Anneannem anlatıyor, dinler misiniz?

Bazen kapatıyorum gözlerimi dünyaya. Sesler, çığlıklar patlıyor kulaklarımda. İnsanlar görüyorum hayalle gerçek arası. Eskiden varlardı, şimdi yoklar. Anlattıkları geliyor aklıma. Yürüyorlar sessizce geçmişten bu güne, “bir vardık, bir yoktuk” diyorlar. Onlar anne, onlar baba, onlar evlat. Neredeler? Neden kayıplar? Neden yüz yıl sonra bile sessizlikte “Biz vardık ve varız” diye fısıldıyorlar vicdanlara.

Bazen aranızdan bazıları bana “Bu anlatılanlar doğru mu?” diye soruyor. Hüzün kaplıyor yüzümü. Kırılıyorum.

Bana bakın! Benim hayatıma! Yaşantıma! Ben varım, Nenem Paris Özbağ var. Bu hikâyeyi anlatan anneannem Pupul Özbağ Karoğlu var, bu hikâyenin eksiklerini tek tek toparlayan ağabeyi Artin Özbağ var. Aranızdayız, sizinle aynı ekmeği yiyip, aynı suyu paylaşıp, aynı toprağa vatan diyoruz.

Ben doğru muyum? Ben var mıyım? Peki anlatılanlar yalansa, ben nasıl varım?

İyisi mi sözü anneannem Pupul’a bırakayım. O anlatsın kendi ailesinin ve bir halkın hikâyesini…

‘Annem Paris Malhas ailesi’

“Annem Paris Malhas altı çocuklu bir ailenin ikinci çocuğuydu. Malhas ailesi Zara’nın 10 km uzaklığında bulunan Kavak çiftliğinin sahipleriydi. 1915’de çiftliklerinde 7 çift öküzleri, 300 adet koyunları ve 400 kovan arıları varmış. Bir günde hepsine el konmuş. Kardeşlerinden birkaçı “Şark’a un götürmeye görevli” diyip evden alınmışlar; onlardan da bir daha haber yok.  Dedem oğulları una gitmesin diye, hatırı sayılır kişilerle görüşmeye gitmiş ve bir daha geri dönmemiş. Bu olaylar yaşanırken evin en büyük oğlu dayım Antranik, Balkan harbinden eve yeni dönmüş, un fabrikasında çalışmaya başlamış. Kardeşleri sürgüne gittikten 15 gün sonra fabrikanın ortasında Müftügil’in oğlu tarafından öldürülmüş. Muşeğ ismindeki küçük dayımı bir komşuları “İyi çocuk, kızıma koca alırım” diye yanına almış, iki gün sonra Haçın tepesinde öldürüp, tepeden aşağı Kızılırmak’a atmış. Muşeğin cesedi tepeden iki -üç kilometre uzakta bir kayalığa takılı bulunmuş.

Gelin olarak Ütütmazgillerin evinde

Annem incecik yapılı, sarışın mavi gözlü, 23 yaşında bir günde hayatı değişen annem… Annem 1909’da kendileri gibi çiftçi olan Ütütmazgil ailesine gelin giderek Manas Ütütmazgil ile evlenmiş. Manas’ın annesi genç yaşta ölmüş. Annem kayınvalidesini hiç görmemiş. Gelin gittiğinde Ütütmazgillerin başında iki kayın baba varmış. Yani iki kardeş tek bir evde çocuklarıyla yaşıyorlarmış. İki sene içerisinde kendi kayın babası vefat etmiş. Ardından da eşinin amcası ölmüş. Manas babasının tek çocuğuymuş. Manas’ın amcasının üç oğlu varmış. Annem Paris, eşinin yengesine, yani kocasının amcasının karısı Srpuk yengeye kayınvalide demiş. Srpuk yengenin üç oğlu vardı. Büyük oğlunun ismi Oskiyan’dı.  Annemin o evde Mendil ve Ohannes adlarında iki çocuğu olmuş. Manas’ın kuzeni Oskiyan Akabi ile evlenmiş ve bir kızı olmuş.

Kim, nerede, nasıl öldürülmüş?

1915 baharında Zara’nın her yerinde konuşulan tek bir şey vardı. Kim? Nerede? Nasıl öldürülmüş? Askerlik deyip evden alınanların çoğunun cesetleri yol kenarında gelen geçen tarafından görülmüş. Bazılarından da hiç haber alınamamış. Annemin ilk eşi Manas, amcasının oğlu Oskiyan ve onların başka amca oğulları, Malhas ailesine olanları duyup kaçmaya karar vermişler. Kaçmış ortadan kaybolmuşlar. Askerler gelip kadınlara evin erkeklerini sorduklarında, kadınlar kocalarının nerde olduklarını bilmediklerini söylemişler. O an evde erkek olarak sadece Manas’ın sekiz ve on yaşındaki iki kuzeni ve iki buçuk yaşındaki ağabeyim Ohannes varmış. Her şeyi alıp gitmişler. Annemin o eve çeyiz olarak getirdiği el dokuması 1909 yapımı bir kilimi vardı. Annem sarılıp “Bu benim çeyizim, bunu vermem” deyip ağlamış. Askerler kilimi annemin elinden alamamış, bırakıp gitmişler. O kilim daha sonra  evimizin en nadide eşyası oldu…

