Sivil toplumda yıllarca çalışan Nurcan Baysal, hem Ezidi kadınların sesi olabilmek hem de yaşanan bu korkunç kıyımı unutturmamak için ‘Ezidiler: 73. Ferman Katliam ve Kurtuluş’ kitabını yazıyor. Kitap ağır belki ama Ezidi kadın, erkek ve çocukların yaşadıklarının yanında hiç.
“21. yüzyılda insanlık boğazlandı ve dünya bunu canlı canlı izliyor. Şimdi kıştır. Havalar soğuktur. Kıyafet yok. Soba yok. Biz çocuklarımızı düşünüyoruz. Asıl ‘büyük şey’ yaşandı geçti. Ben açlıktan ölmem. Soğuktan da ölmem. Ama çocuklar aç. Unutma ve unutturma.” 3 Ağustos 2014’te IŞİD’in Şengal’deki Ezidilere saldırmasından sonra 35 bin kişilik göç dalgasıyla Diyarbakır Kampı’na gelen bir Ezidi bunu söylüyor Nurcan Baysal’a. Byasal'la, ‘Ezidiler: 73. Ferman Katliam ve Kurtuluş’ kitabını konuştuk.
Ezidilerin ferman dedikleri şey nedir?
Ezidilerin ruh dünyasında katliam, kırım karşılığı kullanılır ferman. 21. yüzyıldaki terimiyle soykırıma denk gelir.
Ezidilerin 3 Ağustos 2014’te başlayan bu 73. Ferman’ının diğerlerinden farkı var mı?
Birçok farkı var. Biri, 21. yüzyılda ve bütün dünyanın gözü önünde Ezidilerin katledilmiş olması. Köle pazarları kurdu, kadınlar satıldı ve bu hâlâ devam ediyor. İkincisi, fermanlar Ezidilerin ruh dünyasında şimdiye kadar bir dönüşüm yaratmamıştı. Yani Ezidi olmanın bir sonucu olarak zamanla kabul edilmiş bu fermanlar. Bu fermanda ise hem Ezidi diasporasının hem de Kürt hareketinin etkisiyle Ezidilerin fermanlar üzerine düşünmesi için bir kapı aralandı. Ezidiler dünya kurulalı beri varlar ve on binlerce yıldır hep aynı kurallarla devam etmiş bir toplum düzenleri var. Ezidiler daha önceki fermanlarda hiç başkaldırmamış. Şimdi mesela Şengal’de Ezidi Savunma Birlikleri kuruldu. Bu bir ilk. Ayrıca Ezidiler ataerkil bir toplum ve kadınlar hep arka planda kalmış ama bu savunma birliklerinde artık kadınlar da savaşıyor.
Ezidiler hem Kürdistan Yönetimi içine hem de Türkiye’ye sığındılar. Siz iki bölgeye de gitmiş biri olarak ne gibi farklar gördünüz?
Şengal’deki köylerin bir kısmı Ezidi-Arap karışık köyler. Bazı köylere IŞİD girmeden önce köydeki Araplar IŞİD’e katılıyor. İnsanlardan bazıları, ‘Karımı ve çocuklarımı komşum ya da kirvem esir aldı’ diyor. Aslında Ezidi olmak demek, kırıma katliama yazgılı olmak demek. Bir anda yıllardır komşuları, kirveleri olan insanlar, IŞİD’çi oluyor. İşin vahim boyutu da zaten bu. İlk etapta köylerde beş bin kişi katlediliyor. Bu rakamlar henüz kesin değil, yeni yeni toplu mezarlar bulunuyor. 13 Kasım’da Şengal kurtarıldı, 100 civarında toplu mezar olduğu söyleniyor. Ve yüzbinlerce Ezidi, Şengal Dağı’na doğru yola düştü. Ağustos, aşırı sıcak, dağ gece soğuk ve IŞİD arkalarından geliyor. 250-300 bin kişi Zaho ve Duhok’a kaçıyor. Eylül 2014’te güneydeki kamplara gittim. İnsanlar inşaatlara sığınmıştı, bakıyorsun bir inşaatta 300 Ezidi. Bebekler, çocuklar, yaşlılar. Geride kalanların kurtarılma imkânı kalmamış. Türkiye’ye ise kaçak yollardan, ilk durak Roboski’den girdiler. O sırada Batman, Şırnak, Nusaybin, Midyat belediyeleri el yordamıyla kamplar kurmaya başladı. Bir anda belediyeler 35 bin Ezidi’ye bakmak zorunda kaldı.
