden Kürt gençleri, aralarında az sayıda farklı etnik gruplara mensup gençler de var. İki, kendisini İslam Devleti (İD) olarak nitelendiren oluşuma katılanlar. Üç, İD dışında diğer İslamcı muhalif gruplara katılanlar. Başka bir deyişle, Türkiye’den Suriye’ye gidenler üç farklı dava için savaşıyorlar: Kürdistan davası, Hilafet davası ve Ümmet davası. Bu son iki kategori cihad amacına hizmet etse de, aralarındaki ayrım önemli. Zira İD ve diğer İslamcı gruplara katılanlar arasında çok önemli bir fark var. İD dışındaki gruplara katılanların önemli bir kısmı “İslami aktivizm” diyebileceğimiz yapılanmalar içinde faal olarak yer alan insanlar. Bunların bir kısmı İslami dayanışma ve yardım derneklerinde yer alırken diğerleri siyasi aktivist olarak eylemlere katılan kişiler. İD’nin temsil ettiği Hilafet davası için Suriye’ye gidenlerin geçmişinde ise bu tip İslami aktivizm yaygın olarak bulunmuyor. Kısaca, İD’nin son derece püritan ve indirgemeci İslam anlayışı, İslami bilinci çok da yüksek olmamış insanlar için bir cazibe merkezi olabiliyor.
IŞİD ve diğer cihadcı gruplara katılanların özellikleri hakkında ne söyleyebiliriz?
Türkiye’den Suriye’ye cihada gidenlerin önemli kısmı 20’li yaşlarda. Ortalama yaş 27. YPG saflarına gidenler ise genelde daha genç. Yine önemli bir fark medeni durumla alakalı. YPG için savaşanların (PKK için de böyledir) hemen hepsi bekar iken, cihad için savaşanlar arasında çok sayıda evli var. YPG saflarında savaşanların yüzde 20’den fazlası kadın iken, İD ve diğer İslami gruplara katılan kadın sayısı çok düşük. Sosyoekonomik açıdan ise, cihad için Suriye’ye gidenler daha çok orta ve alt-orta sınıflardan. Aynı zamanda, bu insanların önemli bir kısmı lise ve üniversite seviyesinde eğitim almış. İl bazında ise Konya, Adıyaman, Bingöl, Gaziantep ve büyük metropol kentleri öne çıkıyor. İlk başlarda gidenler arasında, daha önceden Bosna, Çeçenistan, Afganistan gibi yerlerde savaşanlar öne çıkarken, zamanla bu tip tecrübelere sahip olmayan çok sayıda insan da Suriye’de cihada gitti. Ayrıca, Türkiye Cumhuriyeti’nin temsil ettiği milli kimlik (Türk veya Türk-İslam milliyetçiliği) Kürtlerin büyük kısmı için bir anlam ifade etmediği için, Kürtler arasında sadece Kürdistan için değil Ümmet ve Hilafet için de savaşan çok sayıda insan var.
IŞİD’e katılanlar ‘aşırı’, ‘radikal dinci’ olarak nitelendirilebilir mi yoksa “aramızdan” insanlar mı? Bu insanları IŞİD’e çeken temel nokta nedir?
İD’ye katılanlar genelde sizin deyiminizle ‘aramızdan insanlar’. Somut örnekler vermek gerekirse, konfeksiyon atölyesinde çalışan kızkardeşler, üniversite sınavına hazırlanan yeniyetme genç adamlar, bütün ailesini yanına alıp Rakka’ya giden esnaf, babaları üniversitede öğretim üyesi olan ve en büyükleri diş hekimliği okuyan üç erkek kardeş, bacanağının peşinden Suriye’ye giden fırıncı... Bu insanların olağandışı ve kendilerini toplumun geri kalanından ayıran özelliklere sahip olduklarını söylemek pek mümkün değil. Çok farklı profillere sahip olabiliyorlar. Öte yandan, birçoğunun ortak özellikleri, yerel düzeyde bazı Selefi oluşumlara takıldıktan sonra “hicret” kararını almaları. Bu oluşumlar bazen çay ocağı, bazen gayriresmi bir mescit, bazen de bir kitapevi olabiliyor. Hem Suriye’ye gidişi mümkün hale getiriyorlar, en azından çok yakın zamana kadar, hem de bu insanların yeni bir kimlik inşa etmesine aracılık ediyorlar. Bu bakımdan, güven esasına dayalı yüzyüze ve birebir ilişkiler bu insanların Suriye’ye gitmelerinde başat rol oynuyor. Çalışmamda, sadece sosyal medya bağlantıları kurarak Suriye’ye giden çok az sayıda insana rastladım.
Benim asıl anlamak istediğim, bu kadar sayıda insanın niye siyasi bir dava uğruna hayatlarını riske etmeye gönüllü oldukları.
