Ben de oynak bir sahne sanatçısıydım

Agos’a gelen, “Ben bir Poşa’yım” diye başlayan bu mektubu, uzun yıllar sahne sanatçısı olarak hayatını kazanmış bir okurumuz yazdı. “Bizim dünyada bana Kısmet derlerdi” diyen okurumuz, Etyen Mahçupyan’ın HDP Eş Genel Başkanı Demirtaş’la ilgili bazı sözlerine çok içerlemiş.

Ben bir Poşa’yım. Poşa, Ermeni Çingenesi demekmiş. Bize niye Poşa dediklerini ve ailemizin Ermenilerle alakası olduğunu öğrendiğimde kocaman kadın olmuştum. Böylece Çingeneliğimiz de zenginleşmişti. Gocunmadım, kafaya da takmadım. Ne de olsa annem kadar yakın, kapı komşumuz bir Ermeni teyzemiz vardı. Çocuktuk, mahallede bazıları onun gâvur olduğunu söylerdi. Ona niye gâvur dediklerini bilmezdim. Niyesi aklımıza bile gelmezdi. Bir Türk’le evliydi, çocukları yoktu. Pek konuşmazdı. Kapının önünde oturur, dünyadan kopar, saatlerce çocukların bağırış çığırışları arasında onları seyrederdi. Kim bilir aklından neler geçerdi. 

Utana sıkıla benden yardım istediği günlerde aklım başıma geldi. “Bir yere gideceğim, benimle gelir misin?” dedi. “Ne demek, canımı bile veririm” dedim. Merak etmeye başlamıştım. Nereye gidecekti ki, birileri mi korkutmuştu onu? Aklıma kötü şeyler geldi.

Feleğin çemberinden geçerek bu yaşıma geldim. Sırça köşklerde yaşamadım, sıkıntılı zamanlarım oldu, ama kötü günler de yaşamadım. Bir dönem iyi de kazandım. Hayatın akışına bıraktım kendimi. Gönlümden geçen her şeyi yapmaya çalıştım.

Muhtaç değildik, gönlümüz zengindi. Önce sokaklarda, sonra barlarda, pavyonlarda şarkı söyledim. Sesimin hâlâ güzel olduğunu söylerler. Kısa bir süre dansözlük de yaptım, anneme babama göre iyi bir dansöz olurmuşum. Sarmadı beni dansözlük. Erkek milleti rahat bırakmadı. Evlendim, kızım olduktan iki sene sonra da boşandım. Adam hayırsız çıktı. El kaldırdı, ben de eyvallah demedim.

Sokağa çıktığımda komşumu kara elbiseler içinde gördüm. Yüzünde kusur işlemiş bir çocuğun utangaç ifadesi vardı. Sanki hayatında bir hata yapmış gibi bana bakıyordu. “Geleceksin, değil mi?” dedi. Koluna girdim, “Haydi gidelim” dedim.

İndik yokuş aşağı. “Bana kızmadın, değil mi?” dedi. Koluma girmiş, o yaşına rağmen beni sürüklüyordu. Tarlabaşı Caddesi’ne doğru çıkarken gelen seslerden, beni nereye götürdüğünü anlamam gecikmedi.

Üç-beş gündür televizyonlarda Hrant Dink’in öldürülüşüyle ilgili haberler vardı. O günler neredeyse evimizin bir parçası olmuştu Hrant Dink. Hayatın raconları vardır. Ben başka bir dünyanın raconları içinde yaşadım. “Bu çocuk mert, sırtı yere gelmez” derdim. Ona kıyanlara bizim raconda kalleş denir.

Caddeye çıktığımızda komşum koluma öyle bir sarılmıştı ki, sanki kolumda kan akışı durmuştu. Birkaç saat insan selinin akışını izledik. Kadın iki elini birleştirmiş ,bir şeyler mırıldanıyordu. Dua mı okuyordu, insanların sesine mi katılıyordu, anlayamadım.

O gece evinde kaldım. Sabaha kadar konuşmadan oturduk.

