Mısır’da doğup büyüyen, İngiltere’de ‘kadın ve cinsiyet çalışmaları’ alanında doktora tezi yazan ve geçen hafta Sabancı Üniversitesi’nin davetiyle ‘Ortadoğu’da Toplumsal Cinsiyet ve Barış’ adlı konferansa konuk olan Profesör Nadje Sadig Al-Ali ile Ortadoğu’daki siyasi ve sosyal baskıları, feminizmin gelişimini, Türkiye ve Irak’taki Kürtleri, Türkiye’deki feminist örgütleri konuştuk.
Ne kadar zamandır feminizm üzerine çalışıyorsunuz?
Feminizmle ilgili akademik çalışmalarıma 1990’ların ortasında, Londra Üniversitesi’nde (SOAS) doktoramı yaparken başladım. Doktora tezim ‘Mısır’daki Kadın Hareketi Kapsamında Laiklik’ idi. 1970’ten 1994’e kadar Mısır’da yaşadım ve yüksek lisansımı Kahire’deki Amerikan Üniversitesi’nde tamamladım. O zamanlar, Müslüman kadınların İslam dinini nasıl yaşadıkları ve yorumladıklarıyla ilgili çok sayıda akademik çalışma vardı; fakat laiklik ve kadın hareketi hakkında çalışma yok denecek kadar azdı. Ben de bu konu üzerine yoğunlaştım. Doktoramı ‘kadın ve cinsiyet çalışmaları’ konusunda, Ortadoğu’da tanınan Deniz Kandiyoti ile yaptım.
1991’deki Körfez Savaşı’nda Irak’taydım; fakat savaştan sonra yedi yıl boyunca, oraya hiç gidemedim. 1998’de Irak’a gittiğimdeyse, baskıların ve otoriter rejimin ülkeyi nasıl değiştirmiş olduğuna tanık oldum. İnsanlar orada tecrit edilmiş bir hayat sürüyorlardı ve yaşam şartları çok zordu. Bunu görünce, yurtdışında yaptığım çalışmalarım, Irak’la ilgili olmaya başladı. Bu sayede, yaşanılan sorunların çözümüyle ilgili bir bilinçlenmeye katkı sunabileceğimi düşündüm. Tabii ki, Irak’taki baskıları ve Baas rejimini de bu çalışmalar içerisinde irdeledim.
Akademik çalışmalarım, ister istemez beni politik olarak da meselenin içine soktu. ‘Irak’taki Baskılara Karşı Kadın Hareketi’ adlı bir gruba girip çalıştım. Bu grupta memnun olmadığımız bazı şeyler de vardı. Örneğin, sadece Batı’nın Irak’a yönelik politikaları üzerine çalışıyorlardı, Baas rejiminden bahsetmiyorlardı hiç. O dönem bu meseleyle ilgili olarak kendileriyle bir tartışmaya girmiştik, fakat o tartışma bir yere varamadan Irak’ın işgali sorunuyla karşı karşıya kaldık. Biz işgale karşıydık, fakat o günlerde Irak, diktatör yanlısı ve karşıtı olarak ikiye bölünmüştü. Bir tarafta diktatörlük, diğer tarafta ise Irak’ın parçalanması sorunu vardı. Yani, iyi bir seçenek yoktu o zamanlar. Ardından Saddam düştü.
İşgalin, baskıların, yozlaşmış hükümetin ve İslamcılığın kadınları nasıl etkilediğine dair çalışıyorum son yıllarda. Feminist bir aktivist olarak, Irak’ta feminist örgütlerle çalışıyorum. Kürt bölgesine gidip geliyorum. Kürt kadınlarının düşüncelerini ve eylemlerini izliyorum.
