Ölümleriyle bile bağışlanamayan çocuklar

“Karanlık hikâyeler güzel cümlelerle anlatılmıyor maalesef. Ama unutmayın ki, bu ülkedeki çocuklar bu hikayelerle büyüyor” diyor gazeteci ve şimdi de ‘Devlet Dersi: Çocuk İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri’ kitabının yazarı Gökçer Tahincioğlu. Bu ülkede çocuklar sadece bu hikâyeleri yaşamıyor, o hikâyelerin içinde “ölüyorlar”. Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol, Abdullah Yaşa, Mahsum Mızrak, Berkin Elvan, Çağdaş Gemik, Ahmet Yıldız, Yasin Akyüz ve daha niceleri. Hepsinin bu kitabı okuyabilme ihtimali vardı ama onlar ‘devlet dersinde öldürüldü’.

‘Devlet Dersi’nde hikâyelerin aslında hepsi çok tanıdık. Hepsi bildiğimiz çocuk ölüler. Ama öykü formatında. Neden öykü formatında yazdınız?

Muhabirlik yaptığım dönemden bu yana bu cezasızlık odaklı çalışmaya gayret ediyorum ve çocuklarda o meselenin içinde ayrı bir başlık oluşturuyor. Böyle bir kitap aklımda vardı ama Gündem Çocuk Derneği’nin planlamasıyla kafamdaki proje denk düştü. Gündem Çocuk’un uzun zamandır takip ettiği dosyalar var ve 10. kuruluş yıldönümü nedeniyle böyle bir kitap yapmak istiyorlardı. Kitapta 19 çocuğun hikâyesini anlatıyoruz. Ağırlıklı olarak Gündem Çocuk Derneği’nin takip ettiği dosyalardan seçtik. Öykü gibi anlatmamın sebebine gelince, anlatılan hikayelerdeki çocuklar kamuoyunun haber formatıyla tanıdığı çocuklardı. Kitabı adlî evraklara boğmak değil, cezasızlık meselesini daha güçlü ve daha vurgulu biçimde anlatmak istedik. Bu nedenle öykü oldu.

Kitapta “Çocuklara yönelik hak ihlalleri kimi zaman büyüklerin dünyasından bile fazla” diyorsunuz.

Çok sert bir iklimde yaşıyoruz. Hikayesi anlatılan çocuklar, özeltercihi olmaksızın, kimlikleri ve sadece doğdukları yer nedeniyle  ‘öteki’ olarak kodlanıp ayrımcılığa maruz kalan çocuklar. Bir çatışmanın tarafı değilken, kendilerini bir olayın mağduru olarak buluyorlar. Bu nedenle yaşadıkları hem tercih kullanan büyüklere oranla çok daha ağır hem de aslında cezasızlık meselesini en çıplak biçimde  gösterebilecek nitelikte.

Çocukların devlet ve toplum tarafından çabuk ‘vazgeçilebilir’ olmasından kaynaklı bir durum mu bu?

Çocuklar, dramını arttırmak için kullanılıyor. Mesela örgütün bir eyleminde çocuk zarar görmüşse o çocuğa ve ailesine daha fazla ilgi gösteriliyor ya da fail farklıysa çocuğun başına gelen her şeybir tarafa bırakılıyor. Bunun tam tersini de düşünmek mümkün. Bütün bunlar,cezasızlık sürecini meşrulaştıran acımasız dile dönüşüyor. Biz hak ihlallerinin bütün boyutlarını anlatmaya çalışırken, bakıyoruz ki bu tartışmanın hiçbir tarafı olamayacak durumda olan çocuklar, eleştirecek hiçbir şey bulanamazsa, dönüp “Teröristin çocuğu zaten, o da sokağa çıkmasaydı, ne işi varmış orada, zaten büyüyünce terörist olacaktı” gibi söylemlerle ölüme, yaralanmaya, okula gidememeye en basitinden yaşadığı korkuya kadar bir dizi hak ihlaline maruz kalıyor. Çocuklar iki kere mağdur haline dönüşüyor. Kimliksiz, tercihsiz yapılarına rağmen kavganın, dövüşün, karmaşanın ölümleriyle bile bağışlanamayan suçlularına dönüştürülüyorlar.

Kitabınızı baktığımızda Kürt çocuklarının daha çok öldüğünü ve cezasızlığın daha çok işlediğini görüyoruz.

Bunu olağan karşılayan bir toplum var çünkü. Yedi yaşındaki bir çocuğun kapısının önünde öldürülmesi, örgütün attığı bombayla duvarın yıkılması sonucu altında kalması, evinde otururken devletin attığı mühimmatla parçalanması doğal ve basit algılanıyor çünkü. Özellikle yaşam hakkı ihlali odaklı olaylarda Kürt çocuklarının daha fazla öldüğünü, daha fazla yaralandığını, daha fazla mağdur olduğunu görüyoruz. Zaten son sokağa çıkma yasaklarından bu yana gelişen olaylarda bizim hızına yetişemediğimiz çocuk ölümleri oluyor.

Kitapta “Bölgede son 24 yılda resmi rakamlara göre 350, gayriresmi rakamlara göre de 561 çocuk öldürüldü” diyorsunuz. En son çıkan Gündem Çocuk Derneği’nin raporuna göre son altı ayda bu sayıya 44 çocuk daha eklendi.

