Türkiye’de denizlerin geleceği ve sürdürülebilir balıkçılık adına verilen mücadelede son yıllarda yakalanan ivme yerini bir yavaşlamaya bıraktı. Bu yavaşlamanın nedenlerini ve tekrar nasıl bir ivme yakalanabileceğini Geleneksel Balıkçılığı Yaşatma Derneği Kenan Kedikli’yle konuştuk.
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesindeki yavaşlama konusunda ne düşünüyorsunuz?
Son birkaç yıldır içinde olduğumuz siyasi atmosfer şüphesiz etkiledi ama yine de bu bahsettiğiniz yavaşlamayı mevcut durumla izah edemeyiz. Ben siyasal gerilimin sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi üzerinde yarattığı bu olumsuz etkinin aynı zamanda durup mücadelemizi ve faaliyetimizi gözden geçirmek için bir fırsat yarattığını düşünüyorum.
Sürdürülebilir balıkçılık konusu geçmişte akademik çevrelerin yazdığı birkaç makale dışında neredeyse yok düzeyindeydi. Seyrek yapılan balıkçılık toplantılarında konular ‘deniz kirliliği’ ve ‘av filosu büyüklüğü’ dışına taşmazdı. Cumhuriyet tarihi boyunca bir yağma alanı olarak gördük denizleri. Avcılık ekonomisini korumak gibi bir kaygımız olmadı. Balıkçılar ise zaten kıyı alanlarını işgal eden topluluklar olarak değerlendiriliyordu
Yeşilçam filmlerini hatırlayın. İş bulup çalışmazsan şarapçı veya balıkçı olursun. Sokaklarda yatıp kalkarsın. Senarist toplumumuzun algısını yansıtmıştır hikaye. Günümüzün deyimi ile balıkçı senaryoda tam bir ‘loser’ (kaybeden) olarak yer bulur kendisine.
Halbuki balıkçılık çetin doğa koşullarında yapılan, bu nedenle de bir felsefesi ve kültürü olan, tarih boyunca gıda temininde önemli yer işgal eden, katma değer sağlayan değerli bir yapıdır. Buna rağmen Avrupa Birliği görüşmeleri başlayana kadar farkına varılmamış bir sektörden bahsediyoruz. Bu sahada faaliyet yapanlar olarak beslendiğimiz zeminin de aşmamız gereken zeminin de tam burası olduğunu düşünüyorum.
Türkiye’de sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi yaklaşık 7 yıl önce ivme kazandı. AB uyum sürecinde mücadele sahnesine çıkan dernekler ve küçük balıkçı örgütleri geniş bir itiraz dile getirdiler.
Endüstriyel balıkçılık gruplarının itirazları ile başlayan bu son evre, Greenpeace’in yavru balık kampanyası, Fikir Sahibi Damaklar’ın lüfer kampanyası ile popüler bir hale geldi.Yine GELBALDER ve Greenpeace öncülüğünde SAD, SÜMDER gibi STK’ların çağrısı ile yayınlanan deklerasyon bu mücadelenin önemli aşamalarından birisi oldu. Bu sürecin en önemli sonuçlarından biri balıkçı kooperatiflerinin bu mücadeleye katılmaları ve giderek mücadelenin sorumluluğunu üstlenmeleriydi. Ankara’da yapılan son Danışma Kurulu’na İstanbul Kooperatifleri Bölge Birliği’nin beş otobüs küçük balıkçıyla katılması sürdürülebilir balıkçılık mücadelesi tarihimizin en önemli ilklerinden birisidir.
Aslen kısa zamanda çok iş yapıldı büyük mesafeler alındı ama kalktığımız zemin bizi teslim aldı. STK’lar ve kooperatifler mücadelenin içine girdiği yeni aşamanın ihtiyaçlarına cevap veremez hale geldi. Bu söylediklerimden bir parçası olmaktan her zaman onur duyduğum kendi derneğim de muaf değildir. Bizler uzunca bir zamandır avam deyimle vagon sallıyoruz, vagon sallandıkça tren de gidiyor zannediyoruz ama ne yazık ki gerçek bu değil. Buna çözüm bulacak olan yine bizleriz. İçinde bulunduğumuz durum başladığımız yerden daha kötü değil.