Londra’da ise iki tane feminist örgütle çalıştım. Biri, ‘Siyah Kadın’ (Women in Black) hareketiydi. Dünya çapında çalışmaları ve üyeleri olan, temel amacı barış ve adaleti sağlamak olan bir grup bu. 80’lerin başında İsrail’de kuruldu. Farklı etnik kökenlere sahip insanların oluşturduğu bu grup, bu açıdan öncü oldu diyebilirim. Diğer grup ise ‘Köktendinciliğe Karşı Kadınlar’ idi. Britanya kökenli olan grupta, Hıristiyan, Müslüman, Musevi, Hindu ve Budistler, birlikte çalışıyor. Grubun savunduğu temel argüman ise, hangi din olursa olsun, köktendinciliğin kadınların vücudunu, giyimini ve yaşayışını olumsuz olarak etkilediği...
Feminizmi nasıl tanımlıyorsunuz?
Feminizm, sosyal adaletsizliklerin ve eşitsizliklerin cinsiyet üzerinden yapıldığını ve oluştuğunu anlayıp üzerine çalışmaktır. Bu eşitsizlikler, tabii ki yapısal. Yani sadece bir kadın ile bir erkek arasında olan bir şey değil; tamamen sistematik ve devlet politikaları düzeyinde yaratılan eşitsizlikler. Feministlerin yapması gereken ilk şey, bu eşitsizlikleri anlamak ve üzerine çalışmak, ikinci şey ise bu durumu değiştirmeye çalışmak...
Ortadoğu’da feminizmin gelişimi hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Özellikle Mısır’da feminist hareketin oldukça köklü bir geçmişi var diyebilirim. 20. yüzyılın başlarında Huda Sha’arawi önderliğinde kurulan Mısır Feminist Birliği, Ortadoğu’daki ilk feminist örgütlerdendir. Ortadoğu’daki çoğu ülkede feminizm, sömürgecilerin milliyetçi baskıları sonucu ortaya çıktı. Kadınlar, erkeklerin yanında sokaklarda sömürüye karşı çıkarken, kendileri için de özgürlük ve hak talep ettiler.
Mısır özelinde, Cemal Abdül Nasır zamanında, bağımsız bir kadın hareketine sahip olmak çok zordu; baskılar yoğundu. Enver Sedat zamanında ise biraz daha kolaylaştı. Mübarek iktidarının devlet ile yakın çalışan feminist örgütleri vardı. O dönemde bağımsız muhalif örgütlenmeler de artmıştı. Mübarek’ten sonra feminizm tekrar baskı görmeye başladı.
Irak’ta ise 1950’lerde ve 60‘larda Iraklı Kadın Birliği (The Iraqi Women’s League) adında oldukça güçlü bir organizasyon vardı. Grup, Irak Komünist Partisi ile oldukça yakındı. 40 bine yakın üyesi vardı ve bu o dönem için bu oldukça büyük bir sayıydı. Laiklerdi; içlerinde Iraklı, Musevi, Hıristiyan, Müslüman üyeler vardı ve hep beraber uyum içinde çalışıyorlardı. Fakat Baas rejimi, kadın hareketlerini baskı altına aldı. Baas rejimi döneminde ise Irak Kadın Federasyonu (General Federation of Iraqi Woman) adı altında bir grup kuruldu ve bunlar Baas Partisi’ne bağlıydı. Grup dışında kalan feministlerin üzerinde oldukça büyük bir baskı vardı. Muhalif olanlar öldürülüyorlardı, kaçabilenler ise sürgünde yaşamaya başladılar.
1991’den itibaren kadın hareketinde bir büyüme oldu. Iraklı Kadınlar Ağı (Iraqi Women’s Network) kuruldu. Kurulan bu ağda, yaklaşık 80 feminist örgüt yer alıyordu. O dönem, İslamcılardan inanılmaz tepki almalarına, ciddi biçimde güvenlik sorunu yaşamalarına rağmen etkileyici çalışmalar yapıldı. Farklı etnik ve dinsel farklılıklar üzerine de çalışmaları oldu.
Ortadoğu’da feministler, her zaman Batı’ya yakın olmakla suçlandılar; kendilerini savunmak için Ortadoğu kültürünün bir parçası olduklarını ispatlamak için çalıştılar. Bu çabalara rağmen, birçoğu hain muamelesi gördü.