Kitapta Şengal Dağı’nda yaşadıklarına dair insanların pek konuşmak istemediği fark ediliyor. Dağda ne yaşanmış?
Görüşmelerde ne zaman dağı sorsam dağ geçiştirildi. Dağda tek amaç var. Hayatta kalabilmek. Hayatta kalabilmek için de diyelim bir dilim ekmeğin varsa, onu paylaşamamış ve paylaşamadığı için yanındaki bir çocuk ölmüş. Bir Ezidi, ‘Dağda insan insan olmaktan çıktı’ demişti. Dağda intihar edenler var, önce çocuklarını onların öldüğüne emin olduktan sonra da kendini uçurumdan atan kadınlar var. Ya da mesela çok sevdiğin biri senden su istiyor, veremiyorsun. Çünkü onu çocuğuna vereceksin. Görüştüğüm bir aile iki plastik su şişesini duvara asmıştı. “Ömrüm boyunca bunları saklayacağım” diyordu. Çocukları ölmesin diye, su şişelerinin kapaklarıyla su verebilmişler ancak. Mesela ölülerini gömemiyorlar dağda. Bazıları yaşlı anne babalarını bırakıyor geride. Anne babalar arkalarından ağlıyor, beni bırakma diye. Ömür boyu bu utanç ve vicdan azabıyla yaşayacaklar. Ezidi gençlerden birkaçı ölenleri gömmeye çalışıyorlar ama dağ koşullarında ancak üzerlerine birer kürek toprak atabiliyorlar.
Ezidileri ilk karşılayanlar ve sahip çıkanlar da Kürtler oldu. Ama kitaptan anladığım kadarıyla kolay bir süreç olmamış bu.
Ezidiler birçok halktan ferman yaşamışlar ama çoğunluğu Müslümanlardan. O yüzden de en korktukları şey Müslümanlar. Ve onlara muhtaç kaldılar. Zordu. Mesela Diyarbakır kampında, çocuk dernekleri çocuklara spor yaptırmaya başlayınca olay çıkıyor, bize namaz mı öğretiyorlar diye.
Her ikisi de Kürt ama kültürel olarak farklılar, değil mi?
Kürt hareketinden gençler her şeyi eşitlik üzerinden yapmaya çalıştı ama Ezidiler tamamen farklı. Katı bir kast sistemleri var. Yani mir, pir, fakir, mürşit gibi kastlara bölünmüşler. Yemek sırasında mirle fakir aynı sırada! Çok ataerkil bir toplum. Kadının adı neredeyse hiç yok ve kadın tamamen erkeğe bağımlı. Mesela kampta olduğum bir gün, kadınlar için kurduğumuz eğitim çadırını Ezidi erkekler taşlayarak yıktı. O çadırı bulana kadar aylarca uğraşmıştık! Kürt hareketi gençleri, yönetimde kadınlar da ve eşitlik olacak dedi. İki sorun çıktı. Fakirle mirin oyu aynı olmaya başladı. İkincisi de kadınlar nasıl yönetime girer noktasında. Karşılıklı adımlar atıla atıla en sonda bir noktaya gelindi. Kobane olayları Ezidileri çok etkiledi. Kürtler kadınlı erkekli ölümüne savaşıyordu. Tamamen yıkılmadı ataerkillik ama esnedi. Şimdi Şengal’de savaşan birçok Ezidi genç kızı görünce hakikaten büyük bir devrim olduğunu anlıyorsun.
Türkiye devlet olarak Ezidilere yardım etti mi?
Türkiye Ezidilere bir statü tanımadı. O dönem, Türkiye Ezidilere kamp da kurmadı. Bir anda 35 bine yakın Ezidi geldi. Türkiye onlara sınırın güneyinde kamp kuracağız dedi ama o kamp hiçbir zaman kurulmadı. Türkiye Ezidilere bakma konusunda iyi bir sınav vermedi. Ben bunun için iki gerekçe bulabiliyorum: Bir, Ezidileri sevmediklerini düşünüyorum. Erdoğan’ın o dönemde Kürtlere dönük olarak “Bunlar Yezid” dediğini hatırlıyorum. Müslüman olmamaları sorun. İkinci neden de, Kürt hareketinin belediyeleri bu yükü kaldıramayıp batacaklar, diye düşünüldü. Bu da politik olarak işlerine yarayacaktı. Şimdi AFAD’ın Nusaybin’deki kampından hiçbir bilgi alamıyoruz. İlk geldikleri zaman 35 bin gibi rakamlardan Diyarbakır’da 1400, Şırnak’ta 400 kişi kaldı. Toplamda 2000-3000 kişi arasında insan kaldı kamplarda, çoğu yine güneye gitti. 1000 kadarı, çoğunlukla tecavüze uğrayan kadınlar Almanya’ya gidebildiler. Bir kısmı İstanbul’a geldi, bir kısmı da Bodrum’da tekne bekliyor.
