Şüphesiz, internet, modern çağın en önemli kazanımlarından. Artık insanlar zamanının çoğunu internetin başında geçiriyor, en güncel ve aktif bilgileri oradan alıyor. Sosyal medya, özellikle Twitter ve Facebook, haber kaynağı olarak ilk başvurulan mecralar. Twitter yalnızca güncel haber paylaşanları değil, birçok farklı konuda bilgi veren hesapları da barındırıyor. Bunlardan biri de, Halil Babilli adlı kullanıcının ‘halilbabilli’ adlı hesabı. Babilli özellikle sanat ve tarih alanlarında takipçilerine benzersiz detayları veya doğru bilinen yanlışları aktararak, interneti ‘iyi bir amaç için’ kullanıyor.
Babilli, henüz 35 yaşında New York’tayken altı ay içinde öleceğini öğrenmiş ve ömrünün kalanını yeni bilgiler edinmeye adamış. Derken, bir Yeşilçam melodramına yaraşır biçimde, yanlış teşhis konduğu ve hayati tehlikesi olmadığı ortaya çıkmış ve Babilli, girdiği yoldan sapmayıp, okumaya ve araştırmalar yapmaya devam etmiş. Yakında ilk kitabını çıkaracak olan Babilli’yle paylaşımları hakkında konuştuk.
Twitter’da gördüğüm kadarıyla birçok konuda araştırmalar yapmışsınız. Sizi bu araştırmaları yapmaya ve onları Twitter’da paylaşmaya iten neydi?
Araştırmadan kastınız, okuduğum bir olgu hakkında “Gerçekten bu böyle mi?” sorusunu sormam ise, kendimi bildim bileli bu soruyu soruyorum. Nobran bir skeptisizm değil bu; daha çok, bir vakanın doğuran tetikleyicilerinin ne olduğunu anlamaya çalışmak. Bunun bir oyun olduğu da söylenebilir. Örneğin, her gün kullandığınız bir kelimenin nereden geldiğini araştırdığınızda karşınıza bambaşka şeyler çıkabiliyor. Mesela ‘sakal’ kelimesi üç bin yıldır Ortadoğu’da aşağı yukarı aynı şekilde telaffuz edilmiş. Bunu öğrenmek benim için müthiş bir zenginlik.
Özellikle sanata dair pek çok bilgi paylaşıyorsunuz. Sanata olan yakınlığınızın sebebi nedir?
Sanat nedir, ne değildir, bu konuda kafam hâlâ biraz karışık olsa da, o cihetteki işler evde pek eksik olmazdı. Babam müzisyendir. Ailemizde çok sayıda müzisyen var. Amcamlardan biri resimle iştigal ederdi. Ben ortaokul zamanında müzikle uğraşmaya başladım. Edebiyat sevgimse, gerekli gereksiz her şeyi okumamla başladı. İlk etkilendiğim kitap, Henri Charriere’in ‘Kelebek’ adlı romanıydı, okuduğumda dokuz yaşındaydım. Dehşetin ve özgürlüğün, sayfaların arasına o güzellikte sığdırılabilmiş olması beni büyülemişti.
Twitter’da sizin gibi paylaşımlar yapan hesap sayısı –en azından Türkiye’de– az, bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bunu Sadece Türkiye’de geçerli bir durum olduğunu düşünmüyorum, tüm dünyada bu tip paylaşım yapan hesaplar nadirdir. Zira kimse, ilgili değilse, oturup tarih, edebiyat yahut filoloji cinsinden paylaşımlar yapmak için mesai harcamaz. Bu meselelere olan ilgi, bu konuları meslek edinmiş olan kişilerin geçimlerini sağlamakta çektikleri zorluklarda kendini belli ediyor. Türkiye’de bunlara ek olarak hızlı gündem, kısır siyasi tartışmalar ve kalitesiz popüler kültürün (kaliteli popüler kültürün mümkün olduğunu düşünüyorum) hayatın her sathında üzerinize çullanması Twitter’da da hissediliyor. Aslında benim hesabı açmamın asıl sebebi, yazdıklarımı insanlarla paylaşmak istememdi. Fakat bir süre sonra ilgi alanlarınız hakkında ister istemez bir şeyler paylaşıyorsunuz. Hesapta edebiyata hak ettiği yeri veremediğim için kendimden şikâyetçiyim.