Hazırlanan ‘su ürünleri kanun taslağı’ hakkında ne düşünüyorsunuz?
Balıkçılık bürokrasisindeki dostlarımızı kızdırmak belki de biraz üzmek pahasına da olsa bir gerçeğin altını çizmek gerektiğini düşünüyorum. Yeni kanunun gündeme gelişi esasen AB uyum sürecidir. Yani memlekette farkına varılmış bir ihtiyaca cevaben değil de ülkemizin AB yolunda attığı imzaların bir sonucu olarak değiştiriyoruz bu yasayı.Son 7 yıldır mücadele ettiğimiz alanlardaki konular bu yasa taslağının içinde yok. Balıkçılığın nasıl yönetileceği kanun kapsamında balıkçılıktan sorumlu resmi otorite kendini bir yasa ile sınırlamak istemiyor. Ayrıca yeni yasa taslağı yasa dışı mücadele konusunda yeterince caydırıcı değil. Ne yazık ki ülkemizde yasa dışı avcılık çok yaygın. Eskiden gizli saklı yapılan faaliyetler artık alenen ve ilanen yapılıyor. Telsiz konuşmalarında ve toplantılarda meydan okunarak yapılıyor. Ben şahsen bir çerçeve yasayı kabul edebilirim ama ülkemizin yasa dışı avcılık gerçeğinden bihabermişçesine hazırlanan yasa dışı avcılıkla ilgili hükümleri kabul edemem.
Biz bu mücadele alanında küçük ölçekli geleneksel balıkçılığın korunması perspektifi ile varız. Dünyanın birçok ülkesinde küçük ölçekli balıkçılığın korunması konusu mevzuatlarda yer bulurken ne yazık ki yeni kanun taslağında küçük balıkçılığın korunması ile ilgili hüküm bulunmuyor. Önlem almak yerine, ülkemizde ‘filo küçültme kapsamında’ küçük balıkçıların tekneleri de satın alınarak bu alanda daha da küçülme olması sağlandı.
Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinin geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz? Siz ne yapacaksınız? Paydaşlarınızdan ne bekliyorsunuz?
Bu mücadelede sadece balıkçı örgütleri ve bu alanda faaliyet gösteren unsurlar değil tüm çevre örgütlerini paydaş olarak görüyoruz.
Günümüzde en yakıcı sorun haline gelen konu, meselenin balıkçı-STK-akademi ve bürokrat arasında dönüyor oluşu. Mücadele ile dolu yıllarda gördük ki bürokrasi birçok olumlu iş yapmaya çalışmış ama karşısındaki siyasi kadroları aşamamış. Nihai hedefimiz canlı doğal kaynakların da küçük balıkçıların da korunmasının yasal güvence altına alınması. Yani asli muhatabımız yasamadır, parlamentodur, partiler ve seçilmiş milletvekilleridir. Sürdürülebilir balıkçılık mücadelesinde ürettiğimiz fikirleri, bilimsel önerileri ve küçük balıkçının taleplerini parlamentoya taşımalıyız. Bugüne kadar genel müdürlük ve bakanlık nezdinde yaptığımız girişimleri partilere, meclise, ilgili komisyonlara ve milletvekillerine taşımalıyız.
Düzenli olarak Ankara’yı ziyaret edecek heyetler oluşturmak, bu heyetlere konuları basit ve anlaşılır şekilde anlatacak temsilciler bulmak ve yine bu heyetleri görsel ve yazılı materyal ile donatmak kolay iş değil. Bu tarz bir faaliyeti rutine döndürecek büyüklükte bir sivil toplum grubumuzun da olmadığını biliyorum. Bu sahada faaliyet yapan unsurlar genellikle çok kısıtlı olanaklarla varlığını sürdüren kelimenin gerçek anlamıyla fedakar unsurlar. Bunu yapmanın tek yolu birlikte hareket edip kendi dernek faaliyetlerimizin yanına ortak faaliyetin görevlerini koymak...