Kızımın ve damadımın da haberi olmuş. Meğerse oradalarmış ve bizi görmüşler. O günden beri damadım bana Hrant’ın gazetesini getiriyor. Ben çok okuyan biri değilim. Daha çok televizyon seyrederim. Okumaya başladım, Agos gazetesi bana iyi geldi.

Damadımla didişmelerimiz hâlâ devam ediyor. Her gün olmasa da iki günde bir kızımla akşam yemeğine gelirler. Benim evim onlar için de bir sığınak. Damatla dalaşırız, memleketin halleri eksik olmaz. Erdoğan’a ben de kızıyorum, bazı sözlerini dinlerken “Ayıp ediyorsun” diyorum. Bizlerin ağzı biraz bozuktur ama zararsızdır. Erdoğan’ın da torunları varmış. Sabiler dedelerinin ağzından çıkan “alçak”, “şerefsiz”, “namussuz” laflarını inşallah duymuyorlardır. Laf bulamamış gibi, geçenlerde de Selahattin’in sazına sözüne taktı. Bu adamı zaman zaman savundum, Romanlar toplantısına da gitmiş ve o zaman da damadımla bir kapışma yaşamıştım.

Bu mektubu size yazma nedenim de yine damadım.

Geçen gün beni fena halde kızdırdı. “Bak, senin savunduğun partinin danışmanı senin için ne demiş” dedi. O an kızım olmasaydı tokadı yapıştıracaktım. Benimle alay ettiğini düşündüm. Kızgınlığımı fark etmiş olmalı ki, “Bak, okuyayım da, sonra ne yapacaksan yap” dedi.

Şimdiki çocuklar bile şeytan. Elindeki telefondan, “Etyen Mahçupyan bak senin için ne diyor” diye okumaya başladı.

Batı’dan oy almaya muhtaç kalınması ise Demirtaş’ı neredeyse oynak bir sahne sanatçısı kıvamına getirdi.

Damadımdan gizlim saklım yoktur. Hayatımı bilir.

Dedim ya, mektepli değilim ama feleğin çemberinden geçmiş biriyim. Bazen bir kelime bile yüreğinize saplanmış bir hançer gibi gelir. Ben de kendimce sahnede oynaktım. Ne yani, tövbe tövbe, o... muydum, muhtaç mıydım? Kimse, “Ya, senin düşündüğün gibi söylemiyor” demesin. 

Damadıma sarıldım, beni bu kadar sevdiğini bilmediğim için utandım. Ağzıma ne geldiyse arka arkaya döküldü.

Mahçupyan boyundan posundan, sakalından utanmadan bu lafları etmiş. Damadıma kızdığım olur ama yalan söylemez. Delikanlı çocuktur.

Nefretin ne olduğunu, ‘öteki’nin ne demek olduğunu bilmezdim, damadım bu sözleri kullandığında bana büyük laflar gibi gelirdi. Zaman içinde ondan, Agos’taki yazılardan öğrendim. Aslında çok basitmiş. Hayatıma şöyle bir göz attıktan sonra, “Senden daha iyi öteki olur mu?” dedim. Çingene, kanında Ermeni olan, barlarda pavyonlarda şarkı söyleyen, içki içen, dansözlük yapan, daha ne diyeyim ki... Damadım solcu bir öğretmen, “Ne düşünüyorsan yaz, Agos’a gönder” dedi. “Deli misin!” dedim ama dinletemedim. Severim onu. Sonunda razı geldim. Damadım yazmama yardımcı oldu. Daha çok şey yazmıştım ama sildim. Çok güzel latifeler yaparım ama yazıya gelince, yok... Hatalarım varsa kusura bakmayın. Sizler mektepli çocuklarsınız, düzeltirsiniz.

Mahcup olur mu bilmem ama umarım bunu o da okur ve benim gibi oynak sanatçılar da olduğunu hatırlar.

Bizim dünyada bana Kısmet derlerdi. Gerisi önemli değil.

Damadın bir Ermeni arkadaşı var, ara sıra karşılaşırız, ona vereceğim mektubu. İnşallah elinize geçer. Okuyun, yeriniz olursa yayımlayın, yer yoksa da mühim değil, yeter ki kalplerimiz bir olsun.

Kısmet

Kategoriler

Güncel Misafirhane