Annem, kuzenlerin eşleri olan iki gelin ve kayınvalide dediği yenge, erkeklerden uzun süre haber alamamışlar. Sağda solda evde tek kalan kadınların başlarına gelenleri duyup bir karar almışlar. “Eğer erkeklerden hiçbiri dönmezse ve biz onların öldüğüne inanırsak fare ağusundan (zehrinden) bir çorba kaynatalım, çoluk çocuk içelim” demişler.

Annem bu olay aklına geldikçe “Yavrig, yavrig can ne kadar tatlı. O çorba bir türlü kaynamadı” derdi…

‘Kaderin Kara Köpeği’

Paris Özbağ, Mihran Özbağ ve oğulları Artin Özbağ

Bu yakınlarda ‘Kaderin Kara Köpeği’ diye bir kitap okudum, çok etkilendim. Çünkü gerçekten kaderin kara köpeği annemi ziyaret etti.

Annemlerin bahçede kara bir çoban köpekleri varmış. Köpek erkeklerle birlikte ortadan kaybolmuş ama kimse nereye gittiğini, ne olduğunu anlamamış. Bir sabah köpek, evin bahçe çitlerine dayanıp, ön patileriyle kapıya vurmaya başlamış. Kadınlar koşarak köpeği içeri almışlar. Köpeğin tasmasının altında erkeklerin birisinin üzerinden koparılmış bir çaput, çaputun üzerinde de “Bizimle yarın akşam filancanın ağılında akşam vakti buluşun” diye bir not varmış. Annem ablam Mendil’i ve ağabeyim Ohannes’i, evdeki diğer gelin ise kızını kayın validelerine bırakmış. Başka evde yaşayan amcalarının gelinleri de onlarlaymış. O da çocuklarını evde kayın validesine bırakıp kaçmak için annemlere gelmiş.

O mevsime ot mevsimi diyorlar. Mayıs, Haziran aylarından biri. Ramazan ayıymış. İftar vakti ezan okunurken üç kadın kara çarşaflara bürünüp sözleştikleri yere gitmek için yola koyulmuşlar. Kızılırmak kenarında köprüye yakın bir yerde bir adam orucunu açmış dış kapısında geleni geçeni seyrediyormuş. Kadınları görünce kaçtıklarını hemen anlamış. Bu vakit kadınların sokakta işi ne diye düşünüp “Ümmetti Muhammet adına gavurlar kaçıyor” diye bağırmaya başlamış. Yakalanmışlar. Askere teslim edilirken annem deli gibi bağırıyormuş. Geç bir saat olduğu için mahkeme yapılamayacağından, ‘emin ev’ denilen bir eve konulmuşlar. Emin ev ya bir bekçi evi, ya bir jandarma görevlisinin evi olurmuş. Gece odalarına gelen bir adam mumu kadınların yüzlerine doğrultup “Bakalım güzel misiniz?” demiş. O an annem basmış çığlığı. Sabah mahkemeleri olmuş. Suçlu bulunup, bir hafta içerisinde sürgüne gidecek kafilenin bulunduğu toplama odasına konmuşlar.

Burası Susuz Köy  

Annemlerin oraya konulduğu gün evleri kapatılmış. Çoluk, çocuk, kayınvalide yanlarına getirilmiş. Açlık, susuzluk per perişanlık…

Mendil: Mama Çur guzim. (Mama su istiyorum)

Paris: Çur çige (Su yok)

Mendil: Ga yes desa, dedeis het gatsi, on şad çur ga. (Var. Ben gördüm. Dedemle gittim. Orda çok su var)

Irmağı kast ediyor.

Paris: Esdeğ çur çi ga (Burada su yok)

Mendil: Esdeğ vur değ e (Burası neresi?)

Paris: Esdeğ Susuz küğ e (Burası Susuz köy)

Odadaki kadınların hepsi Mendil’e dönüp “Burası susuz köy” demişler ve inandırmaya çalışmışlar.

Odadaki kadınlar sürgüne çıkmadan seçilip elenmişler. İsteyen karı diye, isteyen hizmetçi diye götürmüş, isteyen de bana bir çocuk lazım deyip analarının koynundan evlatlarını alıp gitmiş. Kuzen karısını bir adam kendine eş götürmüş. Annemi de Bulgar göçmeni bir adam almak istemiş. Annem gitmem diye yine bağırmaya başlayınca Srpuk’un on yaşındaki oğlunun kafasına silah dayayıp “Gelmezsen öldürürüm” diye tehdit etmiş. Annem, Mendil ve Ohannes’i alarak adamla gitmiş. Annemizi götüren adamın ismini hiç bilmiyoruz.  Avrupa görmüş medeni bir adammış. Askeriyede aşçı olarak çalışıyormuş ve evli değilmiş. Annem “Harp yılları herkes aç kaldı. Ben ve çocuklarım aç kalmadık” derdi.

