BANU YILDIRAN GENÇ
Modern Yunan edebiyatının kurucusu olarak bilinen Aleksandros Papadiamantis’in en önemli eseri ‘Hadula Bir Ada Öyküsü’ günlerde yayımlandı. Herkül Millas’ın da önsözde belirttiği üzere Türk ve Yunan edebiyatı çok da kaynaşmadı bugüne dek. Halit Ziya, Hüseyin Rahmi gibi yazarların Yunancaya çok geç çevrilmesini açıklayamadığımız gibi, Papadiamantis’in Türkçeye ancak bu yıl çevrilmesini de açıklamak güç. Oysaki bu novella’yı okuyan Türkiyeli okuyucu gelenek göreneklerin, hele kadına bakışın nasıl da benzer olduğunu fark edecektir.
‘Kadın katil’
Yazarın da doğup öldüğü Yunan adası Skiathos’ta film sahnesi gibi bir sahneyle başlıyor roman. Romana adını veren Hadula -kitabın orijinal adının ‘kadın katil’ anlamına geldiğini, Türkçede bu kavramı karşılaşan bir sözcük bulmadığı için Hadula adıyla yayımlandığını da belirtelim- yeni doğmuş üçüncü torununa bakmaktadır. Sürekli öksüren, yokluk içine doğan bu bebek üstüne üstlük ‘kız’dır.
Daha ilk sayfadan geçmişini anımsamaya başlar Hadula. Bu anımsayışta 1900’lerin başındaki Yunan toplumunun geleneklerinden bazılarını da öğrenme fırsatı buluruz.
“Hayatını düşünüyor, hayatı boyunca başkalarına hizmet etmekten başka bir şey yapmamış olduğunu görüyordu: Küçük bir çocukken ailesine hizmet ediyordu, evlendiğinde de kocasına kul köle olmuştu. Belki kendi mizacından, belki de kocasının yetersizliğinden, onun bakıcısı olma noktasına gelmişti. Çocukları olduğunda, onlar için saçını süpürge etmiş, çocukları da çoluk çocuğa karışınca, kendini tamamen torunlarını büyütmeye adamıştı.”
Bizim için ne kadar tanıdık bir hayat! Torunun öksürükleri arasında annesini babasını, ona az çeyiz vermek için neler yaptıklarını, tarlaların en değersizini nasıl kakaladıklarını bir bir anımsar. Anımsadıkça bu hayatta kadın olmanın bir lanet olduğunu düşünmeye başlar, doğumdan ölüme dek gün yüzü görmeden, çalışıp didinmekle geçen bir hayat... Yazar uykuyla uyanıklık arasındaki bu hezeyanları oldukça ustaca bir biçimde verir, öyle ki Hadula kendini kaybedip hasta olan küçük kızı bu hayattan kurtarmak adına öldürdüğünde, okur onla empati kurmuştur bile. Papadiamantis “suç” kavramını ele alışı ve anlatışıyla Albert Camus’nün Yabancı’sına, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sına yaklaşır.
Yıllar geçtikçe adı bile unutulan, Hadula diye değil Yannis Frango’nun dulu anlamına gelen, kocasının adıyla, Frangoyannu olarak çağırılan yaşlı kadın, bu düzene, bu ataerkil sisteme isyan etmenin çaresini böyle bulmuştur. Torunundan sonra başka hayatları da kurtarmak isteyecek, çok kız çocuğu olanlara kendince iyiliklerde bulunacaktır.
Elbette küçücük bir kasabada peş peşe gelen bu ölümler, kuyuya düşmelerin kaza olmadığı şüphesini doğuracak, her seferinde olay yerinde olan Hadula’ya da kaçmak düşecektir. Kaçarken bir yandan da şifacı olarak yetenekleri kullanarak hayatta kalır Hadula, karın tokluğuna ot kaynatır, hastalara bakar. Geceleri uyuyamayan, uyuduğu an vicdan azabına yenik düşen, rüyasında masum çocukların yüzlerini gören Hadula, sürekli geçmişe döner, oğulları için yaptığı fedakârlıklardan, köyde istenmedik bir gebelik yaşayan bir kadının düşüğüne yardım etmesinden anlarız ki aslında iyi yürekli bir katille karşı karşıyayızdır.
Katı Ortodoks inancının da verdiği azapla günden güne gerçeklikle bağını kaybeden Hadula’nın yaşamı, ailesinin ona layık gördüğü verimsiz çeyiz toprağının yakınında ilahi ve beşeri adalet yolunun ortasında son bulur.
Döneminin yazınsal özelliklerini taşıyan romanda çevirmeni Yasemin Aydın’ın da belirttiği üzere zamanında gazetelerde bölüm bölüm tefrika edilmekten kaynaklanan, bölümler arasında kopukluklar var. Yine o dönemin tatlı acemiliklerinden okura durmaksızın her şeyi açıklama özelliğinden de bahsetmek gerekir.
Son dönemde yayımladığı kitaplarla dikkatleri çeken Jaguar Yayıncılık ‘Hadula Bir Ada Öyküsü’yle bir kez daha okurları sevindirecek.
Hadula Bir Ada Öyküsü
Aleksandros Papadiamantis
Çeviri: Yasemin Aydın
Jaguar Yayınları
167 sayfa.