Michigan Üniversitesi’nde arkeoloji profesörü Ronald T. Marchese ve Batı Michigan Üniversitesi’nde dokuma kumaşlar üzerine çalışmış Profesör Marlene R. Breu'nun hazırladığı ‘Treasures of Faith: Sacred Relics and Artifacts from the Armenian Orthodox Churches of Istanbul’ (İnancın Hazineleri: İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliseleri’ndeki Kutsal Emanetler ve Eserler) adlı kitap Ermeni kiliselerindeki kutsal hazineler ve eserlere, bütün detaylarıyla yer veriyor.
Michigan Üniversitesi’nde arkeoloji profesörü Ronald T. Marchese ve Batı Michigan Üniversitesi’nde dokuma kumaşlar üzerine çalışmış Profesör Marlene R. Breu, 2000 yılından beri İstanbul Ermeni Ortodoks (Apostolik) kiliselerindeki kutsal hazineler, tekstiller, altın, gümüş ve metal objeler üzerine çalışıyorlar. Bu çalışmanın ilk hasadı, ‘İhtişam ve Törensellik: İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliselerinin Tekstil Hazineleri’ 2012 yılında Çitlembik Yayınları tarafından yayımlandığında Agos, kitabı orta sayfalarına taşımıştı. İkili, geçen ay çıkardıkları ‘Treasures of Faith: Sacred Relics and Artifacts from the Armenian Orthodox Churches of Istanbul’ (İnancın Hazineleri: İstanbul Ermeni Ortodoks Kiliseleri’ndeki Kutsal Emanetler ve Eserler) adlı kitapla, 15 yıl süren yorucu ve titiz araştırmalarının sonuna geldi. Yine Çitlembik Yayınları tarafından basılan kitap, henüz Türkçeye çevrilmedi.
İstanbul Ortodoks (Apostolik) Ermeni kiliselerindeki kutsal hazineler ve eserlere, bütün detaylarıyla yer verilen bu kitap, bir envanter çalışması olarak da görülebilir. Bu araştırmanın başlaması ve kitabın ortaya çıkışındaki en büyük etken, Patrik II. Mesrob’un, Patriklik makamına geçtikten sonra, İstanbul’daki kiliselerde ne olduğunu bilmek istemesiymiş. “Sadece katalog çıkarmayın, kitap yapın” diyen Patrik II. Mesrob’un ricası doğrultusunde, yer verdiği eserler gibi, kendi de bir hazine olan bu kitap ortaya çıkmış.
Kitapta kutsal hazineleri ve eserleri kategorik olarak ayıran Marchese ve Breu, onların kullanım şekillerini de anlatmış, ikonografik incelemelerini ve yazıt çözümlemelerini yapmış. Bunlar dışında kitap, Ermenilerin Hıristiyanlığa geçmeden önceki yaşayışlarından başlayarak, Kilikya Krallığı dönemine ve son olarak Osmanlı Dönemi’ndeki İstanbul Ermenilerinin kültürel ve sosyal hayatına, siyasal durumlarına dair de derinlemesine bir bakış sunuyor.
Bu sayfada gördüğünüz kutularda Marchese ve Breu, bir ibadet şekli olarak nitelendirdikleri kutsal hazinelerin ustalarını, bağışçılarını ve tarih boyunca yaşanılan talihsiz olayları anlatıyorlar.
Kiliseler ve gümüş işçileri
Ron Marchese: “İstanbul’daki Ermeni Ortodoks (Apostolik) kiliselerinin büyük bir çoğunluğu, şehirdeki Ermeni nüfusunun artmasıyla birlikte, onların ibadet ihtiyacını karşılayabilmek için 1750-1850 yıllarında inşa edildi. Bir de tabii çıkan yangınlar sebebiyle hem kiliselerin yeniden inşa edilmesi, hem de kiliselerdeki objelerin yenilerinin yapılması gerekliydi. Bu haritalardan görüyoruz ki, kiliselerin olduğu mahallelerde ahşap ve taş ustalarının yanı sıra, çok sayıda gümüş işçisi de kendine bir yer buldu ve bu ustalar zamanla şehrin en iyileri haline geldiler. Osmanlı’daki Ermeni altın, gümüş ve metal ustaları iyinin de iyisi olarak kabul edildi. Bu meslek, aile içinde devam ettirilirdi. Hatta aile içinde yine çok iyi oymacılar ve işlemeciler de olurlardı. Görüyoruz ki, 1915’e rağmen Ermeni ustalar hâlâ bu geleneği devam ettiriyorlar.”
Ustalar pinti değildir
Ermenilere özgü altın, gümüş ve metal işlemeceliği gelenekleri, bugün hâlâ Kapalı Çarşı’daki hanlarda yaşatılmaya devam ediyor. Fotoğrafta yer alan, 19. yüzyılın başlarına ait gümüş ve altın kaplama gümüşten yapılan buhurdanlığın, Kalcılar Han’daki bir usta tarafından neredeyse tıpatıp aynısı olan bir kopyası yapılmış.