Ayrıca feminizm içinde de bir kutuplaşma var; laik feministler ve kadın haklarını dinle açıklamaya çalışan İslamcı feministler arasında. İslamcı feminizm, özellikle son 15 yılda önem kazandı.
Buna ek olarak, Türkiye’de Atatürk ya da Irak’ta Saddam’ın modern otoriter rejimlerinin ortak özelliklerinden biri, kadınlara eğitim, seçme-seçilme hakkı gibi belirli haklar tanımasıydı. Bu hakların tanınmış olması, kadın hakları ve feministler için oldukça önemliydi.
Şimdi görüyoruz ki, zamanında ülkelerindeki otoriter rejimlerle çalışmış bu feminist kesimlere bir tepki var. Fakat ben bu tepkinin nedenini, sadece baskıcı rejimle çalışmış olmalarına bağlamıyorum. Mübarek döneminde bir yasa vardı. Yasa tamamen dinî temellere dayanmış ve aile içi özgürlüğü kısıtlıyordu. Mesela evlenince boşanmak yasaktı ve bunun gibi birçok yasa vardı. Suzan Mübarek, bu yasanın kaldırılmasına öncülük etti. Mübarek gittiğinde bazı muhafazakâr gruplar, yeni yasanın Suzan Mübarek’e ait olduğunu ve kalkması gerektiğini söylediler. Yasa sadece Mübarek’in değil, tüm feministlerin dönemin hükümetiyle ortak çalışarak kaldırttığı bir yasaydı.
İslamcı terörist grupların kadın hakları mücadelesi üzerindeki etkileri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Şu an herkes IŞİD terörünü konuşuyor. Onların yaptıklarını, bu devirde olmaması gereken canice eylemler olarak görüyorum. Ezidi, Hıristiyan, Yahudi kökenli kadınlar kaçırılıyor, tecavüz ediliyor, evliliğe zorlanıyor. Bu durumun kadınlar ve feminizm üzerine inanılmaz bir etkisi var. Ayrıca inanılmaz bir ikiyüzlülük olduğunu düşünüyorum; insanlar sadece IŞİD üzerine yoğunlaşıyor, fakat Ortadoğu’da terörizmin uzun bir geçmişi var. 2003’ten beri Irak’ta hem Sünni, hem Alevi kadınlar, terörizme mahkûm ediliyor. Terörist grupların ele geçirdiği bölgelerde, inanılmaz derecede baskı ve şiddet var. İslamcı terörün etkin olduğu yerlerde, ilk işleri kadınları baskı altına alıp, hareketlerini kontrol etmek oluyor. Bundan dolayı, en büyük zorluğu kadınlar yaşıyor. Fakat kadınlara yönelik terörizmi, sadece İslamcılık üzerinden yorumlamak da yanlış. Birçok çalışma arkadaşım Lübnan’daki Hizbullahçı kadınları gözlemlediler ve onların kadın hakları üzerine de çalışmalar yaptıklarını gördüler. Lübnan’daki Hizbullahçı kadınlar daha özgür diyebilirim. Yani bu aşırılıkçı grupları incelerken, örgütün neyi hedeflediğini ve ne yaptığına bakmak lazım. İslamcı veya Müslüman diye kötülemek yanlış.
Ermeni Soykırımı’yla ilgili çalışmalarınız oldu mu? Görüşleriniz neler?