Alışılmadık bir dönemden geçtiğimiz için çok yüksek bir artış yaşıyoruz. Bütün çatışmalı yıllarda kent merkezlerine odaklanan çatışmalar olmuyordu. Olağanüstü hal döneminde bile bu tür uygulamalar yoktu. Bugün özellikle mahalle mahalle yapılan operasyonlarda çocuklar bir biçimde sokağa çıktıklarında ya da evlerinde otururken hedef haline geliyorlar.

Hikâyesi anlatılan çocuklardan neredeyse hiçbirinin davasında ceza çıkmamış.Ceylan Önkol için ‘kendini öldürtmek suretiyle tazminat ödenmesine sebebiyet vermek’ gibi bir açıklama yapıyor devlet. Bu nasıl olabiliyor?

Cezasızlık sadece belli bir kimlikle doğanları ya da sadece ‘örgüt üyeleri’ni hedef almaz. Son kertede tüm toplumu hedef alır. Siz öteki kimliğiyle doğmamış olsanız bile yaşadığınız bir olay nedeniyle öteki konumuna düşebilirsiniz. Bu durumda devlet o cezasızlık durumunu size de uygular.Bu çerçevede bakılırsa bütün bu davaların bu şekilde sonuçlanması ilginç değil. Ve bu davalar sonuçlanırken kullanılan dile baktığımızda korkunç şeyler görüyoruz. Kitaptaki olaylardan örnek vereyim: 13 yaşındaki Yunus Eser, Karamürsel İşitme Engelliler Okulu’nda okurken okulun yanındaki bir elektrik direğinin açık kalan bir yerinden akıma kapılarak öldü. Çocukla ilgili ceza davası devam ederken aile tazminat davası açtı. Tanzimat davalarında “yaşasaydı ailesine ne kadar katkıda bulunurdu” hesaplaması yapılır.Bununla ilgili İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nden gelen yazıda ‘Engelli bir çocuk olmasından dolayı ailesine katkısı ne olabilir ki?’  anlamına gelen ifadeler var. Yani Yunus ‘faydasız olduğu’ için ölmesi de son derece normaldi. Ya da Ceylan Önkol dosyasına zaman aşımına bırakılmaya yönelik bir yazı koydular: “Her ay itina ile kontrol edilmeli.” Bu bir şey yapmayacağınızın delili.Daha yakın tarihli Roboski’ye gelelim. Devlet ‘kaçınılmaz hata’ diye bir kavramı icat edip bu kavram üzerinden süreci cezasız bırakıyor. Yani failin devlet olduğu olaylarda buna yakın meşrulaştırmaya ve cezasız bırakmaya dönük bir dil görürsünüz.

Çocuklara karşı işlenen cinsel suçlarda özellikle kız çocukları seçilmiş. Ayrıca çocukların kız olduğu için rıza göstermekten,zaten yolluyduya kadar varan birçok ifade var. Kız çocukları iki kez mağdur oluyor yani.

Bunu, cezasızlık kültürünün mihenk taşı olarak nitelendiriyorum.Toplumun ahlakı, toplumun yönelimi ne ise yargının ve devletin dili de buna yatkın ve yakındır.Oysa biz yasaların tereddütsüz uygulanmasını ve hak ihlallerini önlemesini bekleriz. Özellikle cinsel istismar vakalarında toplumla ters düşmemek adına ve kendini toplumun bir parçası olmaktan ayıramadığı için devletin dili de toplumun ahlak anlayışıyla birebir örtüşüyor. Oysa ki beklenen daha ileri uygulamalar yapmasıdır. Ceza yasalarımız bu suçların cezalandırılması için son derece elverişli. Ancak cezasızlık anlayışı bu kez devletin kendi görevlilerini korumak için değil devletin toplumsal ahlaka, toplumsal cinsiyet kodlarına uyum sağlamasından dolayı dönüşüyor. Ve yine mağdur çocuklar oluyor. Aslında ortada büyük bir ikiyüzlülük, sahte bir toplumsal ahlak var.

Belki de ‘toplumsal ahlaksızlık’ diyebiliriz buna...

Şunu vurgulamak istiyorum: Cezasızlık meselesinin en önemli bölümü, toplumsal meşruiyet. Yani toplum böyle konularda “ama, fakat, lakin” diye söze başladıkça bizim hak arama sürecinin olumlu sonuçlanmasını beklememiz mümkün değil. 

İki fırın işçisi çocuğun öldürülüşü

Hikâyeleri bir baba olarak yazdınız bir taraftan. Yazarken ne hissettiniz?

Ciddi bir biçimde yaralanmış hissettim kendimi ama buna rağmen bu hikâyelerin çıplak biçimde anlatılmasını gerektiğini düşünüyorum. Yani o çocuklar bunları yaşarken, biz de şu kadar yaralanalım. Uğur Kaymaz, Ceylan Önkol ve Mahsun Mızrak dosyalarını gazeteci olarak takip etmemden dolayı  onları her yazışımda meselenin bir parçasıymış gibi görüyorum kendimi. Son dönem Diyadin’de öldürülen iki çocuğun yaşadıklarını dehşet verici buluyorum. Muhammed 15, Orhan 17 yaşındaydı. Diyadin’de operasyon yapılıyor ve bu iki fırın işçisi çocuk, çatışmalardan kaçmak için fırının karşısındaki odunluğa sığınıyor ve orada özel hareket polisleri tarafından öldürülüyorlar. Oradaki karanlık ve çocukların saatlerce öldürülme korkusuyla beklemeleri beni çok etkiledi. 

 



Yazar Hakkında