Michel Marian ile ‘Ermeni Soykırımı : Siyasette Adalete, Tarihte Ahlaka Yer Açmak' kitabından yola çıkarak, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılının nasıl geçtiğini ve içinde bulunduğumuz 2016’da yaşanabilecek olası gelişmeleri konuştuk.
Michel Marian’ı
Türkiyeli okur, Ahmet İnsel ile birlikte kaleme aldıkları ve
İletişim Yayınları tarafından 2010’da yayımlanan ‘Ermeni
Tabusu Üzerine Diyalog’ adlı kitabıyla tanıdı. Erzurumlu bir
ailenin çocuğu olarak Fransa’da doğup büyüyen Marian, felsefe
doçenti olarak Paris’teki Siyasi Araştırmalar Enstitüsü’nde
(IEP) öğretim üyesi olarak görev yapıyor. Marian’ın ‘Ermeni
Soykırımı : Siyasette Adalete, Tarihte Ahlaka Yer Açmak’
adlı kitabının Türkçe çevirisi, Aras Yayınları’ndan bu
hafta yayımlandı. Michel Marian da, Fransa’da 2015 içinde
yayımlanan kitabında, Ermeni meselesinde çözüme, ‘siyasette
adalete, tarihte ahlaka yer açarak’ nasıl ulaşılabileceği
üzerine kafa yoruyor. Geçmişi geleceğe, geleceği geçmişe
kurban etmeden, adil ve ahlaklı bir siyaset ve tarih anlayışının
nasıl geliştirilebileceğine odaklanan Marian, Ermenilerle Türkler
arasındaki bağların kopmasının kader olmadığını, yüzlerce
yıl bir arada yaşamış olan bu iki kadim halkın, barışçı bir
gelecek inşa edebileceklerini anlatıyor.
Michel Marian ile kitabından yola çıkarak, Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılının nasıl geçtiğini ve içinde bulunduğumuz 2016’da yaşanabilecek olası gelişmeleri konuştuk.
Ermeni Soykırımı’nın 100. yılı olarak 2015 sizce nasıl geçti ?
Ermeniler, 2015’ten şüphesiz fazla şey bekliyordu, çünkü akılları 1965’teki 50. yıldaydı. O yıl, Yerevan’da adalet talebiyle sokağa dökülen yüz binlerce Ermeni, Lozan Antlaşması’ndan beri süregelen suskunluğu bozmayı başarmışlardı. Ve böylece de soykırımın uluslararası açıdan tanınması mücadelesinde, yeni bir sayfa açılmıştı. 50. yılda yaşananlar, kimsenin beklemediği bir gelişme olduğu için çok güçlü etkileri oldu. 100. yıl ise tam tersine, herkesin beklediği bir hadiseydi. Ermenistan yönetimi, 24 Nisan’da çok sayıda devlet başkanını ağırlamak istediği ifade etmişti. Diaspora’nın ise uluslararası kamuoyundan, özellikle de ABD Başkanı Obama’dan resmî olarak soykırımın tanınması konusunda beklentileri büyüktü. Buna karşılık, Ankara ise 2014’te Erdoğan’ın sürpriz taziye mesajını yeni girişimlerin takip etmesi konusunda bilhassa istekli değildi. Zira, bu durum soykırımı tanımaya giden, telafisi imkânsız bir gelişme izlenimi verebilirdi. Fransa ve Kıbrıs gibi daha önceden soykrımı kabul etmiş ülkeler dışında, başka herhangi bir ülke 2015’te soykırımı kabul etmedi, bu da Ankara’nın bir kazanımı oldu. Bu, Ankara için kısa vadede bir başarı olarak görünse de Avusturya ve Çek Cumhuriyeti gibi güçlü Ermeni lobilerinin olmadığı ülkelerin parlamentolarının soykırımı kabul etmiş olması, Ankara’nın önümüzdeki dönemde Ermeni meselesiyle ilgili olarak zorlanacağını gösteriyor. Dünyanın pek çok yerinde düzenlenen 100. yıl etkinlikleri ve aynı zamanda Papa Francis, Almanya Cumurbaşkanı Joachim Gauck ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres gibi önemli uluslararası aktörler, Ermenilere yaşatılan büyük acıyı hatırlamanın ahlaki zorunluluğundan, barışın önünde engel olan ve hâlâ yaralamaya devam eden inkâra son vermekten söz ettiler.
2016’yla ilgili öngörüleriniz neler ?
