Araştırmacı, yazar ve avukat Fırat Aydınkaya, çocukluğunun geçtiği ‘1990’ların Varto’suyla’ 2015’in Varto’sunu çok çarpıcı iki anekdot üzerinden anlatıyor. Aydınkaya’nın “1990’lara mı dönüyoruz?” tartışmalarına önemli bir katkı niteliğindeki yazısını sunuyoruz.
Hükümete yakın medya, 7 Haziran sonrası savaşı ‘war game’ tadında bir bilgisayar oyunu olarak sunmaya çalışıyor. Kontrolden çıkma semptomları gösteren yeni savaşı, alkolsüz bira veya kafeinsiz kahve misali kansız, acısız steril bir cerrahi operasyon olarak lanse ediyor. Bu nedenle “savaş olsun ama 90’lar gibi olmasın” şeklinde sahte bir hümanizmle savaşa alkış tutmaktalar. Bu şekilde kontrol altında tutabileceklerine inandıkları bir savaşı, siyasetin başka araçlarla devamı olarak görmekteler. Tam da bu sebeple Kürtlerin gözünde ‘kısmi soykırım’ konsepti ile simgeleşmiş 1990’lı yıllar analojilerinden pek hazzetmiyorlar. Bu habis mirasın farkında olan Başbakan iki de bir 1990’lara dönülmeyeceğinin mesajlarını vermeye çalışıyor. Ne var ki ‘93 konsepti’ne ruhunu veren ne varsa tümü çoktan işbaşı yapmış durumda. ‘93 konsepti’ne mündemiç devletin tim hali, Ermeni soslu ırkçılık söylemleri, sokağa çıkma yasakları, kısmi OHAL ilanları, medeni ölü haline getirilmeye çalışılan basın, faili meçhuller, kobra helikopterler. Tarih tekerrür peşinde yine… Bu tekerrürü önlemek için çırpınanlara ise iktidar kalemleri “sakın 90’lara dönen siz olmayasınız” şeklinde alaysı bir retorikle mukabele ediyor.
Direniş geleneği
Geçen Perşembe günü Varto’da 1990’ları anımsatan enstantaneler, o yılları görenlerde tek kelime ile ‘deja vu’ duygusunu uyandırdı. 1990’ların hayaleti Varto semalarındaydı. Bilmeyenler için önce kısa bir Varto intro’su. Varto her daim direniş geleneğine sahip bir lokasyon. Şeyh Said İsyanından bu yana biriktirdiği bir itiraz kültürüne sahip. Varto 1990’larda yine, Tim komutanlarının fetih iştahını kabartan bir yer olarak Türkün gücünü göstermek istediği platolardan biriydi. 2000’lerden bu yana ise Varto ciddi bir örgütlenme modernleşmesine ev sahipliği yaptı. Yanı sıra buradaki Alevi-Sünni kimliklerinin özgür birlikteliği burayı bir siyasi ütopya mekânı haline getirdi. Tam da bu nedenle Kürt hareketi burayı bir tür ‘Medinetü’l Fazıla’ şeklinde bir ütopik mekan olarak görüyor. Bu arada devletin güvenlik ideologları ise tam da bu arka plan yüzünden ilçeyi ‘yüksek risk arz eden 12 ilçeden biri’ biçiminde bir distopya olarak gördü. Beklenen oldu ve sürecin aradan çekilmesiyle ‘ütopya’ ile ‘distopya’ karşı karşıya geldi.
İki fragman
Bu yazıda bir tanesi 1993 yılına, diğeri 2015 yılına ait olmak üzere Varto’da yaşanmış mukayeseli iki fragmana dikkati çekmek istiyorum. İki olay da başımdan geçtiği için kısmen şahsi. Ancak feministler yerden göğe kadar haklı: “şahsi olan politiktir.”