‘Barış herkese geliyor bir gün, ama kadına gelmiyor’
Kadınlar için bu fermanı “ölümün ötesinde bir şey” olarak tanımlıyorsunuz. Ölümün ötesi nedir?
Kamplarda kadınlar çok az konuşuyor, konuştuklarında da sürekli intihar eden kadınların hikâyelerini anlatılıyorlardı. Mesela bir çadırdan bir çığlık geliyor, gidiyoruz, anne ağlıyor, kızı intihar etmiş. Hâlâ IŞİD’in elinde 5 bin kadın var. Kadınlar satılıyor, çünkü alan var. Esir, köle pazarları var çünkü o pazarlara gidip insan satın alanlar var. Kadınlar satılıyor çünkü bunu destekleyen devletler var. Ana alıcılar; Suriye, Lübnan, Katar, Kuveyt, Suudi Arabistan, Pakistan ve Afganistan. Bu devletlerin yapabileceği şeyler vardı, ama yapmadılar.
Bir de tabii kendi kültürlerinden dolayı bu kadınlar aileler tarafından da istenmedi.
Musul yakınlarında en büyük Ezidi köyü Baadre var. Burası IŞİD’in elinden kaçan ve kurtarılan kadınların sığındığı bir yere dönüştü. Orada IŞİD’in elinde kalan kadınlarla da görüştüm. İlwin isimli bir genç kadın vardı. İki aydan fazla Rakka’da IŞİD’lilerin elinde kalmıştı. İlwin defalarca tecavüze uğraşmış, işkence edilmiş, dövülmüş. İlwin bir şekilde ağabeyiyle bağlantı kuruyor ve kendisiyle beraber yedi Ezidi kadını da kurtarıyor. Aileleri IŞİD’e para ödüyor onları alabilmek için. Ve bu yedi kadın, ailelerine Urfa Viranşehir’de teslim ediliyor. İlwin sürekli, bunları yazın, beni mahkemeye çıkarın, bütün dünyaya anlatayım da utansınlar diyordu. Sonra mesela, dağda hamile olan kadınların doğabilmiş bebekleri susuzluktan böbrek yetmezliğiyle doğuyor. Kanser hastası, bebeğini düşüren, engelli, ruh sağlığını kaybeden kadınlar da var.
Birçok kadın da kaderine terk ediliyor: Ya zorla evlendiriliyor ya da Şengal’e savaşırken ölsün diye gönderiliyor değil mi? Yani yine çifte kaybeden kadınlar…
Ezidi toplumunda şöyle bir kurul var: Ezidi dışında bir dinden biriyle isteyerek ya da istemeyerek birlikte olan, Ezidilikten çıkmış sayılıyor. IŞİD’in elinde kalıp tecavüze uğramış kadınlar bunu biliyorlar: Ben döndüğümde zaten topluluğum beni almayacak diye intihar ediyor. Binlerce kadının intihar ettiği söyleniyor. Güney Kürdistan’da kurulan bir kadın sığınma evi var ve o evde şu anda 700 kadın var. Ezidi dini liderleri hemen fetva yayınladı, kadınlar helaldir, geri kabul edin diye. Kabul eden aileler oldu ama kabul etmeyenler de oldu. Mesela Laleş’te uzun bir kuyruk gördüm, genç erkekler var. Düğün dediler. IŞİD’in elinde kalan kadınlar Ezidi erkeklerle evlendiriliyor. Kadınların rızası aranmıyor tabii. Yani barış herkese geliyor bir gün, ama kadına gelmiyor.
Ve IŞİD’in elinde olan daha birçok kadın ve kız var değil mi?
