Aykun Budak’ın henüz lise öğrencisiyken katıldığı biyoloji dersinde yaşadıkları, onu bugün bir akrabasının, saklı kalmış hikâyesinin peşinde bir dedektife dönüştürdü.
1893’te İstanbul’dan yola çıkan geminin kamarasında, Getronagan Lisesi’nin verdiği ilk mezunlardan iki yakın dost, önce Fransa’nın güney sahillerine, oradan da trenle Paris’e gitmek için zamanın geçmesini bekliyorlardı.
18 kişilik sınıfın iki gözdesi, bir daha ülkelerine dönemeyeceklerinden habersiz, yerleşecekleri banliyöde, biri edebiyat diğeri bilim alanında, hatırlanmaya değer, başarıyla geçen iki hayatın ilk adımlarını attı.
Ancak bugün, iki hayat hikâyesinden biri, yakın tarihin köşe başlarında anılırken, diğeri bir laboratuvar arşivinde saklı kalmış. Biri, Ermenice edebiyat denince ilk akla gelen isimlerden olurken, diğeri azimli bir gencin çalışmalarıyla ortaya çıkarılmayı beklemiş.
Biyoloji dersi
Fransa’ya giden o gemiden 120 sene sonra, Aykun Budak’ın henüz lise öğrencisiyken katıldığı biyoloji dersinde yaşadıkları, onu bugün bir akrabasının saklı kalmış hikâyesinin peşinde bir dedektife dönüştürdü.
“İzlediğimiz bir ameliyat sahnesiydi” diyor Aykun, “Bir bebeğe yapılan ilk başarılı açık kalp operasyonu…” Spotlarla aydınlanan ameliyat masasının etrafında teknisyen ve cerrahlardan oluşan kalabalık bir ekip, ilham verici bir işin altına imza atmak üzereydi…
Aykun biyoloji öğretmenini çok sevdiğini çünkü biyolojiyi alışılagelmişin dışında farklı yollarla anlattığını söylüyor: “Öğretmenimiz bu operasyonun öneminden ve yapan doktorların tarihe geçtiğinden bahsetti. Bu insanlar binlerce çocuğun hayatını kurtarmakla kalmamış, modern yöntemlerin de önünü açmışlar. Ama öğretmenimin favorisi o ameliyathane sahnesinde bulunmayan bir kadınmış. Çünkü zamanında bu yöntem için çalışan ilk kişinin o olması bir yana, kadınların tıp eğitimine kabul edilmesi bile o günlerde çok zormuş. Bizden de böyle arka planda kalan ama başarılı insanların hikâyelerini bulmamızı istedi” diyen Aykun’un aklındaysa tek bir isim vardı: Yervant Manuelyan.
Anneannemin hafızasında
Manuelyan’ın ismi ilk defa bir aile sofrasında zikredilmiş. Aykun’un anneannesinin aklında küçüklük hatırası olarak kalan, ama o vakte kadar torunlarına bahsetmediği Fransa’da yaşamış uzak bir akraba…
“Ablam ısrarla genetik okumak istediğini söylüyordu. Bizimkiler başta şaşırdı, bir hevestir geçer diye düşündüler, hem Türkiye’de kolay iş bulamaz diye kaygılanıyorlardı. Ama ablam ısrarını sürdürünce, anneannem bu isteği ailemize ait bir şeyle ilişkilendirmek istedi sanırım. Bize, kendisinin 13 yaşındayken kaybettiği, bizimse ismini daha önce duymadığımız büyük dayımızdan bahsetti” diyen Aykun, o yemekten sonra Manuelyan isminin peşini bırakmamış.
Yervant Manuelyan, ünlü Pasteur Enstitüsü’nde çalışıp kuduz ve frengi hastalıklarına dair önemli çalışmalar ve keşifler yapmış bir bilim insanı.
29 Temmuz 1872’de Kadıköy’de dünyaya gelen Manuelyan, Getronagan Lisesi’nin 1891’deki ilk mezunlarından olur. Eğitimine devam etmek için Paris’e gittiğinde ilk olarak dünyaca ünlü anatomi profesörü Mathias Duval’in yanında çalışmaya başlar. İlk bilimsel makalesiniyse 1899’da kaleme alır. Bundan üç yıl sonraysa kendini, 46 yıl boyunca bilimsel çalışmalarına devam edeceği Pasteur Enstitüsü çatısı altında bulur.