2016 da, 2015 gibi Ermeni Soykırımı’nın yüzüncü yılı aslında; çünkü Ermenilerin yüzlerce yıl başka toplumlarla bir arada yaşadıkları topraklardan sökülüp atıldıkları yıl olan 1916’nın yüzüncü yılıdır 2016… Maalesef, Der Zor gibi Ermeni Soykrımı denilince ilk akla gelen tarihsel mekânlarla ilgili ortak bir hafıza geliştirmemiz, günümüzde mümkün olmuyor. Zira, mesela daha bugünlerde, IŞİD’in Der Zor’da yüzlerce insanı öldürdüğüne dair haberler alıyoruz. Öte yandan, Ermeni Soykırımı’ndan sonraki ikinci yüzyılın ilk yılındayız. Soykırımın tanınmasına yönelik etkinlikler, elbette devam edecek. Ermenistan’ın soykırımın uluslarası alanda tanınmasına yönelik çabaları, artarak sürecek. Bu ilgi, bilimsel toplantılar, kurbanların aileleri ile kurtarıcı Türklerin ailelerinin buluşması gibi farklı istikametlerde kendini gösterecek. Öte yandan, Ermenistan’da 2016’da demokrasi mücadelesi, soykırımın tanınması mücadelesinin daha önüne geçecek. Komşularla barış içinde yaşama, kadın hakları gibi konular, Ermenistan’da ön planda olacak. Diaspora’da ise soykırımın inkârının cezalandırılması konusu, Perinçek davasıyla birlikte duraklamış durumda. Gaspedilen malların iadesi konusu, adaletin tesisi için yeni bir kanal olarak ortaya çıktı. Bu elbette bir imkândır, ama öyle tahmin ediyorum ki, bu sadece bireylerin hak arayışı için söz konusu olabilir ve de 1950’lerden bu yana yapılan mal gasplarının iadesiyle sınırlı kalacağını düşünüyorum. Bence soykırımın tam olarak tanınmasının peşinde olunmalıdır; yer ve sokak isimlerinin iadesi, tarih öğrenimindeki nefret dolu ifadelerin ayıklanması, bu mücadelenin doğal sonucu olacaktır. Önümüzdeki dönemde, devletin soykırımı inkârına karşı mücadele ederken Ermeniler ve Türkler arasındaki diyaloğun gelişmesi de oldukça önemli olacak. Türk demokratlarıyla Ermeniler arasındaki işbirliğinin artmasını çok önemsiyorum. Paris’te 25 Nisan 2015’te, Türk demokratlarıyla birlikte bir anma toplantısı gerçekleştirdik. Çok kalabalık değildik belki, ama kamuoyunun önüne bu şekilde birlikte çıkabilmeyi başarmış olduk.
Hrant Dink’in Ermeni-Türk ilişkileriyle ilgili düşünce ve önerileri bugün için ne anlam ifade ediyor?
Hrant Dink’in öğretisi doğrulanmış oldu: Siyaset meşakatli ve geri dönüşlere konu oluyor olsa da, kalpten konuşur ve insanlığına hitap ederseniz, dürüst ve istikarlıysanız, toplumun içinde yol alabilirsiniz. Fikirleri ve yönteminin yanı sıra, Hrant’ın kişiliği ve yaşadığı döneme ait düğüm noktalarına rağmen, barışı somutlaştırabilme ve alışılagelmiş söylemlerin ötesinde gerçeği ifade edebilme kapasitesinin büyük payı var. Hrant Dink, bugün Ermeniler ve Türkler arasındaki bağı temsil ediyor. Fransa’da Hrant’ın ölüm yıldönümü, Ermenilerin ve Türklerin geleceği beraber inşa etmek için bir araya geldiği bir gün haline geldi. Mesela biz bu yıl 19 Ocak’ta, gazetecilerin gerçek uğrunda ödedikleri bedel hakkında bir toplantı organize ettik.
Fransa’da yaşayan bir Ermeni olarak, Türk demokratlarına önerileriniz neler?
Onlara benim kişisel bir önerim yok, çünkü onlar Türkiye’deki kaygı verici siyasi atmosferde ne yapmaları gerektiğini benden iyi biliyorlardır. Onları Türkiye’de hâlihazırda süregelen şiddetin düğüm noktası olan yoğun inkârcılığa rağmen, Ermeni Soykırımı ile ilgili gerçekleri cesaretle savundukları için tebrik ediyorum. Bazı gözlemlerimi de paylaşmak isterim. Kürt milletvekillerinin Ermenilere yönelik olumlu tutumu, CHP’nin Ermeni meselesi konusundaki tutumundaki yumuşama ve Türkiye’deki yeni Ermeni kuşağındaki aktif ve pozitif tutum, bence önemli ve sağlıklı gelişmeler. Bence bu tabloda eksik olan Müslümanların soykırımın inkârına yönelik tutuma karşı tepki göstermeleri. Bu gerçekleşirse, Türkiye’nin Avrupa’daki imajına da olumlu katkıda bulunur. Ama demokratların bu gelişmeye olumlu bir katkısı olur mu, emin değilim; Türkiye’deki iktidar mücadelesinde yaşanan kutuplaşmayı düşününce…
Kitabınıza yönelik olarak, Diaspora’dan tepki aldınız mı ?
