“Yok Edilen Medeniyet: Geç Osmanlı ve Erken Cumhuriyet Dönemlerinde Gayrimüslim Varlığı” konferansının konuşmacılarından biri de Ermenistan’dan gelen tarihçi Anush Hovhannisyan’dı. Konferansın ikinci gününde ‘Hukuki ve Dini Baskı’ oturumunda konuşan Hovhannisyan, Ermeni mülklerinin el değiştirmesinde zorla müslümanlaştırmanın oynadığı rol üzerine bir sunum yaptı.
Hazarashen Etnolojik Çalışmalar Merkezi ve Anadolu Kültür işbirliğiyle hazırlanan, Dersim, Muş, Diyarbakır gibi illerde yaşayan müslümanlaştırılmış Ermenilerle yapılmış sözlü tarih çalışmalarından derlenen ‘Birbirimizle Konuşmak’ ve ‘Muş, Güzel Muş’ kitaplarında da uzman olarak yer alan Hovhannisyan, araştırmasında bu sözlü tarih çalışmalarından ve Ermeni Ulusal Arşivi’ndeki tanıklıklardan yola çıkıyor. Özellikle varlıklı Ermeni ailelerinin kız ve erkek çocuklarının müslümanlaştırılıp yerel eşrafa evlatlık ya da eş olarak verilmesinin, mülklerin el değiştirmesinde bir yöntem olarak sıklıkla kullanıldığından bahseden Hovhannisyan’la, yakında Ermenice bir kitap olarak basılacak bu çalışmasından yola çıkarak konuştuk.
Sunumunuzda soykırım zamanında Ermeni mülklerine yönelik yağmada toplumun katılımını vurguladınız. Bu süreç nasıl işledi?
İttihat ve Terakki liderlerinin bir planı vardı. Tüm bu yağma sürecini meşruluk kılıfına sokmak için terk edilmiş mülklerle ilgili geçici yasalar çıkardılar. Talat kişisel olarak bu süreci yönetti; komisyonlar kuruldu, planlandı ve devlet tarafından idare edildi. Sürecin temel amacı Ermenilere ait zenginliği almak ve devletin koordinasyonuna vermekti. Bir alt seviyeye inip “Bu yasaları kim uyguladı?” diye sorduğumuzda karşımıza yerli elit çıkıyor. Yerli elit, yasaların uygulanmasını kendi zenginlikleri için bir araç olarak gördü ve kullandı. Bu piramidin en altındaysa toplumun kendisi vardı. Maalesef Ermeni soykırımına toplumun büyük bir kısmı katıldı. Bu da yaşananların kolektif bir suç olduğu anlamına gelir. Soykırımdan sonra Türkiye toplumu sessizdi. Neden? Çünkü toplumun tümünü kapsamasa bile bu suç, paylaşılmış bir suçtu. Fiziksel olarak katılmasalar bile sessiz kalarak katılmış oldular.
Soykırımın 100. yılı, Türkiye’de ana akım medyada genellikle ‘kurtaran müslümanlar’ portreleriyle aktarıldı. ‘Kurtaranlar’ bir mit mi?
Soykırımı kabul eden bazı tarihçiler, kurtaranlardan bahsetmenin önemli olduğunu, bir nevi umut aşıladığını düşünüyor. Elbette Ermenileri kurtaran fedakâr Müslüman örnekleri var, ama bir araştırmacı olarak maalesef bunun çok az olduğunu söylemeliyim. Fiziksel olarak ‘kurtarılan’ pek çok insan var evet; ama sorun şu ki soykırım sadece fiziksel bir cinayet değildir. Birinin kimliğini öldürdüğünüzde, o insan yaşar ama artık kimliğine, Ermeniliğe sahip değildir. Öte yandan bu ‘kurtarma’ hikâyeleri diğerkam değil; eş ya da evlatlık olarak alınan Ermeniler, mülkleri ele geçirmek için, evlerde bedava iş gücü için kullanıldı.
Sunumunuzda, Türkiye’de yaptığınız sözlü tarih projesinin yanı sıra, Ermenistan Ulusal Arşivi’ndeki kaynaklardan da yararlandığınızı söylediniz. Bu kaynaktan bahsedebilir misiniz?
Soykırımdan sonra, Ermenistan Cumhuriyeti tarafından özel bir komisyon kuruldu. Başında meşhur bir Ermeni şair olan Hovhannes Tumanyan vardı. Komisyon mülteciler nereden geliyorlar, neleri var, nasıl geldiler gibi bilgileri kayda geçirdi. Bu tanıklıklar Ermenistan Ulusal Arşivi’nde (Hayastani Azgayin Arkhiv/ HAA) bulunuyordu. Geçen sene tüm tanıklıklar sınıflandırıldı, mültecilerin geldiği Van, Erzurum gibi vilayetlere göre tasnif edilerek altı cilt halinde yayımlandı. Kilikya’yla ilgili bir sonraki cilt de yakında çıkacak. Bu çok önemli, çünkü farklı konferanslarda Türkiyeli bazı meslektaşlarımdan “Osmanlı arşivleri açık ama Ermeni arşivleri kapalı” lafını duyuyorum. Fakat bu doğru değil. Araştırmamda bunu göstermek istedim. Arşiv, Ermenice ve Rusçayı bilen herkese açık.
Sözlü tarih çalışmanız kapsamında, müslümanlaştırılmış Ermenilerle yaptığınız mülakatlar bir tarihçi olarak sizce ne önem taşıyor?
Benim için çok öğretici oldu. Bazen ‘geleneksel’ bir tarihçi olarak sözlü tarihi göz ardı edebiliyorsunuz. Ama sözlü tarih, bana araştırmamı derinleştirme konusunda imkân sağladı. Ve bu tarihi sürecin belgeler değil, kişisel hayatlar üzerinden okunmasının önemini gösterdi. Çünkü tarih soyut bir şey değil, insan hikâyelerinden oluşuyor.
‘Ermenistan’da da tartışma konusu’
Ermenistan’da müslümanlaştırılmış Ermeniler konuşuluyor mu?
Geleneksel olarak bizim toplumumuz onları Ermeni olarak tanımak ve kabullenmek istemiyor. Sözlü tarih projem sırasında tanıştığım insanlar “Ermeni köklerim var, Müslüman kalmak istiyorum ama Ermeni de olmak istiyorum” diyor. Ermeni olmak illa ki Hristiyan olmak mı demektir? Bu Ermenistan’da da bir tartışma konusu. Genel yaklaşım onların Ermeni olmadığını düşünme şeklinde. Bunun Türkiye’de de sorun olduğunu biliyorum. Müslümanlaştırılmış Ermeniler burada, örneğin Ermeni okullarına gitmek istediklerine sorun yaşıyorlar, kabul edilmiyorlar. Bu konuda pek çok soru, az cevap var. Daha yüksek sesle konuşmak gerekiyor.