Aileye mirası
Tesadüf müdür bilinmez, Manuelyan, ismi geçmese de genç Aykun Budak’ın ailesine, bilime ve Fransız kültürüne yönelen bir gelenek bırakmış. 19 yaşındaki Aykun, Boğaziçi Üniversitesi’nde fizik okuyor, öncesindeyse Notre Dame de Sion Lisesi’ndeymiş. Aile bireylerinin hemen hepsi ya Fransız liselerinde eğitim görmüş ya da Fransızcayla haşır neşir olmuş. Aykun, “Anneannem, annem, babam hepsi Fransız liselerinden… Biz küçükken evde bazen anlaşılmasın diye Fransızca konuşurlardı. Benim de kulağıma öyle kazındı işte” diyor.
Manuelyan’ın ardında bıraktığı silik izi takip eden Aykun’un ailesinde bilimle ilgilenmeyen yok. Annesi matematik bölümünde akademisyen, babası tıp doktoru, ablasıysa genetik ve fizik mezunu… Ailenin Manuelyan’ın hayatıyla da kesişen şaşırtıcı bir yönü daha var. “Anneannem edebiyata çok düşkündür, annemin de en büyük zevki Divan şiiridir” diyen Aykun, edebiyat ve tiyatroyla yakından ilgileniyor, en son ‘Pera’da Bir Akşam Vakti’ adlı oyunla üniversite sahnesinde kendine yer buldu.
New York’tan yazı
Aykun’un, Manuelyan’ın peşine düşme hikâyesi, lisedeki biyoloji dersinden sonra ortaya çıkan bir dönem ödevi fikriyle başlamış: “İlk etapta Getronagan’dan topladığım bilgileri ve evin altını üstüne getirerek bulduğum mektup ve gazete kupürlerini koydum.”
Lise sıralarında başlayan uğraş ve İstanbul’dan elde edebilecekleri Aykun için yeterli olmamış. Kazıdıkça ortaya yeni bir Manuelyan portresi çıkmış. “Paris ve New York’tan, ‘Haraç’, Arevmudk’, ‘L’Avenir’ ve ‘Hayasdani Gocnak’ mecmualarına ait 4-5 tane kupür, 1948’den kalma nereden geldiği bilinmeyen bir zarf…”
Kupürlerden biri, Aykun’u araştırmayı İstanbul’dan Paris’e taşımak için teşvik etmeye yetecek kadar ilginç: “New York’ta çıkan gazete, bizim kendini bilime adamış birisi olarak gördüğümüz Manuelyan’ın şiirlerini ele alıyordu. Bazı şiirlerini Ermeniceye çevirip analiz etmişler. Manuelyan’ın bir şiir kitabı varmış, onu ele almışlar. Daha çok sanatsal kişiliğiyle ilgili haberler… Bir de cenazesiyle ilgili haber…”
9 Mayıs 1948’de mide kanserinden hayatını kaybeden Manuelyan’ın cenaze ayinini, Avrupa Ermenileri Katolikosu Ardavazt Sürmeyan yapar. Cenaze töreninde konuşma yapanlardan biri de ünlü şair, eleştirmen ve editör Arşak Çobanyan olur. Ölümünden sonra arkadaşı Pierre Séguin, Manuelyan’ın hayatı boyunca yazdığı şiirleri derleyip ‘Ombres et Clartés’ (Karartı ve Berraklık) adlı kitap altında birleştirir.
İki hayat
1893 yılında İstanbul’dan Fransa’ya doğru giden gemide, Yervant Manuelyan’ın yol arkadaşı, ünlü edebiyatçı Arşak Çobanyan’dı. Biri Beşiktaş, diğeri Kadıköy doğumlu iki Getronaganlı yakın arkadaşın yolları, Paris’te de ayrılmayarak, farklı alanlarda elde ettikleri başarıları çoğu zaman aynı çatı altında beraber kutlayıp üzüntülerini de paylaşacaklardı.
İki genç, Osmanlı’daki Ermeni katliamlarına dair İstanbul’dan aldıkları haberlerden sonra, hayatları boyunca Paris’te kalmaya karar verirler. Getronagan’da aynı çatı altında oldukları pek çok kişi 1915’te alınacaktı.
Beşiktaş doğumlu olan Çobanyan’ın, 1898’de kurduğu ve yayın yönetmenliğini yaptığı Anahit, Ermenice edebiyatın köşe taşlarından biri haline gelir. Ermenice edebiyat denince akla gelen nerdeyse bütün isimlerin yolu bu dergiden geçer. Çobanyan, 1919’daki Paris Barış Konferansı’nda Ermeni Delegasyonu’na katılır.
Kadıköylü Yervant Manuelyan, Fransa’da en az Çobanyan kadar başarılı bir hayat yaşamasına rağmen, onun hikâyesini ortaya çıkarmak için Aykun Budak’ın, iki Getronaganlının izinden Paris’e gidip arşivlere dalması, onların yürüdüğü sokakları arşınlayıp soludukları havayı teneffüs etmesi gerekir.