Marchese ve Breu’a bu araştırmalarında 15 yıl boyunca bir nevi yol gösteren, Anadolu’daki Ermeni kültürel mirası konusundaki uzmanlardan Murat Bilir, bu geleneğin aktarılabilmesindeki en büyük etkenin usta-çırak ilişkisindeki yakınlık olduğunu öne sürüyor, “Ustalar bilgisini, tekniğini aktarırken hiç pinti davranmaz, hatta malzemesini bile paylaşırlardı” diyor.
Ustaları bilmesek de, bağışçıları (kısmen) biliyoruz
R.M: “Kutsal emanetlerin kimler tarafından yapıldığını bilemesek de, bağışçıların kimler olduğunu biliyoruz. İnsanlar için bağış yapmak bir tür ibadet şekli olduğu için, bağışladıkları objelerin altına veya arkasına yalnızca kendi adını veya aile adlarını oydurmuşlar. ‘Mahden’ unvanıyla sıkça bağış yapıldığını gördük; Eçmiadzin’e veya Kudüs’e hacca gidenlerin bağışları bunlar. Eçmiadzin’e veya Kudüs’teki Surp Hagopyants Kilisesi’ne bağış yaptığınızda, mahallenizdeki kilise için de bağış yapmak zorundaydınız. Türkiye Ermenilerinin bu iki merkezi kiliseye yaptığı bağışlar, hâlâ orada duruyor. Bir de Patrikhane’deki bir odada kutuların içinde kutsal emanetler duruyor. Ama bu emanetlerin muhafaza edilmesi gereken asıl kutuları yok. Gümüşten yapıldığı için onlara da, Ruslara ödenecek savaş tazminatı sebep gösterilerek el konulmuş. Bu kutular asıl bilginin saklı olduğu yerler; hangi kiliseden geldiği veya kimin bağışladığı gibi bilgiler gitmiş…”
Barok ve rokoko kutular
R.M: “Bazı kutsal emanetlerin kutusuna el konulunca, yerine yenileri yapılmış. Ve yeni yapılan işlerin dönemin sanat stillerinden; barok ve rokokodan etkilendiğini görüyoruz. Hâlbuki Ermenistan’daki kiliselerdeki metal objeler ve kumaşlar, Doğu Ermenistan stiline sâdık kalarak üretilmiş. İstanbul’daki kiliselerdeyse tamamen buraya özgü objeler var. Dünyanın hiçbir yerinde rastlayamayacağımız, ‘İstanbul stili’ diyebileceğimiz bir stil saklı bu kiliselerde.”
Kumkapı’daki berber müşterilerinin bağışları
R.M: “Bu bağışları yapanlar arasında orta sınıftan olanlar da var, ‘ağa’, ‘çelebi’ veya ‘amira’ unvanına sahip varlıklı kişiler de. Ama Ermeniler arasında hamallar, kayıkçılar, şekerciler veya küçük esnaf grubundan olan kişiler de çoktu ve onlar da bir araya gelerek bağışta bulunuyorlardı, yani her bağış bireysel değildi. Mesela ‘Kumkapı berberindeki müşterilerin bağışıdır’ gibi bir yazıyla karşılaştık bir yerde. Müşterilerin berberden çıkarken bağış kutusuna attıkları birkaç kuruşla yapılmış bu bağış. Kitabın adını biraz da bu yüzden ‘İnancın Hazinesi’ koyduk. İbadet için, Tanrı’yı yüceltmek için herkes elinden geldiği kadarıyla bu hazinenin oluşmasını sağlamış.”
Lanetli, 895 ayar emanetler
R.M: “Bir keresinde ‘Bu objeyi satan veya satın alan kişi, yaşamdan kovulsun’ diye bir lanet okuduk bir metal objenin arkasında. Bazı objelere el konmasını engellemek için bu tarz lanetler yazılır ve objeler ‘dokunulmaz’ hale getirilirmiş. Fakat her objeye bu tarz lanetler yazmak da akıllıca değilmiş, çünkü devletin bir şeylere el koyması durumunda, bütün emanetler lanetli olursa, laneti umursamadan hepsine el konabilirmiş. Bir şeye el konacağı öğrenildiğindeyse, değerli taşları ve incileri ayırmak için obje bir kapta eritilirmiş, Bir başka ‘hile’ de gümüşün ayarını düşürmekmiş. Çünkü devlet, 900 ayarın altındaki gümüşe el koymazmış. Bu yüzden de bugüne kadar gelebilmiş gümüş emanetlerin birçoğu 895 veya 800 ayar.”
İstanbul’daki hazineden habersizler
Marlene Breu: “1443 ve 1900 yılları arasında İstanbul’da 73 büyük yangın çıkmış. Burada 16. yüzyıldan kalma bir parçayı bulabilmek mümkün değil. Yani emanetler yok olmuş, yıpranmış veya para değerleri için el konulmuş. Elimizde bir envanter listesi yok, ama binlerce emanetin metale ulaşmak için kazanlarda eritildiğini tahmin edebiliyoruz. Yine de Patrikhane’de ve İstanbul’daki kiliselerde inanılmaz bir hazine saklı. Ermenistan’da veya ABD’de yaptığımız işi görenler, İstanbul’da böylesine büyük bir hazinenin olmasını hayretle karşılıyorlar.”