Kamp Armen, geçen hafta, tapuda sahibi olarak görünen Fatih Ulusoy tarafından, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’na bağışlanmıştı. Ancak yapılan bağış, kampın el konan arazisinin sadece bir bölümünü oluşturuyor. Arazinin geri kalanı, Tuzla Belediyesi tarafından kamulaştırıldı. Belediye’nin, arazinin kalan kısmını vakfa iade etmesi isteniyor.
Kurucusu Hrant Güzelyan tarafından satın alınan ve daha sonra devlet tarafından el konan Kamp Armen 8 bin 380 metrekarelik bir araziye sahipti; arazinin geçen hafta bağış yoluyla tapusu Gedikpaşa Vakfı’na iade edilen kısmı, yaklaşık dört bin metrekarelik bir alan. Arazinin geri kalan kısmı, bağış yapılmasıyla sonuçlanan süreçte Tuzla Belediyesi tarafından kamulaştırıldı.
‘Emsal teşkil etmiyor’
Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın avukatı Sebu Aslangil, bağış ve kamulaştırma sürecini Agos’a anlattı. Aslangil, bu sürecin Türkiye tarihinde bir ilk olduğunu, ancak el konan diğer mülkler için emsal teşkil etmediğini söyledi.
Kamp Armen hakkında, kamuoyunda yanlış bir algılama oluştuğuna, devlet tarafından bir iade işlemi yapılmadığına dikkat çeken Aslangil, “Bu süreçte, devletin iadeyle ilgili olarak yaptığı herhangi bir işlem yok. Devlet, 1974’te, Yargıtay’ın, aralarında Kamp Armen’in de bulunduğu cemaat vakıflarına el konmasına neden olan kararına ilişkin olarak bir işlem yapmadı” dedi.
Aslangil, Kamp Armen’e el konmasına benzer şekilde, yaklaşık 400 gayrimenkulün davalarla ya eski sahiplerine ya da Hazine’ye devredildiği vurgulayarak, kampın vakfın elinden alınması sürecini şöyle anlattı: “Arazinin vakıftan alınması için dava açılıyor. Vakıf buna karşı kendini savunuyor, ancak mahkeme malın eski sahibine iadesine karar veriyor. Temyiz sürecinde de bir sonuç alınamıyor. İç hukuk yolları bir şekilde tükendikten sonra, arsa bir önceki sahibine veriliyor. Eski sahibi, araziyi üçüncü bir şahsa devrediyor. Araziyi alan üçüncü şahıs, kamp yerinin boşaltılması için dava açıyor ve bu davayı kazanıyor, ancak herhangi bir işlem yapmıyor. Arsa daha sonra bir kez daha el değiştirip, tapuda en son görünen sahibine geçiyor. Bütün bu olaylar devam ederken, Kamp Armen kullanılamıyor. 6 Mayıs’ta, arsanın tapudaki son sahibi, kamp binasına yıkıma gidiyor. Yıkım da sonuçta yasadışı değil. Mülk sahibi Belediye’den bina tehlike yarattığı için yıkım izni istiyor, Belediye de normal prosedür gereği buna izin veriyor. Kamp yıkılmaya çalışılınca kamuoyunda tepki oluşuyor.”
‘Kamulaştırma teklifini reddettik’
Kamuoyunun tepkisi üzerine Tuzla Belediyesi’nin müdahil olarak yıkım işlemini durduğunu, ardından Ak Parti’nin sürece dahil olduğunu ve durumun Başbakan Davutoğlu’na intikal ettiğini söyleyen Aslangil, açıklamalarını şöyle sürdürdü: “1974’te Yargıtay Genel Kurulu’nun verdiği kararının hakkaniyetsizliğini de göz önünde bulundurarak, arazinin iadesi için bizimle temas kurdular. Çeşitli teklifler gündeme geldi. Kamp alanının bir özelliği var; imar planı yapılmış ama üzerinde çalışma yapılmamış. Bu yüzden, sekiz buçuk dönümlük, imarsız, ham bir arazi olarak görünüyor. İnceleme yapıldıktan sonra mülk sahibiyle görüşmelerinde, ‘Burada imar durumu yok, arazi elinde kalır, bir çözüm bulalım’ demişler. Bu görüşmeler sırasında bize, en kestirme yol olarak, kamulaştırma ve vakfa tahsis yöntemini önerdiler. Bu öneriyi hemen reddettik, çünkü tahsis uygulaması, siyasi şartlar değiştiğinde devlet otoritesi tarafından kolayca iptal edilebilir. Ayrıca belediyelerin bağış yapma yetkileri de yok.”