Diaspora’daki sistematik
bir anti-Türktepkiselliğinin
Ermeniliğe sadakatle ölçüldüğü düzenden kurtulmak kolay
değil. Benimki gibi tezlere karşı kimliğe dair bir korkuyla
yaklaşıldığına dair bir izlenimim var. Bununla birlikte, Ahmet
İnsel ile yazdığımız kitaba, Marsilya’da Ermenilerden oluşan
bir jüri tarafından ödül verildi. Bu yıl ise herhangi bir ödül
almadım. Bunun nedeni, sanıyorum 2015’in Ermeniler arasında bir
birlik görüntüsü verme çabası. Diaspora’da pek çok insan
biliyor ki, Anadolu Ermenilerinin hatırasını canlı tutmanın
yolu, diyalogdan geçiyor. Fransa’daki en önemli Ermeni yayın
organlarında biri olan Nouvelles d’Arménie dergisinin Haziran
2015 sayısında, Ermeni-Türk diyaloğunun belli başlı
aktörleriyle ilgili özle bir dosya yayımlandı. Bu bile, başlı
başına önemli bir değişim içinde olduğumuzu gösteriyor.
Bundan sonra, Ermeni-Türk ilişkileri hakkında yeni bir kitap yazmayı düşünüyor musunuz ?
Yeni bir kitabı düşünmek için henüz erken. İki olasılık var. Eğer siyasi atmosfer olumlu yönde değişirse, Kürtlerin yaşadığı bölgelerde, özellikle Diyarbakır’da, Diaspora’dan ziyaretlerin Ermenilerle Müslümanlar arasında sağlıklı ve verimli tarışmaların yaşanacağını ve bu tartışmaların restore edilmiş eski Ermeni kiliselerinde yapılacağını hayal etmek zor değil. Bu beklenmedik ve zengin deneyim anlatılmalı ve hayali sürdürülmelidir. İkinici olasılık ise odamda oturup yazdığım bu son kitabın son bölümünü geliştirerek, Ermeniler, Türkler, Rumlar ve diğer Küçük Asya topluluklarının mitolojik ve tarihsel ortak referansları üzerine çalışmak olacak.
Kitaptan
1970’lerdeki uyanış
Ermeniliğe dönüşüm, ben aşağı yukarı yirmi beş yaşındayken oldu.
Dönüşüm diyorum, çünkü ilk adımı, Paris banliyösünde yaşayan Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmek ve hayatı dört yaşına kadar konuştuğum tek dil olan Ermeniceyle keşfetmekle atmıştım. Sonra birden bu dilden kopuverdim. Anlamaya devam etsem de tek kelime konuşamaz olmuştum, çünkü tüm dikkatimi Fransızcayı hatmetmeye, Fransız kültürünü hazmetmeye ve okulda başarılı olmaya adamıştım.
Yirmi beş yaşındayken diyorum, çünkü esasında o kuşağa özgü bir fenomen olan Ermenilerin toplu uyanışı rastlantı eseri benim okul ve üniversiteye dair yükümlülüklerimden kurtulduğum âna denk gelmişti.
Ermenilik diyorum, zira bu kelime de tam o dönemde, 1970’li yılların ortasında ortaya çıkmıştı. Tanımı nispeten muğlak olan bu kavram, tüm hayatlarını kontrol eden bir Ermeni kimliği ile silinip gitmeye mahkûm bir “Ermeni kökeni” arasında seçim yapmak istemeyenlere, oldukça cazip geliyordu.
Her ne kadar Sovyetler döneminde olsa da, Ermenistan’a yaptığım bir seyahat, benimle aynı tarihi paylaşan insanlara olan bağlılığımın ne kadar derin ve doğal olduğunu göstermişti bana.
Ermeniliğe dönüşü mümkün kılan en geniş kapı, bugün de olduğu gibi, soykırımın tanınmasıydı. Zira, o zamana kadar benim için Ermeni dünyası, her ne kadar Lübnan’dan Sovyetler Birliği’ne yayılan epey geniş bir aile olsa da, aile çevremden ibaretti; soykırımın tanınması ise bu çevrenin ötesinde, çok çeşitli yeni bağlar kurmamı sağlayan bir aidiyetin ilk işaretiydi.
Dolayısıyla, ben de birçokları gibi Ermeni davasını anlatmak ve insanları ikna etmek için kimi zaman anonim olarak, kimi zaman da kendi adıma konuştum, yazdım. 1987’de Avrupa Parlamentosu’nun oylamasına temel oluşturan raporun hazırlanması gibi büyük önem taşıyan süreçlere katılma şansım oldu. Buna rağmen, asla bir partinin militanı, cemaatin tam zamanlı temsilcisi ya da Armenolog olmadım. Ermenilikle ilişkim zorunluluğa değil, bir borç ödeme şuuruna dayanan duygusal bir seçimdir. Fransız tarafımaysa başka bir borcum vardı: Ermeni meselelerine dair seçimlerim ile Fransa ve Avrupa’nın değer ve ilkelerinin tutarlı olmasına dikkat etmek. Milliyetçilik ile özgürlükçü, çoğulcu demokrasi arasında seçim yapmak gerektiğinde, her defasında demokrasiden yana oldum.