Araştırmanızın sonucu olarak bunun cevabını nasıl veriyorsunuz?
Bunu İD örneğinde değerlendirince şunun altını çizmek isterim. Birincisi, bu insanlar mensubu oldukları topluluğun yaşamsal bir tehdit altında olduğu algısına sahip. Gerekirse kendi hayatlarını riske ederek bu yaşamsal tehditi bertaraf etmek ve mensubu oldukları topluluğu kurtarmak son derece etkin bir motivasyon olarak ortaya çıkıyor. Ve ilginçtir, bu eylemleri gerçekleştirenler genelde hayatlarına yön verebileceklerini düşünen kişiler. Sanıldığının aksine, bu insanlar çoğu zaman hayattan hiçbir umudu kalmamış, yaşama küsmüş ve toplumun en alt kademesinde yer alan kişiler değiller.
IŞİD Türkiye’ye karşı da eylemler yapıyor. Türkiye’nin IŞİD’i desteklediği, hatta zaman zaman sevkiyat yaptığı iddiaları, ikisinin de Müslüman olduğu, elbette IŞİD’in Selefi olduğunu unutmadan, gibi noktaları düşünürsek, IŞİD bunu Türkiye’ye neden yapıyor?
İD şiddetinin ayırt edici özelliği Selefi bir hareket olması değil. Selefi El-Kaide’nin şiddetinden bile daha farklı İD’nin şiddeti. Meşru hedef olarak nitelendirdiği çerçeve çok daha geniş. İD’nin temsil ettiği cihadcı Selefî Müslümanlık son derece dışlayıcı ve dar bir çerçeveye sahip. Kendi pratik ve temayüllerini kabul etmeyen herkesi kafir eden bir anlayış. İdeolojik bakımdan, İD’nin İslamcı tandanslara sahip bir hükümetin yönettiği Türkiye’yi hedef almasını engelleyecek hiçbir faktör yok. Öte yandan, İD’nin şimdiye kadar Türkiye’de saldırdığı hedefler ya muhalif (sol ve Kürt hareketi) kesimler ya da turistler. Özellikle Kobani yenilgisi sonrası bunlar öncelikli hedefleri.
Belçika’da doğup büyüyenler IŞİD adına eylem yapıyor ya da en son Türkiye’de IŞİD’e katılmak için gelen bir Japon yakalandı. Bu kadar uzak bir kültürden bir insanın IŞİD’e katılmaya istekli olmasını nasıl açıklarsınız?
İD evrensel olma çabasında bir ideoloji yayıyor ve bütün dünya Müslümanlarını kendi çatısı altında toplamak istiyor. Bu çağrı çok farklı insana hitap edebilir. Avrupa ülkelerinde yaşayan ve kendilerini toplumdan dışlanmış hisseden ikinci nesil Müslümanlar, Arap ayaklanmalarının nispeten daha demokratik bir rejime yol açtığı tek ülke olan Tunus’ta eğitimli ama işsiz gençler, Krallığın temsil ettiği Selefiliği ikiyüzlü bulan Suudi gençler, ABD’de sosyal medya aracılığıyla İD’ye sempati geliştiren orta sınıf ve iş sahibi Müslümanlar, hayatlarına bir yön ararken İslam’la tanışıp Müslüman olan ve İD’nin sunduğu indirgemeci ideolojiyi benimseyen Batılılar... Bu bakımdan, korkunç bir vahşeti meşrulayan İD’nin ideolojik cazibesini yabana atmamak lazım.
Şu son dönemde yaşanan garip bir durum var. Ankara’da iki defa, İstanbul’da iki defa patlayan bombalardan sonra bir Kürt arkadaşım söyle dedi: “Bir yerde bomba patladığında acaba IŞİD mi yoksa TAK mı diye ayrım yapamıyorum artık. Birisi nefret ettiğim bir örgüt, birisi ise sempati duyduğum.” Bunu nasıl açıklayabilirsiniz?
Çok farklı ideolojik duruşlara sahip insanları benzer intihar saldırısı eylemlerine yönelten süreci anlamak için, bu kişilerin geliştirdikleri kolektif yaşamsal tehdit algılarına odaklanmak gerekir. Bu tehdit algılarını besleyen politikalar, siyasi durum ve yapılanmalar sürdükçe, bu tip eylemlere başvuracak insanlar her zaman olacaktır. Günlük hayatın akışı içinde sivilleri hedef alan kişileri de sadece polisiye önlemlerle durdurmak oldukça zor. Öte yandan, intihar saldırılarını düzenleyen örgütlerin stratejik hesaplar güttüğünü vurgulamak gerekir.
Ne tür stratejik hedefler bunlar?
