Ermeni Soykırımı’nın ölüm kampları

Khatchig Mouradian, Clark Üniversitesi Holokost ve Soykırım Araştırmaları Enstitüsü’nün Ermeni Soykırımı üzerine çalışan ilk mezunu oldu. Prof. Taner Akçam’ın danışmanlığında ‘Osmanlı Suriyesi’nde Soykırım ve İnsani Direniş, 1915-1917’ başlıklı tezini yazan Mouradian, çalışmasında özellikle soykırım sırasında Suriye’de kurulan ölüm kamplarına odaklanıyor. Şu anda Worcester Üniversitesi’nde ders veren Mouradian’la 1915’in ölüm kamplarını ve soykırımın Suriye veçhesini konuştuk.

Yakın zamanda bitirdiğininiz doktora teziniz, 1915-1916’da Halep ve Der Zor’u ele alıyor. Özellikle bu çerçevede yapılan çalışma sayısı bir hayli kısıtlı. Siz bu konuda ne dersiniz? 

Gerçekten de Der Zor’dan çoğu zaman Ermeni Soykırımı’nın Auschwitz’i diye bahsedilse de I. Dünya Savaşı sırasında orada ne olduğunu gösteren ve anlatan akademik çalışmalar bulmak çok zor. Osmanlı, kamp nüfusuna dair detaylı kayıtlar tutmuş olsa da bu kayıtlar araştırmacıların erişimine açık değil. Ayrıca, Ermeniler Halep’ten ve kampların olduğu diğer yerlerden de sürgün edilince, Batılı diplomatların ve misyonerlerin yaşananlara tanık olma -ve yardım etme- imkânı ortadan kalktı. Kamplara dair bilgi edinmenin tek yolu, sürgün edilenler ya da kılık değiştirerek kampa girmeye cesaret edip orada yardım (çoğunlukla maddi) dağıtan ve koşulları araştıran kişilerle konuşmaktı. Yine de diplomatik kayıtlarda ya da misyonerlik belgelerinde buna benzer çok az anlatım var.

Bu çalışmanız boyunca hangi kaynaklardan yaralandınız?

Tezimde, Halep’te, Resulayn’daki toplama kamplarında ve Meskene’den Der Zor’a Fırat nehri kıyısı boyunca yaşanan gelişmelerin çok yönlü bir anlatımını sunuyorum. Bunun için çok azı keşfedilmiş bol miktarda Ermeni belgeleri ve anlatımları detaylı bir şekilde inceledim. Bunlardan en önemlisi, soykırımın hemen ardından Aram Andonyan tarafından bir araya getirilmiş röportajlar ve soykırımdan kurtulanların tanıklıkları; bu belgeler şu anda Paris’teki Nubar Kütüphanesi’nden bulunuyor. Andonyan’ın Suriye’deki Bab, Meskene, Rakka, Hamam, Der Zor ve diğer kamplara dair belgeleri kimi zaman çizimler ve haritalar da içeriyor ve tüm bunlar paha biçilemez bir kaynak teşkil ediyor. Halep’teki Ermeni Episkoposluğu’nun ve onun Mülteci Konseyi’nin (Kaghtaganats Joghov) sürgün edilenlerle ilgilenmek üzere hazırladığı raporlar, tutanaklar ve defterler bazı kanıtlar sağlıyor. Raporlar kampların kuruldukları ilk haftadaki koşullarına ışık tutuyor, kasabalarda ve soykırımın ilk aylarında Halep’teki kampta bulunan sürgünlerin detaylı bir listesini sağlıyor. Sürgünlerin koşullarını konuşmak, ihtiyaçlarını belirlemek ve onlara yardım etmek için her gün toplanan Komite’nin tutanakları, Osmanlı’nın dört bir yanından Suriye’ye gelmiş binlerce Ermeni’nin hayatının kurtarılmasında etkili bir rol oynayan bir komitenin harekat üssüne göz atmamızı sağlıyor. Komite’nin savaş sırasında ve sonrasındaki gelirlerinin ve harcamalarının kayıtlarının özenle tutulduğu defterler de sürgünlerin ihtiyaçlarını ve cemaatin savaşın farklı evrelerinde bu ihtiyaçları ne ölçüde karşılayabildiğini gösteriyor. Sürgünlerin günlük ve anılarındaki anlatımlar, soykırım sırasındaki Osmanlı Suriyesi’ni anlamak için başka bir önemli kaynak teşkil ediyor.