İlkinin tarihi 15 Ağustos 1993. Yer Varto Kulan köyü. Ben idealist bir lise öğrencisi olarak yaz tatilinde ailemi görmek için köydeyim. Bir iş için köyün 1 km dışına çıktığımda birden bir kobra helikopteri üzerimde uçmaya başladı. Az sonra da köyün girişinde inip anonsla beni çağırdı. Vardım koşarak. Yüzbaşıydı inen. Yanına vardığımda çok yaratıcı küfürlerle merhabalaştı benimle. Sonra aniden tabancasını kafama dayadı. 10’a kadar sayacağım, “Sultan’ın (kadın bir HPG’li komutan) yerini söylemezsen geberirsin” dedi. Ben ki tıfıl bir talebe olarak hayatımda Sultan diye birini hiç görmedim. Neyse 10’a kadar saydı ve doğru cevap çıkmayınca tetiği de çekti. Ama bereket Azrail de benim gibi tatile çıkmıştı. Sonra uzun namlulu silahının kabzasıyla cennetten çıkma bir dayak yedim. Sonra köy meydanına çıkardılar bizi. Yaşlılara, çocuk ve kadınlara dayak, küfür bolca ama geçelim. Nihayet biz erkekleri tek sıra yapıp kadınlara sırtımızı döndüğümüzde Ermeni kafilelerinin kurşuna dizilme sahneleri geldi gözümün önüne. Birden bas böriton bir ses “çıkarın kimliklerinizi” dedi. “Aşağı kimlikleri diyorum ulan Ermeni piçleri” cümlesi bir devam cümlesiydi. Nedense o zamandan beri sosyal bilim literatürünün kadim tartışması olan alt kimlik üst kimlik tartışmaları bana bu sahneyi hatırlatmakta. Yanımda askerden henüz dönen bir akrabam, Türkçe tam bilmediği için kimliğim evde dedi. “Aşağı kimlik dedik ya piç Ermeni” şeklinde ırkçı bir söylem ensemizde patladı. Bazılarımızın aşağı kimliği sorunlu çıkmıştı, yani sünnetli olmadığımız için güzel bir ‘sünnet dayağı’ da yemiş bulunduk. Kürt meselesi söz konusu olunca anayasanın başlangıç ilkelerinden olan ‘sünnet’ meselesini gündeme getiren ve Okul’da anayasa dersimize giren Burhan Kuzu’nun tweet’i çınlasın. Ezcümle tıpkı Burhan Kuzu gibi Tim komutanı da aşağı kimliğimizden bizim gen haritamızı bulmuştu. Evet, “hepimiz Ermeni’ydik”. Tim komutanı alt kimliğimize bakıp böyle buyurmuştu.
2015’te yine Kulan köyü
İkinci fragman ise 17 Eylül 2015 tarihine ait. Yer yine Varto Kulan köyü. Olaya girmeden kısa bir dibace. Kısa süre önce köyün 1 km dışında tapulu, ruhsatlı bir araziye yasal bir süreç takip edilerek bir şehitlik inşa edilmişti. Şehitlik hükümete yakın medyanın iddia ettiği gibi bir karargâh falan değildi. Cami, cemevi ve taziye yerinden oluşan bir kampustan öte bir şey yoktu. Mezarlıklarda ise çatışmalarda hayatını kaybeden kişilerin sade mezarları vardı. Olaya gelirsek başrolde tıpkı 93’te olduğu gibi Timler var. Bu sefer ben yoğum, ailem, anne babam köyde. Sabah saat 05.00 gibi acı bir telefonla uyandım. Telefondaki ses ağlayarak köyümüz bombalanıyor demekteydi. Ajanslara baktığımda herkes penguene bağlanmıştı yine. İlerleyen saatlerde olay ortaya çıkmıştı. Gece saat 03.00 gibi F-16’lar köyün mezarlık alanlarını bombalamış, akabinde 4 kobra helikopteri akşama kadar alanın altını üstüne getirmişti. Sabiha Gökçen’in jetlerle attığı bombalardan sonra bizimkiler neredeyse 90 yıl arayla ikinci kez jetlerden atılan bombaların çıkardığı patlamalara şahitlik etmekteydi. GSM şebekesi çöktüğü için ancak sabit hattan babama ulaşabildim. “Oğlum burası kıyamet gibi. Ne olursun sesimizi duyur dünyaya” dedi. Basın ve HDP, mebus listelerine kilitlendiği için yine ilgilenen çıkmadı. Bu arada babam bombalanan alan içinden sivil giyimli birinin köye koşup geldiğini söyledi. Özel timler bu kişiyi almak için önce havaya sonra insanların üzerine ateş açıyordu. Sivil giyimliyi alan görevliler orada onu linç etmeye çalışmışlar ama köydekilerin çabalarıyla linç akim kaldı. Bu arada tıpkı 1990’lar gibi yine Ermenileri küfür edebiyatı haline getiren bolca ırkçı nefret söylemi köyün üzerine boca ediliyor. Yaşlı muhtar da oğlu yaşındaki özel timler tarafından dövülüyor feci şekilde. Sonraki gün yine sokağa çıkma yasağı. Köy abluka altında. Giriş çıkış yasak. Bu arada köyün bir km dışındaki şehitlikte bulunan cami ve cemevi yerle bir edildi. Mezarlıklar tahrip edildi. Köye yakın bombalanan alanda cenaze söylentileri üzerine babam aradı, “Allah rızası için bir şey yapın, gidip cenazeleri alalım” dedi. Babamı zor bela ikna edip rütbelilerle konuşmaya gönderdim. Babam “bunlar öncekiler gibi diyaloga açık değil, sadece öldürme ve hakaretten anlıyorlar” dedi. Neyse tüm söylenmelerine rağmen gidip konuştu. Görevli, babama “ne cenazesi lan Ermeni piçleri, onlar cenaze değil leş, ayrıca evden çıkarsanız kurşunu kafanıza yersiniz demiş. Babam dinimize göre cenazeyi bir gün bekletmek doğru değil, kaldı ki 36 saat oldu. O yüzden beni vursalar da gidip getirip gömeceğim onları dedi. Sonra da yahu bizde cenazenin kimliği sorulmaz. Asker olsaydı gidip getirmez miydim diye de ekledi. Bereket gerginlik çığrığından çıkmadan operasyon bittiği için rahat nefes aldık şimdilik.