İntihar saldırıları gerçekleştiren örgütler genelde hasımlarına karşı daha güçsüz bir pozisyonda bulunurlar. Yani, konvensiyonel araçlarla veya diplomasiyle başarı kazanma ihtimalleri azdır. Bu tip saldırıların çoğu zaman amacı karşı tarafı provoke edip savaşı iyice kızıştırmaktır. Provoke olan taraf bütün gücüyle karşılık verdiği zaman ortalığı yakıp yıkacak, ölümler ve insan hakları ihlalleri artacaktır. Çoğu zaman bu süreç örgütün kitlesel desteğini arttıracak ve sağlamlaştıracaktır. Örgütün bakış açısında göre, böylece savaş uzun bir zaman devam edecek ve karşı taraf yıpranıp belirli siyasi ödünler vermek zorunda kalacaktır.
IŞİD’in Türkiye’ye etkisini tam olarak gördük mü, yoksa göreceğiz, daha çok şey var mı?
Askeri yöntemlerin, İD’nin temsil ettiği vahşi ve dışlayıcı siyasi platformun kitlesel temsil yeteneğini ortadan kaldırması pek mümkün değil. Irak ve Suriye’de ‘azınlık’ statüsüne mahkum olmuş kesimler için İD’nin ümmet ve halifelik söyleminin ve pratiğinin çekiciliği var. Bu kesimler siyasi temsilden yoksun kaldıkları sürece, İD’nin etkisi devam edecektir. Ayrıca, İD ele geçirdiği toprakları kaybettikçe ve zayıfladıkça, İD’nin intikam amaçlı intihar saldırılarında bulunma ihtimali yüksek.
AKP, dindarlaşma ve IŞİD
Kasım’da PEW’un yaptığı araştırmada IŞİD’e sempati oranı Türkiye’de yüzde 8 civarındaydı. Ocak’ta ise Global Politika ve Strateji’nin anketinde ise yüzde 5’in IŞİD’in yaptıklarını desteklediği ortaya çıktı. Bunun AKP’nin uyguladığı dindarlaşma politikasıyla bağı var mı sizce?
MetroPoll’ün Ocak 2015’te yaptığı ankette de benzer bulgular var. Örneğin, örneklemin yüzde 20’si Charlie Hebdo dergisine yapılan silahlı saldırıyı “Peygambere hareket ettiler, karşılığını aldılar” şeklinde yorumluyor. Kısacası, Türkiye’de İslam adına sivillere karşı şiddet uygulanmasını onaylayan azımsanmayacak bir kitlenin olduğu aşikâr.
Öte yandan, iki hususun altını çizmek gerekir. Birincisi, Türkiye’de İslamcı kesimler arasında, “Dünya, Suriye ve Irak’ta Sünni Müslümanların ölmesine göz yumuyor” algısı iyice yerleşmiş durumda. Kanaatimce, bu ‘kurban olma’ algısı ötekileştirilmiş insanlara karşı şiddeti mübah gören bir duruşa yol açabiliyor. İkincisi, AK Parti döneminde, İslami örgütler ve gruplar toplumun geniş kesimlerine sirayet edip daha önce ulaşamadıkları kaynaklara eriştiler. Bunlar arasında son derece katı, dışlayıcı ve ötekileştirici tavırlara sahip olanlar da var. Direkt olarak hükümeti hedef alan eylemlerin içine girmedikleri sürece bu yapılanmalar herhangi bir engelle karşılaşmadan faaliyetlerini sürdürdüler ve Suriye’de cihada gitmek fikrini pratiğe geçirmeyi kolaylaştırdılar. Kısacası, bu ortamın oluşmasının hükümetin dindarlaşma politikasının dolaylı bir sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Uzun yıllar boyunca, birçok akademisyen Arap ülkelerine kıyasla Türkiye İslamı’nın bazı özel niteliklere sahip olduğunu iddia etti. Türkiye’de hakim olan Hanefi-Mâturidîlik anlayışının daha rasyonel ve kucaklayıcı bir yapıya sahip olduğu, Anadolu Sufî geleneklerinin hoşgörüyle bezendiği, Özal yıllarından itibaren gelişen ekonomik liberalizmin İslamcıları daha pragmatik hale getirdiği, ülkenin nispeten daha demokratik yapısının ve Batı’yla yoğun bağlarının siyasi İslami ılımlılığa doğru dönüştürdüğü söylendi ve yazıldı. Böylece Türkiye’de uzun süre AK Parti ve Fethullah Gülen hareketi tarafından temsil edilen ‘ılımlı İslamcılığın’ yükselişinin İslami aşırılıkların ve şiddetin önünü keseceği sanıldı ve umuldu. Bunun böyle olmadığı aşikâr. Bu büyük bir yanılgıydı.