Kullandığınız Ermenice kaynaklar alana ne gibi yenilikler sunuyor?

Çalışmamda, Osmalı arşivleri ile diplomasi ve misyonerlik belgelerden edindiğim kanıt parçalarını Ermeni kaynaklarıyla birleştirerek, faillerin eylemlerini ve yeraltındaki yardım ağlarının onlara direnmek için gösterdikleri çabaları anlamak için elzem olan bir zaman ve mekanın tarihini yeniden oluşturdum. Osmanlı’daki organize Ermeni yaşamının yok edilişi sırasında ve sonrasındaki yıllarda, hayatta kalanlar bir uygarlığın yok edilmesine yönelik bu çabanın kaydını özenle tuttular. Bu kayıtların eksiksiz bir incelemesini yapmadan Ermeni Soykırımı’na dair tarih yazımındaki önemli sorular cevapsız kalacak ya da daha kötüsü, yaşananlar faillerin tuttuğu Osmanlı arşivlerindeki kayıtların sadece araştırmacılara açılan kısmını üzerinden görülecektir. Benim çalışmam Ermeni kaynaklarının doğruluğunun kanıtlanmasına yardımcı olarak; soykırım kurbanlarının ve hayatta kalanların sesini -ve aracılığını- yeniden ortaya koyuyor.

Suriye’deki kamplar bir yandan ölüm kampları olarak anılırken, bir yandan da izin alabilen insanların Halep’e gidebildiği yerler olarak gösteriliyor. Bu anlamda, nasıl yerlerden söz ediyoruz?

Farklı kamplar farklı amaçlara hizmet ediyordu: Mola yerleri, geçiş kampları, toplama ve çalışma kampları ve imha mekanları. Bu kampları şöyle özetleyebiliriz. Osmanlı görevlileri Ermeni sürgünlerin tehcirini ve nereye yerleşeceğini detaylı bir talimatnamede ana hatlarıyla belirlemişti. Bu talimatname, Urfa, Der Zor ve Halep’te Ermenilerin yerleşmesi için belirlenen yerlerdeki idari çerçeveyi ortaya koyuyor. Talimatname, mola, geçiş ve yerleşim yerleri detaylı tasvirlerine yer veriyordu. Kadınlara, çocuklara ve hastalara özellikle dikkat ederek, konvoylar için gerekli yiyecekler, ulaşım araçları, konfor ve güvenlik önlemleri; geçici barınaklar, konut, ekilebilir alan, besi hayvanı ve fakirlere yardımı kapsayan bir içeriğe sahipti. Bu yazılı kararların sahadaki durumla büyük bir tezat oluşturduğunu söylemek bile az kalır. Mahrumiyet, açıkta kalma, taciz ve tehlike, tehcir ve yerleştirme sürecinin temel unsurlarıydı. Yerleştirme, yüz binlerce insanı çöldeki korumalı toplama kamplarında kaderlerine terk etmek için kullanılan bir hüsnütabirdi. Talimatnamede, geçiş kampları ve yerleşim bölgeleri olarak belirlenen yerler arasındaki fark pratikte net değildi. Teoride, sürgünler yerleşme ayarlamaları yapılana kadar, kısa bir süreliğine geçiş kamplarında kalacaktı. Bu ayarlamalar çoğunlukla hiç yapılmadı ve geçiş kampları kalabalık bir kalıcı nüfusu olan, sürekli yeni kişilerin geldiği ve az sayıda konvoyun da terk ettiği fiili toplama kamplarına dönüştü. Dolayısıyla kamplar, tasfiye edilene kadar katlanarak büyüdü.

Bu kamplar nasıl ‘boşaltıldı’?

Osmanlı Suriyesi’ndeki kampların boşaltılması aşama aşama gerçekleşti. ‘Boşaltma’ terimini dikkat ederek kullanıyorum. Bu kampların çoğu, çekirdek bir kadro ve kamptakilerin çoğu zorla çıkarıldıktan aylar sonra bile orada kalan birkaç yüz sürgünle birlikte çalışmaya devam etti. Bölgedeki kampların tamamen kapatılması için İttihat ve Terakki görevlilerinin gelmesinin gerektiği en azından bir örnek var. Nispeten daha küçük olan diğer kamplar da sakinlerinin topluca göç ettirilmesinden kısa süre sonra yok oldu. Neticede, kamp nüfusunun büyük bir kısmı, yani yüz binlerce Ermeni, 1916’da Der Zor bölgesinde gerçekleşen ikinci dalga katliamda yok edildi.