Mobil timler
İşte biri 1993’ten kalma diğeri de 6 gün önceden kalma iki ayrı devlet performansı. Aradaki üç farkı bile bulmak muhal. Aslında bir devam filmi bu. 1990’lardan kalan bir filmin kısa metrajını izler gibiyiz. Yine kadrajda özel timler var. 1990’lardan farklı olarak artık yalnızca ülkü ocağı gönüllüsü timler sahada değil. Sadece Türkün gücünü değil, Habil’in de gücünü Kürtlere gösterecek muhafazakâr-Türk formalı mobil timler sahada. İki silahı var bu timlerin. Ateşli silah ile HD kalitesinde görüntü veren internet bağlantılı akıllı telefon. Ateşli silahıyla vururken, HD kamerasıyla çekip anında paylaşıyor. Kamera yeni tim pedagojisinde en az silah kadar mühim. Sözgelimi geçen ay içinde Varto’da görevli bir Tim mangası Tarantino filmlerine nazire yaparcasına, bir kadın savaşçının parçalanmış bedenini dolaşıma soktu. Yine Kars’tan görüntü paylaşan mobil Tim’ler avcılık ritüellerini andıran bir kadrajla öldürülen bir bedenin üstüne ayaklarını koyarak deklanşöre bastı. Günümüz militarizmi paylaşmaya pek meraklı, hususen de sanal alemde. 1990’larda özel timlerin kulak/burun koleksiyonculuğunu bilenler için bu enstantaneler tanıdık. Şimdilerde tim mangalarının format değiştirerek mobil trendlere ayak uydurduğunu görmek şaşırtıcı. Eskiden arşiv meraklısı olanlar beden koleksiyonculuğu yaparken şimdikiler magazin meraklısı bir halde görüntü paylaşıyor. Beri yandan sadece biyolojik ölüm yetmiyor belli ki, simgesel öldürme de artık işin içinde. Lime lime edilmiş bedenleri sanal alemde simgesel bir ölüm seansından geçirmek yükselen trend. Öldürülenin yakınları cenaze namazına durduğunda, öldürenlerin ideolojik akrabaları olan troller ise klavye başında like yapmakla meşgul.
Bitmeyen Ermeni nefreti
Yenilenmiş özel tim konseptinde altının çizilmesi gereken başka bir husus ise bitmek tükenmek bilmeyen Ermeni nefreti. Belli ki özel timler eğitilirken Ermeniler, tim pedagojisinin değişmeyen müfredatı. Özel timlerin atış poligonundaki hedef tahtası muhtemelen Ermeni profillerinden seçilme. Özel timler savaş motivasyonunu ermeni olma potansiyeli yüksek olan Kürtlerden alıyor belli ki. Kürt olmakla birlikte Ermeni olma şüphelisi muhalif bir kimliği ezmek için ‘eğit donat’ olan tim komutanını güdüleyen şey bu kimliği küfürle fethetmektir anlaşılan.
Kamu düzeni
Öte yandan tıpkı 1990’lardaki gibi hukuk yine sahnede yok. Suç ve cezanın bireyselliği ilkesi yine anayasanın ayak bağı maddesi olarak görülmekte. Kollektif suç ve kollektif ceza yine işbaşında. Hukuk yerine had bildirmek ön planda. Hukuk yerine ‘özel timleştirilmiş şiddet’ kol geziyor. Silahın rasyonalitesine her şey emanet edilmiş durumda. Bu şiddeti buzdolabından çıkaranlar kamu düzeni üzerinden bunu gerekçelendirmekte. Bilenler bilir ‘kamu düzeni’ mugalatası 1915 yılında çıkarılan Sevk ve İskân kanununda geçen ‘asayişin korunması’ gayesinin Türkçesi. Kamu düzeninin sağlanması tam da “Türk’ün gücünü göstermek” olduğunun en iyi ifşası tim komutanlarının sözcüklerinde saklı. Şiddet tekelinin müzahir trolleri bu manada işi Weber’e kadar götürmeye gerek bile görmediler. Kamu düzeni kavramının, Nazizm’in en bombeli yastıklarından olduğunu da bilenler bilir. Hukukun muhtevasındaki şiddeti örten sofistike kavramlardan biridir kamu düzeni. Tam da bu yüzden meşhur ‘şiddet eleştirisi’ metninde Walter Benjamin, hukukun şiddetle akrabalığının ifşasına ciddi bir mesai harcar.