Evet. Mesela tecavüze uğradıktan sonra doğurmak zorunda kalanlar var. Yasal olmayan kürtaj yaptırmaya çalışanlar öldü. Anne kız beraber esir alındı, tecavüz edildi. Küçük erkek çocuklar da satılıyor. Mesela ilk ortaya çıkan toplu mezarlarda 40 yaş üzeri kadınlar vardı. 40 yaş üzerini IŞİD’liler yaşlı görüyor ve diri diri gömüyorlar. Şimdi 100’den fazla toplu mezardan bahsediliyor, henüz açılmadı. Mesela Musul’da bir bakkalda resmen 14 yaşındaki kızın fotoğrafı konulmuş ve satılık yazıyordu. Eski düğün evlerinin çoğu köle pazarlarına çevrilmiş. Çok zor değil bunu engellemek. Bize iki saat mesafede oluyor bunlar!
‘Cenazelerin yerde kaldığı hiçbir dönem olmamıştı’
Siz aynı zamanda Diyarbakır’da yaşıyorsunuz. Diyarbakır’da son durum nedir?
Bugün 57. gün. 57 gündür şehrimizin merkezine giremiyoruz. Şehrin kalbiydi Sur, artık şehir yok gibi. Sokağa çıkma yasağı olan altı mahallede 25 bin civarındaydı nüfus, şimdi dört-beş bin civarında. Sur’un altı mahallesinde sokağa çıkma yasağı var ama altı mahallenin dışında da hayat, fiilen yasak varmış gibi devam ediyor. Çatışmalar her yerde. Benim ofisim Ali Emir’de ve yan apartmanımın yedinci katında yaşayan kadın yaralandı. Nerden geliyor bu kurşunlar? Bu aralar iki farklı Diyarbakır haberi yapılıyor, Diyarbakır en çok bundan rahatsız oluyor. Hangi Diyarbakırlı rahat uyuyor, kim mutlu, kim gülüyor? Kafeye gidiyorsa bu mutlu olduğunun göstergesi midir? Bir şehir mahvoldu, bir şehir yerle bir oldu, kim mutlu olabilir? Toplar, bombalar kullanıyorlar. Korkuyorsun. Ben sürekli cenazeleri yazıyorum. Bir sene önce beraber kahve içtiğimiz yerlerde şimdi cenazeler yerlerde yatıyor. Bazen 90’larla kıyaslıyorlar ya, ben 90’lardan daha kötü diyorum. 90’larda da faili meçhuller vardı ama biliyorduk devleti. Şimdi kurşunun nereden geleceği belli değil. Siviller öldürülüyor ama sivil ölmüyor, diyen bir hükümet var. Benim şehrimde 48 kişi öldürüldü.
Bir de 90’larda cenaze almak bu kadar zor değildi galiba…
Geçen hafta 21 yaşındaki 9 Eylül Üniversitesi’nden Sur’a gelmiş İsa Oran ve 25 yaşındaki Mesut’un cenazesini alabildik. İkisi de YDGH’lı. 29 gün yerde kaldı cenazeleri, okulun bahçesinde. İHD ve bizler o cenazelerin yerden alınması için çok uğraştık, çok. Bir hafta önce savcılık arıyor aileleri, morga getirdik cenazeleri diyor. Ailelerle beraberdik. İsa’nın cesedi parçalanmış. Kafası kimyasalla yakılmış gibi. Kolundan tanıyor baba İsa’yı. Mesut zaten başına iki, göğsüne bir kurşun alarak ölmüş. Ama vücuduna 100’den fazla kurşun sıkılmış. Biz 90’ları yıllardır konuşuyoruz ya, 2010’ları daha fazla ve daha uzun konuşacağız. Cenazelerin yerde kaldığı hiçbir dönem yoktu. Eskiden toplu mezarlara atıyorlardı, şimdi ibreti alem için yerde bırakıyorlar.
Siz yardım kuruluşlarıyla çalışan biri olarak, ne gibi acil ihtiyaçlardan bahsedebilirsiniz?
Rojava Derneği tamamen Sur’a odaklanmış durumda. İdil’den Cizre’ye kadar bu savaşta evinden çıkmak zorunda kalmış herkese ulaşmaya çalışıyorlar. İhtiyaçlar çok fazla. Evlerinden çıkıp da yerde bir kilim, bir elektrik sobası bulabilenler şanslı. Sur’daki ailelerin battaniyeden kıyafetlere, pedlerden, mamaya her şeye ihtiyaç var. Sarmaşık Derneği gıda dağıtıyor. Ama tabii evini terk edemeyen ve 57 gündür bir odanın içinde aç yaşayanlar var maalesef. Artık Diyarbakırlılar yaşıyor olmanın mahcubiyetini taşıyor.