Tarihçi Raymond Kevorkian, Osmanlı Suriyesi’nde Şubat ve Mart 1916'da soykırımın ikinci evresinin yaşandığını söylüyor. Siz de bunu destekliyor musunuz?

Çalışmamda, ‘ikinci evre’nin aslında Ekim 1915, Kasım 1915 ve sonra da 1916 baharında verilen bir dizi kararla ayrılan üç ayrı aşamadan oluştuğunu iddia ediyorum. Bu kararlar, 24 Nisan 1915’tekilerle benzer bir yol izliyor ki, bu da 1915-1916 boyunca merkezi olarak koordine edilen çabalar olduğu fikrini destekliyor. Her aşamada, dini ve sivil kurumlar hedef alındı; dini ve seküler liderler hapsedildi, sürüldü ya da öldürüldü ve insanlar zorlu ve sert, bazen de tümden düşman çevrelerin yaşadığı yerlere gönderildi. 1916’nın ilk aylarında uygulanmaya başlanan bir dizi karar, Suriye çölündeki Ermeni nüfusu öldürmek için son bir koordineli çaba olduğuna işaret ediyor. Mart 1916’da, sürgünlere yardım edilmesine katı bir yasak getirildi ve sürgünlere iyi davranan Kaymakam Ali Suat Bey görevinden alındı. Ayrıca yine Mart ayında, yetkililer Resulayn Kampı’ndakilerin yeniden tehcir edilmesini hızlandırdı. Der Zor ve Musul yönüne hareket eden iki konvoy katledildi. Korkunç olsa da, Resulayn, ardından gelen Der Zor katliamı için bir deneme uygulaması gibi görünüyor. 1916 baharında ve yaz başlarında yetkililer sürgünleri kamptan Fırat boyunca Der Zor’a doğru yürümeye zorladılar. Yeni kaymakam Salih Zeki, hayatta kalan sürgünleri yok etmekle görevlendirilmişti. Bu amaçla, jandarmalarına yardımcı olması için yerel aşiret reislerini ve Çerkes birlikleri toplamak üzere bölgede bir tura çıktı. Sonra da Der Zor’daki sürgünler arasında bulunan rahipleri, seçkinleri ve aydınları tutukladı ve bölgede kalan son Ermenileri son bir tehcire zorladı. Tutuklu cemaat liderlerinin ailelerinin de bulunduğu ilk grup, Temmuz ortasında Der Zor Köprüsü’nün Cezire kısmına bırakıldı. İrili ufaklı 12 konvoy, onları takip etti. Jandarmalar ve haydutlar bu sürgünlerin çoğunu çölde katletti. Zeki Bey bu süreci, çoğu zaman bizzat olmak üzere izliyordu.

Merkezi yönetim Der Zor’a varmayı başaran Ermenilerle sonra ilgilenmeyi mi düşünmüştü, yoksa o Ermenilerin kaderi tehcir kararı verildiğinde belirlenmiş miydi?

Dahiliye Nazırı Talat’ın önceliği, Ermeni bölgeleri ve Kilikya’daki Ermeni topluluklarının yok edilmesiydi. Yüz binlerce Ermeni’nin imparatorluk çapında yürütülen tehcir ve katliamdan kurtulacağını muhtemelen beklemiyordu. Ne var ki, doğudaki ve merkezdeki bölgeler Ermenilerden arındırılınca Talat dikkatini Suriye’ye çevirdi. O zamana kadar, imparatorluk çapındaki tehcir ve katliamları yöneten İttihat liderleri, ‘güneydoğu Halep, Der Zor ve Urfa’daki bölgelere’ varmayı başaran sürgünlerle ilgilenmemişti. Talat, sürgünleri Der Zor’a göndermenin ölümle eşdeğer olduğunu çok iyi biliyordu. Muhtemelen daha fazla bir şey yapmak gerekmeyecekti. Fakat Ermenilerin kendilerine yetebileceğini öngöremediler. İnsani direniş ağı, Halep’teki binleri himayesi altına aldı ve Suriye’nin çeşitli yerlerindeki binlerce kişinin hayatını kurtardı. Sürgünlerden çoğunun her gün binlerce kişinin hastalıktan, mahrumiyetten ve şiddetten öldüğü kamplarda süründüğü doğru olsa da, Ermeniler yok olmamıştı. Bu nedenle 1916’da ikinci tur katliamlar başladı.