‘Gençler konuyu gündemde tuttu’
Kamulaştırma teklifinin reddedilmesinin ardından bir tıkanma yaşandığını, sonrasında ise mal sahibinin bağış yapmaya ikna edilmesi formülünün gündeme geldiğini söyleyen Aslangil, sözlerine şöyle devam etti: “Biz bu süreçte bir tarafız; mal sahibinden bağış yapmasını istemek gibi bir durumumuz söz konusu olamazdı. Görüşmelere katılmadık. Bize mal sahibinin ikna edileceğini ve bağışın gerçekleşeceğini söylediler. Mülk sahibi de bir beyanda bulundu. Ardından biz de, bağışı kabul edeceğimizi açıkladık. Temaslar uzun sürdü. Belediye’nin görüşmelerde nasıl bir yöntem izlediğini bilmiyoruz. Bu süreçte Türkiye iki seçim yaşadı ve bu arada bizim açımızdan süreç buzdolabına kondu. Biz mülk sahibini ikna edemezdik, dava açma durumumuz da yok, dolayısıyla temasların sonuçlanmasını bekledik. Gençler kampta nöbet tutarak konuyu gündemde tuttu. Biz de, bu uzun bekleyişin, çözümden ziyade sürece zarar getireceğini söyledik, baskı yapmaya devam ettik ve sonunda bize bağış yapılacağı haberi geldi. Bu arada kampla ilgili ne gibi işlemler yapıldığını bilmiyorduk.”
‘Şartlı bağış yapıldı’
Aslangil, bağışın şartlı yapıldığını ve şartların Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı tarafından kabul edildiğini belirtti: “Şartlardan biri, bu mülkün yeniden kamp olarak kullanılması, diğeri ise bu yer için daha önce açılmış davalardan feragat edilmesi. Hatta ‘Türkiye Cumhuriyeti aleyhine açılmış davalar’ diye, hukukdışı yorumlara yol açacak bir ifadeye yer verildi. Bizim için bağışın yapılması ve kampın geri alınması önemliydi. Kabul ettik.”
‘Arazinin bir kısmı kamulaştırıldı’
Kamulaştırmanın ayrıntılarını bağış gerçekleştikten sonra öğrendiklerini belirten Aslangil, “Yaklaşık dört bin metrekarelik bir alan kalmıştı, biz bağış yoluyla bu kısmı aldık. Arazinin beşte üçü vakfa, beşte ikisi ise kamulaştırmayla Tuzla Belediyesi’ne geçmiş oldu. Bize bu kalan kısmı için tahsis önerisi de geldi. Ancak bu öneri henüz ham, nasıl bir yol izleneceğine, elimize geçen kısım için en faydalı çözümün hangisi olduğuna karar vererek, hukuki ve siyasal mücadelemize devam edeceğiz. ‘Verilen alan yeterlidir’ gibi bir anlayışımızın olmadığı, herkes tarafından bilinmeli” dedi.
‘Yasal düzenleme gerekli’
Aslangil, el konan diğer mülkler için de bir yasal düzenleme yapılması çağrısında bulundu: “Devletin 1974 Yargıtay Genel Kurulu kararına dayanarak açtığı davalar, uluslararası evrensel hukuk ilkeleri karşısında büyük bir haksızlıktır. Devlet bu yerleri böyle tek tek iade edemez; bu ancak yasal bir düzenlemeyle olur. Vakıflar Yasası’nın geçici maddeleri düzenlendiğinde, kapsamın 1974 mağduriyetlerini içine alacak şekilde genişletilmesini istedik ama başarılı olamadık. Bu, halen bir sorun olarak önümüzde duruyor. Cemaat vakıflarının elinden alınan mülklerle ilgili özel bir kanun çıkarılmalı. Söz konusu mülkler üçüncü kişilerin hakları korunarak geri alınamıyorsa, devlet bunları tazmin etmeli. Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın elde ettiği kazanımın, bu sorunların çözümüne hiçbir faydası yok.”