Paris’e yolculuk
Liseden henüz mezun olmuş Aykun’un, İstanbul’dan Paris’e giden 06.15 uçağının 5C koltuğuna oturduğunda ajandasındaki tek madde, Pasteur Enstitüsü’nden alınmış bir randevuydu.
Aykun hemen enstitüye yakın bir otele yerleşip vakit kaybetmeden arşive gider: “Arşivde Manuelyan’la ilgili ne varsa inceledim. Çoğunluğu akademik makalelerden oluşuyordu. Laboratuvar aletlerini saklamışlar. Hepsini fotoğrafladım. Kuduz ve frengi hastalıklarının nasıl bulaştığını ortaya çıkaran kişi Manuelyan’mış. Bu hastalıkların tedavisi için bir-iki teknik geliştirmiş.”
Manuelyan’ın 1902’den itibaren 46 sene çalıştığı Pasteur Enstitüsü, o tarihten bu yana 8 Nobel Tıp Ödülü’nün sahibi oldu, 2008’deki ödülse, yine enstitüye bağlı iki biliminsanına gitti.
“Daha sonra müze arşivine gittik. Önce saat 5’i geçti giremezsin dediler ama derdimi anlatınca kısa bir süre için izin verdiler. Orada biyografik bilgililer yer alıyor. 1948’de mide kanserinden ölmüş. Ailemizde de genetik olarak kansere yatkınlık var zaten” diyor Aykun. Manuelyan önce laboratuvar şefliğine yükselmiş sonra da Ermeni Hekimler Birliği Onursal Başkanı oluyor. Ancak kendisinin günlük hayatına dair pek az bilgi var.
Mezar taşı
Aykun, arşivden çıkardığı mektuplardan bulduğu adrese güvenerek Paris’in 15’inci bölgesini arşınlamış. Manuelyan’ın hayatının sonuna dek oturduğu 1903 tarihli bina hâlâ ayakta. Kendisinin her gün karşılaştığı, kafede oturduğu, selamlaştığı kişilerse civarda oturan biliminsanları, akademisyenler, teknisyenler. 15’inci bölge, Paris’in merkeze uzak ormanlık bir bölgesiymiş o dönem. Bugün şehrin en yüksek binası Montparnasse Kulesi’ne, televizyon binalarına, ülkenin büyük telekomünikasyon firmalarının merkezlerine ev sahipliği yapan en kalabalık bölgesi. Louis Pasteur, Henry Miller, Samuel Beckett, Brigitte Bardot ve André Citroen gibi ünlülerin de yolunun buradan geçtiğini hatırlatalım.
“Kilise kütüphanesinde çalıştım, orada Manuelyan’ın şiir kitabını gördüm. Kopyası yoktu, tek nüsha. Arkadaşı o öldükten sonra bastırmış. Yaşamı boyunca şiir yazmış, Anahit hakkında, Ani hakkında, katliamlar hakkında, aşk hakkında… Günlük hayatıyla ilgili tek verimiz şiir kitabı. Yalnızlıktan bahsediyor çokça. İstanbul’da kitabı tekrar bastırdım” diyor Aykun. Kendisinin bir sonraki adresiyse cenaze kayıtları ve Manuelyan’ın mezarı olacaktı: “Güncel kayıtlarda bulamayıp çok şaşırdık. Bir gazetede, ülkeye büyük katkı sağlamış böyle birisinin neden Paris’in büyük mezarlığı Pere Lachaise’e gömülmediği sorgulanıyordu. Cenazesinde önemli kişiler konuşma yapmış. Ancak 12 Mayıs 1948’de defnedildiği Grenelle Mezarlığı’nda, Yervant Manuelyan’ın bugün bir mezar taşı dahi bulunmuyor.”
Anahid’in Güneşe Marşı
Terk etmenin pişmanlığıyla tertemiz gökyüzünü,
Eşsiz Masis’ini ve gümüş kaplı göllerini,
Uyku vaktine gecikmişçesine...Ama işte kızıl şafak, evet, tam zamanı;
Çekici şafağa yönelen gözler,
Görecekler gökyüzüne sıçrayışını eşsiz yıldızın...Taşmış güneşim senin büyülü ışınlarından,
Taşmış tarlalarımız, bağlarımız, bahçelerimiz,
Kutsal alevinden ve yakar tepelerimiziVe damıtır o eşsiz aşk iksirini,
Ermenistan’ın nektarını, evet, o değerli iksiri
Tanrılar. Güneş! İşte kristal kupalarımız.Y. Manouélian
Ombres et Clartés (Karartı ve Berraklık),
Türkçeleştiren: Aykun Budak