Agos’un posta kutusuna geçtiğimiz günlerde bir mesaj düştü: “Selam, Lobna ben. Bir sürü insan aradı, söyleşi yapmak istediler, ama ben sizinle de konuşmak istiyorum.” Berlin’de ve İstanbul’da bilgisayarları açtık; Gezi eylemlerinde vurulan Lobna Allamii’yle aradan geçen iki yılı, seçim sonuçlarını ve köklerini konuştuk.
Belki tek başına Lobna değil ama, Lobna Allamii ismi pek çok insan için bir şeyler ifade eder. Gezi eylemlerinde polis şiddetinin ayyuka çıktığı 30 Mayıs 2013’te, milletvekilleri ve insan hakları örgütü temsilcilerinin de bulunduğu Taksim Meydanı’ndaki kalabalığın içindeyken, bir polisin attığı gaz fişeği nedeniyle hayatı değişti. Beyninin yarısı hasar gören Lobna Allamii, üç beyin ameliyatı geçirdi; konuşmayı, okumayı ve yazmayı yeniden öğrendi. Şimdi anadili Arapça, yıllarca konuştuğu Türkçe ve iyi bildiği İngilizceyi yeniden öğreniyor, bir de üstüne Almanca dersi alıyor. İnternet aracılığıyla yaptığımız görüntülü söyleşiden anladığım kadarıyla, aradan geçen iki senede konuşma yetisi yerine gelmiş. Doktorlar, “Korkma, eninde sonunda konuşup yazabileceksin, ama bu zaman alacak” demişler. “İki sene oldu. Bir buçuk sene sonra konuştum; önce konuşuyor, sonra okuyor ve en son yazıyorsun. Şimdi dillerim yavaş yavaş geri geliyor” diyor.
‘Ailede bir tek Yahudi yok’
Lobna Allamii, ‘Gezi’de vurulduktan sonra bir ‘Gezi ikonu’ haline geldiği için kendisiyle çok söyleşi yapıldı; ama Gezi’den önceki hayatı, kökleri pek konuşulmadı. Aslında o kendi tabiriyle tam bir ‘Mezopotamya insanı’: Anneannesi, Türk bir baba ve Filistinli bir anneden doğmuş bir İstanbullu. 15 yaşında Filistin’e göç edip orada bir Çerkes köyüne gelin gitmiş. Lobna’nın annesi de Filistin’de doğuyor ve o üç yaşındayken İsrail devleti kurulunca kâfileler halinde sürgün başlıyor. Yol Ürdün’e çıkmış ve Lobna Allamii de Ürdün’de doğmuş; “Babamı çok fazla bilmemekle birlikte, ailesinin Irak’ta yaşayan Hıristiyanlardan olduğunu, savaşlar nedeniyle önce Lübnan’a, sonra da Ürdün’e geldiklerini biliyoruz.” Ürdün’de kız çocukları 15 yaşına geldiklerinde baba, annenin rızası olmadan çocuğu himayesine alabildiği için, annesi ve kardeşiyle birlikte Türkiye’ye kaçtıklarından bahsediyor. “Anneannem nedeniyle Türkiye vatandaşlığımız vardı, Ankara’ya yerleştik.” Aile, o klişe kullanımla tam bir ‘mozaik’. “Bizde bir tek Yahudi yok, Yahudi olsa çok sevinirdim” diyor Lobna.
20 senesi Türkiye’de geçmesine rağmen, ismi nedeniyle yaşadıkları, Rita Ender’in hazırladığı ‘İsimler Hikâyeler’ köşesine konu olacak türde: “Ne zaman adımı söylesem, hemen ‘Neredensin?’ diye soruyorlar. Birine nüfus cüzdanını veriyorsun, ‘Nerelisin?’ diyor. Pardon ama birincisi Türkçe konuşuyorum, ikincisi de gördüğün gibi nüfus cüzdanım var.” Hem bir türlü ‘yabancı’ olmaktan kurtulamadığı için, hem de Türkiye’de bir kadın olmanın bıktırıcı zorluklarından usanarak, vurulmadan önce zaten Berlin’de yaşamaya başladığını söylüyor: “Yıllarca Kalan Müzik’te çalıştım ve önemli şeyler öğrendim. Türkiye’de çalan Ermeni, Kürt, Arap müzisyenlerle tanıştım ve onlarla pek çok ülkede konserler yaptık. Berlin’e yerleşmeye karar verdim, bir haftada iş buldum. Üç ay kadar orada çalıştım, vizem bitmek üzereydi ve İstanbul’a vize başvurusu için gelmiştim. Sonra burada vuruldum.”
‘Dava açacağım’
Lobna Allamii’nin davası, Gezi’de polis şiddetine uğramış çoğu insan gibi henüz başlamadı. Soruşturma devam ederken süreç bilirkişi aşamasında kilitlendi. Berkin Elvan’ın da dosyasına bakan Savcı Mehmet Selim Kiraz’ın öldürülmesi soruşturma sürecini daha da uzattı. Velhasıl dosya başladığı yerde sayıyor. Lobna, kendini hiçbir zaman politik olarak tanımlamadığını, ama geçtiğimiz seçimin herkes için çok önemli olduğunu söylüyor: “İlk oyumu, 18 yaşında Ecevit’e verdim; sonra da pişman oldum. Ama bu seçimde ‘oy verin’ diye çağrı bile yaptım. Şimdi hepimizin umudu var. Berlin’de bugünlerde herkes halaya duruyor. Sonuçta bu ülkede, bu değişikliği yapabildik. Dokunulmazlığı kalkan herkese dava açacağım. Dava açmak benim için çok önemli bir şey değil, ama Erdoğan herkese dava açıyor ve bu davalar başlıyorsa, benim de bir sürü davam var. Sadece bana değil, Gezi’de ölenler ve vurulanlara, Soma’da ölenlere de hesap verecek.” Koalisyon kulislerinin döndüğü bugünlerde, onun içinden geçen senaryoyu soruyorum, “HDP-CHP koalisyonu” diyor.
‘Akdeniz’in Tuzu’
Lobna Allamii, yeniden hayata başladığı bugünlerde, işine de geri dönmenin heyecanını yaşıyor. ‘Konser Küratörlüğü’ denen, daha önce bir arada çalmamış müzisyenleri bir araya getirme işine, önce Berlin’deki Gorki Tiyatrosu’nda girmiş; hem de soykırımın 100. yılı anısına hazırlanan, küratörlüğünü Arto Tunçboyacıyan’ın düzenlediği ve Ara ile Onnik Dinkciyan’ın da sahneye çıktığı bir etkinlikte çalışmış. Şimdi de sırada Eylül ayında gerçekleşecek ‘Akdeniz’in Tuzu’ konser serisi var: “İlk gün Türkiye’den ve Yunanistan’dan müzisyenlerin katılacağı bir rembetiko konseri, ikinci gün de Arap ve Yahudi müzisyenlerin bir araya geleceği bir konser olacak.”
Lobna’nın son mesajıysa, Türkiye’ye ve geleceğe dair: “Lütfen barış içinde ve birlikte yaşamayı öğrenelim. Ermeniler ve Rumların, Arapların ve Kürtlerin Anadolu’dan yok olmasını istemiyorum. İnsanlardan nefret etmek, kimseyi bir yere ulaştırmıyor.”