İnkârcı çalışmalar, amacın Ermenilerin öldürülmesi olmadığını kanıtlamak için Der Zor’da kurulan hastane ve yetimhaneyi öne sürüyorlar. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Ermeni Soykırımı’nın temel öğelerinden biri, tutuklama, tehcir, zorla Müslümanlaştırma ve toplu katliamdan oluşan kötücül bir atmosfer içinde organize Ermeni hayatını merkezi planlı bir şekilde yok etmekti; bu uygulamalar yerel özelliklere ve amaca özel önlemlere uyarlanıyordu. İnkârcı tarihçiler, bir belgeyi diğerlerinden ayırıp ya da belirli bir zaman ve mekanda gerçekleşmiş bir olayı belirleyip bunu tüm zaman ve mekanları kapsayacak şekilde genelleştirir ve alternatif bir dünya yaratır. Der Zor’a bakarsak, 1915 kışında büyük bir yetimhane kurulmuştu. Faaliyete geçtiği ilk gün olan 14 Kasım’da, 2 ile 12 yaşları arasında 470 yetimin kaydı yapıldı. Birkaç gün içinde bu sayı 1700’e yükseldi. Bu yetimler, yetkililerin doğrudan gözetimi altında Ekim 1916’da katledildi.

Daha sonra yetimleri katledeceklerse neden bir yetimhane kurdular?

Tabii ki akla ilk gelen soru bu. Ermeni Soykırımı, Holokost ya da diğer soykırımlarda olduğu gibi, dış etkilerden kopuk bir şekilde, tüm imparatorlukta eşzamanlı olarak birebir aynı şekilde uygulanmadı. Beklenmedik ya da bölgelere mahsus durumlar vardı. Faillerin bir gecede 2 milyon insanı öldürmesi mümkün değildi. Bırakın bir dünya savaşı sırasında yapmayı, bunu barış zamanında bile yapamazlardı. Bu yüzden yer değiştirme ya da yeniden yerleştirme gibi hüsnütabirler kullandılar. Unutmayalım ki, nihai amaçları, yok etmeyi kontrollü ve reddedilebilir bir şekilde gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapmaktı.

Cemal Paşa, insanlığı kurtarmak için Ermenilerin öldürülmesi gerektiğini savunuyordu’

Ermeni Soykırımı üzerine çalışmalarda Cemal Paşa’nın rolü halen tartışmalı. Onun soykırımı desteklemediğini ve Talat Paşa’nın kararlarına direndiğini iddia eden çok sayıda araştırmacı var. Siz Cemal Paşa hakkında ne düşünüyorsunuz?

Richard Pratt’ın Amerika Yerlileri için kullandığı sözleri kullanacak olursak, Cemal Paşa, insanlığı kurtarmak için Ermenilerin öldürülmesi gerektiğini savunuyordu. Dini kurumların altını oyarak, Ermeni topluluklarının kültürel dokusunu bozma politikalarını başlattı ve saldırgan bir şekilde uyguladı. Ermenice eğitimi yasakladı ve Müslümanlaştırmayı teşvik etti. Üst düzey görevlilerinden biri olan Ali Fuad Erden’in sözleriyle, “Cemal Paşa insanlar tarafından sevilmeyi seviyordu; popülerliği seviyordu.” Bu nedenle, birçok sürgüne inandırıcı gelen insancıl bir imaj çizdi; bu sürgünler, Cemal’in Talat’ın emirlerine rağmen onlara yardım edeceğini düşündü ki, bu doğru değildi. Neticede Cemal, şahsi ilişkiler kurduğu, birlikte çalıştığı ve güvendiği Ermenileri, bir millet olarak Ermenilerden ayrı tuttu. İlişkisi olan Ermeniler için eylemleri merkezden gelenlerinkiyle uyumlu olmasa da, diğerleri için genellikle İstanbul’un politikalarının yaratılmasında rol almasa da bunlara inanan ve isteyerek uygulayan biriydi.


Kategoriler

Dosya Arka Sayfa



Yazar Hakkında

1990 İstanbul doğumlu. Kültür sanat, müzik, insan hakları ve güncel politika haberleri yapıyor.