Tarihe dair de birçok örnek vererek, bize hem tarihi ve tarihçileri, hem de yıllar boyu yanlış bilinen doğruları öğretiyorsunuz.
Estağfurullah. Formel bir tarih eğitimi almadım, tarihle alakalı bir iş de yapmıyorum. Yani tarihçi değilim. Benim yaptığım, sadece Türkçe kaynaklara saplanıp kalmayarak, gerektiğinde akademik yayınları taramak ve yanlış inançların, herkesin okuyabildiği bir ortamda, yanlış olduğunu söylemek. Twitter’da yaptığım işin akademik bir tarafı yok. Ancak bir şeyi paylaşırken sahih olup olmadığına ihtimam gösteririm. Misal, internete pek inanmam. Türkiye’de tarihin popülerleşmesinin son yıllarda başa gelen en iyi şeylerden biri olduğu gibi, bu durumun kendi felaketini de getirdiğini düşünüyorum. Tarih yazıları ile tevatür yazılarını birbirinden ayırmak artık pek kolay değil.
Twitter ucu açık bir mecra, dolayısıyla her görüşten insanı barındırıyor. Paylaşımlarınızda size gelen tepkiler ağırlıklı olarak ne yönde?
Siyasi olduğum, siyasi olmadığım, solcu olduğum, sağcı olduğum, Türk olduğum, Kürt olduğum, komünist olduğum, faşist olduğum, liberal olduğum, alçakgönüllü olduğum, burnu havada olduğum gibi sebeplerle, çok küçük bir kesim tepki gösterdi. Bunu hayretle izliyorum. Hesabımda güncel ve siyasi hiçbir şey paylaşmadığım için, sanırım, güncel bir olay sırasında o konu hakkında benden bir şey duyulmayınca hemen kendi meşrebine göre karşı tarafı benimle ilişkilendiriyor bazı insanlar. Beni takip edenler arasında o kadar geniş bir yelpazeden insanlar var ki, bir kazanımım varsa, herhalde bu kadar çok insana ulaşabilmemdir. Ama ezici çoğunlukla çok çok güzel tepkiler alıyorum.
Kitabınız hakkında neler söyleyebilirsiniz?
Mühendislik eğitimimi tamamladıktan sonra bir süre Asya’da seyyahlık yaptım ve işim dolayısıyla uzun süre farklı ülkelerde yaşadım. Bu deneyimler, kitabımı şekillendiren en önemli etken oldu. Kitaptaki hikâyenin kahramanı Theo, henüz delikanlı iken gelincik bedenine hapsedilmiş bir Bizanslı. Eskilerin ‘çelebi’ diye nitelendirebilecekleri, görmüş geçirmiş, nüktedan, kitap kurdu bir hafiye. Kim tarafından bahşedildiğini bilmediği ölümsüzlüğünün bir lütuf mu yoksa bir lanet mi olduğuna karar verememiş. Şehir Konstantinopolis iken doğmuş, yüzlerce yıllık başkentin Kostantiniyye ve İstanbul hallerini yaşamış. Koca kentin her noktasını avcunun içi gibi biliyor.
Kitapta, yüzyıllara yayılmış Theo maceralarının bir kısmı var. Gelinciğimiz bu maceralarında insanların başlarından geçen esrarengiz olayları aydınlatıyor ve doğaüstü yaratıkların sebep olduğu sıkıntıları çözüyor. Theo parayla pulla ilgilenmiyor. İstanbul’un gizli hazinelerinin hepsinin yerini bilen gelinciğin ölümsüzlüğünün kaynağı, belki de hemşerilerine yardım etmesi. Kitap son safhasında, April Yayıncılık’tan çıkacak ve İstanbul Kitap Fuarı’na yetişecek.