Hayır, Ermeni Soykırımı’yla ilgili çalışmadım, fakat arkadaşlarımın çalıştığı ve tez yazdıkları akademik ortamlarda bulundum. Hafıza, cinsiyet ve şiddetle ilgili birçok konferansta da bulundum. Bu konferanslarda, çalışma arkadaşlarımdan soykırım hakkında çok şey öğrendim. Son zamanlarda Irak’la ilgileniyorum. Irak’taki ve buradaki Kürt meselesiyle ilgili meseleler karşıma çıktı. Şimdi ise başka ülkelerde feminizmin nasıl işlediğini çalışıyorum. Bunun yanında, barışı nasıl elde edebileceğimizi düşünüyorum. Barış hakkında çalışıyorum. Şu anda burada Türk-Kürt ilişkileri üzerinden barış ihtiyacını inceliyorum. Yakında çalışmalarıma Ermeni toplumunu da eklemeyi düşünüyorum. Bu denli acı çekmiş ve zorluklar yaşamış bir toplum için barış neyi ifade ediyor ve nasıl sağlanabilir? Ermeni halkı ve diasporası ne için çalışıyor? Bence yaşanan acılar, hafıza, geçmiş ve dönemin siyasilerinin inkâr politikaları açısından birbirine paralel. Barış bu yüzden gelmiyor. Eğer barışı sağlayıp çocuklarımıza iyi bir gelecek sağlamak istiyorsak, geçmişle yüzleşmeliyiz.
Irak’taki Kürdistan bölgesinde siyasi ve sosyal açıdan neler yaşanıyor?
Bölge oldukça hareketli. Irak’tan tamamen farklı. Ekonomi oldukça gelişmiş, eğitime yatırımlar yapılıyor, alışveriş bölgesi var, bölgeye liberal ekonomi dayatılmaya çalışılıyor. Bazı şeyler oldukça olumlu, fakat fazla israf var ve yoksul kesim bu konuda şikâyetçi. Feminist bir perspektiften bakarsam, Kürt ol veya olma, bölge çok daha fazla güvenli ve kadınların üzerinde Irak’ın diğer bölgelerine nazaran çok daha az baskı var. Kürt bölgesi iktidarı, kadınların talepleri üzerine konuşmak ve çözüm getirmek açısından daha ılımlı. Fakat Türkiye’deki Kürt hareketiyle Irak’taki arasında ciddi bir farklılık var. Irak’taki Kürt hareketi, daha baskıcı ve muhafazakâr bir temel üzerine inşa edilmiş. Baas rejiminden çok da farklı değil, muhaliflerin sesi kısılıyor. Ayrıca hükümet çok yozlaşmış, yolsuzluklar oluyor. Ve hükümete yakın olmayan muhalif bloklar, yönetimin dışında kalıyor, eziliyorlar. Faili meçhul cinayetler oluyor. Burada ise çok farklı bir Kürt hareketi var diyebilirim. Hem cinsiyet ayrımı, hem de özgürlükler açısından umut verici bir siyasi blok oluşmuş.
“Türkiye’deki feminist hareket Kemalizmin etkisinden kurtuluyor’
Daha önce Türkiye’de bulundunuz mu? Türkiye’de feminizmin gelişimi hakkında ne düşünüyorsunuz ?
1991’den beri Türkiye’ye gidip geliyorum ve Türkiye feminist hareketinden çok şey öğrendim. Bence feminist hareketler, bölgeleri de aşan bir güce sahipler. Örneğin 1990’larda Mısırlı kadın hareketleri, birbirleriyle rekabet halindeydi. Türkiye feminist hareketinde bu gözlenmiyordu. Türkiye feminist hareketi, önceleri Kemalizmin etkisi altındayken, bu durumdan kurtulmayı başardı. Şu anda yaşanılan zorluklara karşı daha iyi refleks gösterebiliyor. 2013 Dünya Kadınlar Günü’nde Türkiye’deydim. Kadın örgütlerinin organize ettiği yürüyüşe katıldım. Kürtçe sloganların hep birlikte atılması dikkatimi çekti ve sevindim. Türk ve Kürt feminist hareketlerinin karşılaştığı bir diğer sorun, LGBT haklarına karşı yürütülen faaliyetler. Bu durum hâlâ birçok feminist için bile tabu ve kırılgan. Her şeye rağmen, Türkiye’de feminist ve LGBT hareketinden umutluyum.