KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Suç, ceza ve af

Cinayet ve katliam açısından köklü bir geleneğe ve kanlı bir tarihe sahip olmak, bir ülke için sorun teşkil etmeli. Etmeli, zira insan hayatından daha kıymetli hiçbir şey yok. Dolayısıyla hangi alanda ne tür gelişme olursa olsun, yaşama hakkına bu denli kolay, bu denli rahat kastedilen hiçbir yer iflah olmaz. Ve ne yazık ki, bahsi geçen bu tanım, Türkiye dendiğinde sözlük anlamını bulacak denli tıpatıp uyuyor.

Ermeni Soykırımı’nın kabulü, yıllar yılı propagandasının yapıldığı üzere, ‘Türkiye üzerine oynanan kirli bir oyun’ değil, sonraki pek çok katliam ve kırımın önlenmesi anlamına gelirdi. Savaş şartları diyerek, Doğu cephesinde Ruslarla işbirliği diyerek, hastalık ve salgın diyerek gerekçelendirilmeye çalışılan kırım, Anadolu’nun her yerinde, doğrudan Osmanlı Devleti’nin vatandaşı olan bir halkın topyekûn ortadan kalkması ile sonuçlandı. Dahası sistematik inkâr politikası gereği bu topraklar üzerindeki koca bir kültür mirası da son izlerine varıncaya kadar yok edilmek istendi. Öyle tarihi araştırmalara, tezlere bile hacet yok. Sadece 1915 öncesindeki Ermeni köy ve vilayetlerini, binlerce okulu ve kiliseyi, oralarda yaşayan Ermeni nüfusu gösteren kaynaklara bakmak, nelerin silindiğini görmeye yeter. Bu kayıp sadece insan, mülk ve kültür mirası kaybı değil, o insanlar yaşayabilse sahip olunacak başka bir hayat ihtimalinin de ortadan kaldırılmasıdır. Yine aynı şekilde bu dehşetengiz kıyımın cezasız kalmasından alınan cesaret, Aleviler ve Kürtler başta olmak üzere farklı bütün halk ve topluluklara yönelik imha politikalarını, vahşi demografik dönüşümleri yaratan unsurların temelidir.

Bir devletin resmi olarak özür dilemesi aynı zamanda sorumluluk ve taahhüt anlamına gelir. Vatandaşlarla devlet arasında bir akit imzalanmış olur. “Bir daha böyle bir şeyin yaşanmasına izin vermeyeceğiz” sözüdür bu. Ve o sözün eksikliği, devlet eliyle yapılacak olan bütün zulümlerin tescilidir.

Cumartesi Anneleri yıllardır ölüsünü de dirisini de bir daha dünya gözüyle göremedikleri canları için eylemde. Onların varlığı aynı zamanda suskunluğun yarattığı suç ortaklığının da infiali. Zira, doğa üzerindeki hiçbir şey kaybolmaz. Eşyaların kayıp bürosuna teslim edildiği bir düzende insanın yaşama ve isteği uyarınca gömülme hakkı sabittir. Yani, kanunun olduğu olağan durumda böyledir bu. Ama eğer karşınızdakini sizinle eşdeğer bir insan görmezseniz, ona her tür kötü muameleyi de reva görebilirsiniz. Ve bu yolun sonu ‘katli vacip’ ile ‘müstahak’ noktasına kadar varabilir.

Bundan tam 10 yıl önce 5 Şubat 2006’da Trabzon’da görev yaptığı Santa Maria Katolik Kilisesi’nde cinayete kurban giden Peder Andrea Santoro’nun kız kardeşi Maddelena Santoro’nun bir cümlesi suç, ceza ve af kavramlarını tekrar düşünmeme vesile oldu. Peder Santoro’yu görev yaptığı kilisede öldüren ve cinayeti işlediği dönemde elbette reşit olmayan Oğuzhan Akdin ile ilgili şöyle demiş Maddelena Santoro: “Ben, Peder Andrea’nın iki kız kardeşinden biriyim. Diğer kız kardeşim İmelda ve annem Maria ile birlikte onun ölümünden hemen sonra yaşanan gelişmeleri takip ettik. Annem oğlunun katilini affetti. Şimdi ise Andrea ile birlikte cennette sonsuz mutluluğa eriştiler.”

Hıristiyan öğretisinin gereklerine uygun olarak ifade edilen bu af, beni ürpertti. Zira, annenin oğlunun katilini affetmesi, hem de zerre pişmanlığın olmadığı, elim bir kaza değil, kasıtlı bir cürümden bahsettiğimiz bir noktada bana imkânsız geliyor. Ben affedemiyorum, ne yalanı, ne riyayı, ne ihaneti, ne cinayeti. Öfkeme de tıpkı sevgim gibi sahip çıkıyorum. Tek dikkat ettiğim konu, hınçlanmamak, intikam arzularıyla kavrulmamak, yani kötüyle kötü olmamak. Sözümü ve içimi temiz tutmak, ki bu da çok büyük çabaya mal oluyor. İnancım ve kudretim de bundan fazlasına el vermiyor.

Görüşüm ve hissiyatım ‘Cürüm’ başlıklı şiirimde ifade ettiğim gibidir.

Çocuğun balonunu patlatmak suç değil Ama yapamayacağına inandırmaktacürüm tadı var yine deKötülük dışı şeylerin kötücül,On emirde akla gelmedik şeyleringünahın dik alası olması gibiÇünkü bilmeden yaptığın hatadıryineleyip kaçtığınsa günahHatada özür dilersingünahta af

Özür ve affın bile dilenmediği bir ortamda ise böylesi uhrevi bir affı anlayabilecek ve dahi suiistimal etmeyecek bir devlet yok. Erkeklerin yeni bir hayata başlamaya yeltenen ‘eski’ eş, sevgili ya da kız kardeşlerini öldürdüğü, transseksüel ve eşcinsel cinayetlerinde hafifletici sebep arandığı, hiçbir siyasi cinayetin çözüme kavuşturulmadığı bir ülkede kim, neyi, niye affetsin? Affetmeyelim, unutmayalım ki devlet üzerini örtemesin. Ölülere borç, adil bir hayatın ön koşuludur affetmemek. Ta ki suç kanunen ve zımni olarak teşvik edilmeyene, ceza hakkaniyet anlamına gelene kadar…