Basında değişen ne?
Öte yandan basın da aynı basın. 1990’larda basında Çölaşanlar, Özkökler ve Anadolu’dan görünüm medyası vardı. Askerin helikopterine binip Kürt coğrafyasına ırkçı makaleler döşemekle meşguldü Babıâli. Tim mangalarına iliştirilmiş gazeteci kimliği ile o dönemde basın, tim mangalarının basın bülteni kıvamındaydı. Şimdiki basın ise medeni ölüler basını. Medeni ölü taklidi yapanlar epey bir yeküne tekabül etse de hiç de medeni bir öldürme şekli diyemeyeceğimiz medya savaşlarıyla demokrat kalemlerin klavyeleri rehin alınmaya çalışılmakta. Ziya Gökalp’in “gözümü kaparım, vazifemi yaparım” veciz sözü bir kısım basını teslim almış durumda. Velhasıl özel timin dürbününden hedef göstermeyi gazetecilik sanan bir anlayış geri döndü. Mezarlığı bile etkisiz hale getirmeyi salık veren köşe yazarlarını okumak bu döneme özgü bir yüz kızartıcılık örneği.
Pilot bölge olarak Varto
Ezcümle tüm bu olanlardan sonra Varto’nun pilot bölge seçildiği net olarak görüldü. Çok daha önemlisi Varto laboratuarında ‘yenilenen devlet bürokrasisi’ yeniden formatladığı 1990’lar stratejisini deneme imkânı buldu. Peki, nedir güncellenmiş ‘93 konsepti’? 1990’larla hesaplaşılmadığı için bu habis süreç buzdolabına alınmıştı. Şimdi devlet aklı, barış sürecini buzdolabına alırken, sınanmış yöntem olan ‘93 konsepti’ni menü olarak önümüze koymuş durumda. Ve elbette yeni icracı ve yeni yöntemlerle. Bahçeli’nin çağrısının tersine yeni devlet aklı, 1990’lar gibi tüm bölgeyi karantinaya alma yanlısı değil şimdilik. Total bir ‘93 konsepti’ gündemde yok. Tersine sadece kendince metastaz yapacağını gördüğü yerleri lokalize ederek işi bitirmeye çalışıyor. Sorunlu bölgeleri kadraja alıp yalnızca oraya cerrahi operasyon yapıyor. Özel güvenlik bölge modelleri tam da bu. Bu bir yönüyle ‘mikro OHAL’. Bu stratejiyle sokağa çıkma yasağı ilan edilecek, kitle hareketleri için eğit donat olan yeni timler sahaya sürülecek, toplu katliam yerine simgesel bir gözdağıyla kitle içinde belirli insanlar hedef yapılacak. Bu stratejinin bir farkı ise an be an doğrudan Ankara’dan yönetiliyor olması. Tam da bu nedenle Başbakan Varto’daki operasyonu an be an takip ettiğini açıkladı.
Ermeni bilgelerin öngörüsü
Hülasa bu sefer Türkiye rejimi kontrollü bir ‘kısmî soykırım’ konseptiyle yetinmeyecek gibi. Ülkenin batısının son dağlıca saldırısından sonra Kürtler için bir Lynchland haline gelmesi tesadüf değil. Devlet yeni dönemde sadece alan markajı değil adam markajını da gündemine almış durumda. Batı’daki Kürtler de hedefte artık. Ve en önemlisi Kürtler ile yoldan çık(arıl)mış PKK’li Kürtler ayrımı bir kenara bırakılmış durumda. Linç operatörlerinin gündelik faşizm egzersizleri ile Osmanlı Ocakları benzeri örgütlü faşizm şubeleriyle ülkede siyaseten Kürtsüz bir hegemonya inşasının hedeflendiği tartışmasız. Bu hal üzere Kürtlerin 1990’larda yaşadıkları bir bakıma Ermenilerin 1890 pogromlarını andırıyordu. Yüzyıl sonra 1915’in ikinci defa ayak sesleri duyuluyor. Katledilmeye götürülen ferasetli Ermeni bilgelerin, Kürtlere “em şiv in, wun ji paşivin”[1] öngörüsü bir hayalet gibi Kürtleri takip ediyor.
[1] Biz akşam yemeğiyiz, siz de sahur yemeği olacaksınız.