Kıyametin tarifi nedir deseler, hakkaniyet yoksunluğu derim. Bir şeyin hakkını veremez hale gelirseniz, o sinsi zalimlik, salgın hastalık gibi yayılır. Artık adaletsizlik, mahkeme salonlarıyla sınırlı bir hukuk zaafı değil, düpedüz gündelik hayat pratiğidir. İçinden geçtiğimiz dönemin, yaşadığımız coğrafyanın özeti de kısaca bu. Kabul edilmesi imkânsız kötülüklerin arasında, aklımızı kaçırmamaya çalışarak kendi küçük dünyalarımızdan aldığımız destekle ilerliyoruz. Küçük, sıradan bir mutluluğumuz yeni bir katliam haberiyle, sokakta, evinde rastgele vurulan çocuk ve gençlerin ‘son dakika’ ibareli kâbus çığırtkanı gelişmeleriyle sekteye uğruyor. Bir an önceki gülüşümüzden, keyifle usul usul söylediğimiz şarkıdan, hayallerimizden utanır hale geliyoruz.
Gazete ve ekranlar, yalanlarla kaplı. Takvimlerse, cinayet ve katliamlarla... Suruç, Diyarbakır ve Ankara katliamları, sadece o korkunç intihar saldırıları sonucu olay yerinde ya da kaldırıldıkları hastanede hayatlarını kaybedenlerin canını almakla kalmadı, hukuk devletinin iflasını da en ibretlik haliyle sergiledi. Karartılan deliller, gizlilik kararı verilen dosyalar, ölü ve yaralılara sıkılan gazlar, sabaha karşı keyfi göz altılar, yayın yasakları, gelmesi engellenen ambulanslar, evladının, akrabasının otopsisine alınmayan aileler; infial yaratan hukuksuzlukların sadece birkaçı.
Tam da bugünlerde 90’lı yılları simgeleme gücü olan bir dava, yeninden görülmeye başlanıyor. Aralarında emekli Albay Cemal Temizöz’ün de bulunduğu sekiz sanıklı ‘Cizre JİTEM Davası’nın 5 Kasım’da görülecek duruşmasında, 21 faili meçhul cinayetin sorumlusu olarak yargılanan sanıklar, haklarında verilen mütalaa kabul edilirse, beraat edecekler.
1993-1995 yılları arasında, Cizre İlçe Jandarma Bölük Komutanı olan Cemal Temizöz’ün kurduğu sivil bir sorgu/infaz timiyle, 21 kişiyi işkenceyle sorguladığı, zorla kaybettiği ya da öldürdüğü iddiasıyla açılan davada, karar günü yaklaşıyor. Yeri değiştirilen ve Eskişehir 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden davada beraat talebi, Cumhuriyet Savcısı Hasan Ali Erkan tarafından yapılmıştı. Erkan, 18 Haziran’da görülen duruşmada “Tanıkların ifadelerinin ve olaylarla ilgili kesin, inandırıcı ve vicdani kanaate uygun delil bulunmadığını” savunarak, sekiz sanığın ayrı ayrı beraatine karar verilmesini istemişti.
Devletin cezasızlık geleneği devam ettikçe, yeni cinayet ve katliamlara davetiye çıkıyor. Cizre, Diyarbakır Merkez, Lice, Varto, Silvan, Yüksekova, Beytüşşebap ve Nusaybin’de yaşananlar; bir devletin kendi vatandaşlarının evlerini hava topuyla nasıl dövdüğünü, özel harekat timlerinin kesintisiz sokağa çıkma yasağı eşliğinde Kürt halkını nasıl abluka altına aldığını gösterdi. Görmek isteyenlere elbette.
Zorla kaybetmelerle, sokak ortasında insanların infaz edilmesiyle, zorla göç ettirme ve köylerin yakılmasıyla simgelenen 90’lı yıllar, seçim öncesi süreçte yürütülen sistematik şiddet tırmandırma siyaseti eşliğinde bir kez daha hatırlanır, yeni döneme uyarlanmış haliyle yaşanır ve geleceğe dair gözdağı için kullanılır hale geldi.
Bu noktada 1 Kasım Seçimleri, seçenek değil bir dava sunuyor aslında. Seçimden dört gün sonraki Temizöz davasında bir dönemi mahkûm edebilmenin yolu, demokrasiyi yaşamayı ve Türkiye’deki her kesimi dil, din, etnik köken, cinsiyet, cinsel yönelim ayrımlarına bakmaksızın ortak ve eşit haklarla donatmayı öngören bir anlayışa oy vermekten geçiyor. Hâlihazırdaki adaletsiz, hukuksuz, hakkaniyetsiz düzenle bir davası olana oy vermekten geçiyor. HDP’ye oy vererek mücadelede buluşmaktan geçiyor.
Mahkeme salonlarında görülen davaların bile kötü bir müsamere şeklinde seyrettiği bir düzende yegâne dava, iyinin safında yer almaktır. Solcu, Alevi, muhalif kesimler eşliğinde zulme direnişin en büyüğünü sergileyen Kürt siyasi hareketi, farklı bir siyasi gelenek yaratmaya talip. Egemen kibri ve rahatçı kuşkulardan arınarak birlikte verilecek bir mücadele dışında, ülkenin düze çıkması mümkün değil. Geçen sefer, emanet oy gibi şartlı şurtlu yaklaşımlara bile gönül indirilmişti. Umarım bu kez bir davayı emanet almamız gerektiği idraki egemen olur. Yüzyıllık resmî yıkım politikalarını devirmeden, bu ülkenin kimseye yâr olacağı yok. Esas olan tek dava, budur. Bu dava, tek seçenekli bir seçimdir. 2 Kasım Türkiyesi, adalet davasını sahiplenenlerin, hakikati talep edenlerin, bedel ödeyenlere el verenlerin birleştiği bir ülke olmadıkça, hiçbir seçim bir şeyi değiştirmez.
Davada buluşmak üzere, elimdeki o tek oy, bir kez daha HDP’ye…