Bu sırada Mendil ve Ohannes difteri olmuşlar. İki çocuk da ağır hastayken annem “Eğer içlerinden biri yaşayacaksa, Ohannes yaşasın, soyu sürdürsün. Mendil’i al Allah’ım” diye dua etmiş. Gerçekten de Mendil kurtulur derken, Mendil ölmüş Ohannes kurtulmuş.

Bence adam iyi bir adammış, merhametliymiş. Ama annem o adamla yaşadığı dört seneyi tek bir cümleyle anlatıyor. “Cehennem Yılları”.

Artin Özbağ. Fotoğraf: Rachel Partaman

Aslına dönen dişi aslan 

Sağda solda “İsteyen Hıristiyan olabilir” rivayeti artmaya başlamış. Vartangilin Kalust gizliden annemi ziyaret edip “Bacı istersen Hıristiyan olabilir, aslına dönebilirsin” demiş. Annem  de“Sen git bizimkilere haber sal, yakında döneceğim” demiş.

Adam eve geldiğinde şaşkınmış “Sizinkilerden hak dini bırakıp, Hıristiyanlığa dönenler varmış” dediğinde annem, “Ben de döneceğim” demiş. Adamın son sözü “Öyle mi!” olmuş. Askıdaki ceketini alıp kapıdan çıkmış ve bir daha da geri dönmemiş.

Annem Ohannes’i alıp koca ocağına dönmüş. Yengesi Srpuk zaten baktığı adam öldüğü için, iki oğluyla evine dönmüş. Annem Vartangilin Kalust’a “Nüfusta tekrar Ermeni görünmek, Hıristiyan olmak istiyorum. Bana şahit olur musun?” diye sorduğunda Kalust, “Bacım erkek aslan, aslan olur da, dişi aslan, aslan olmaz mı?” deyip şahitlik etmiş.

Uzaktan bir haber

Bir gün annem ve Srpuk yenge evdeyken Akabi çıkagelmiş. Kocası ölmüş. Evdekiler bir çuval un, biraz bulgur verip kızıyla birlikte eve yollamışlar.

Üç kadın senelerce evlerinin bir kısmını fırın olarak kullanıp, fırıncılık yapmış. 1922 yılında Uruguay Montevido’dan bir mektup gelmiş. Mektupta Ütütmazgillerden Srpuk’un oğlu, Akabi’nin kocası Oskiyan burada diyormuş. Oskiyan onları aldırmak istemiş. Annem 1924’de mecburen babam Mihran Zorayan (Özbağ) ile evlenmiş.

Babam Mihran Zorayan (Özbağ)

Babam göçe çıkmamış çünkü İstanbul doğumlu. Dedemiz Aliksan İstanbul’da iken babamız doğmuş. Babam bir yaşındayken annesi ölmüş. Dedem babamı da alıp memleketi olan Zara’ya geri gelmiş. Zara’da babam sekiz yaşındayken bu sefer de babası ölmüş. Evlenmiş, üç oğlu bir kızı olmuş. 1924’te eşi bilinmedik bir hastalıktan vefat etmiş ve annemiz Parisle bu sebepten evlenmiş. Annem sekiz yaşındaki oğlu Ohannes’i kendi baba ocağında Ütütmazgiller’de bırakmış. Kendi dört çocuklu bir eve üvey anne olarak gideceği için aile büyükleri onu götürmesine razı gelmemişler.

Benim doğduğum gün 16 Mayıs 1927, annemin Ohannes abimi son gördüğü gün olmuş. Ütütmazgilerin Oskiyan, annesi Srpuk’u, karısı Akabi’yi, kızını ve yeğeni olan Ohannes’i Zara’dan o gün aldırmış.

Ben gece doğmuşum. Doğum çok zor geçmiş. “Ohannes gidecek” diye ayaklanmaya çalıştığında, babam izin vermemiş. Annem “Ölsem de gideceğim” demiş ve Ohannes’i Zara’nın dışındaki mezarlıklara kadar yolculamış. Ohannes ve annemi ayıramamışlar. Annem yığılıp kalmış, Ohannes’i alıp götürmüşler.

Annem 1978’de öldü. Öldüğü güne kadar abim Ohannesle sadece yazıştı. Her çamaşır yıkadığında ondan kalan tek hatırayı, mendilini yıkayıp özenle sakladı. Ohannes’in çocuklarının ismini kendi koydu ama torunlarını hiç göremedi ve hiçbir zaman oğlunun gurbetine alışamadı. 

Annem zayıf, sarışın, mavi gözlü güzel anam Paris Özbağ, 1978’de oğlu Ohannes’in kendisinden birkaç ay evvel öldüğünü bilmeden İstanbul’da vefat etti.

Kategoriler

1915-2015



Yazar Hakkında