MURAT CANKARA
Karagöz kimin?” geyiğine girmeye hiç niyetim yok. İster Karagöz olsun isterse baklava ya da kahve; kime ‘ait’ oldukları (ne demekse bu), benden en az yüz yıl öncesine dayanan, bugün içi boşalmış bir kavga-soru. Zaten görünen o ki Allah da bunların hiç birini ‘sahibine’ bağışlamamış. Üstelik, Sancho Panza efendisi Don Quixote’ye başını ilk kaşıyanın Adem babamız olup olmadığını sorduğundan beri, bu soruyu soran herkes (yani biz, modernler) ister istemez komik duruma düşüyor.
Batılı seyyahların tanıklıkları olmasa…
Ama şunu da biliyoruz: Bu sorunun yanıtı, ve Karagöz’ün neyi nasıl temsil etmesi gerektiği millî kimlik müteahhitlerinin umurunda; 19. yüzyıl sonundan beri bu böyle. Bugün ortalama bir Türkiyeli Müslüman çocuk bilir ki Osmanlılar Ramazan ayı boyunca kola içer ve Karagöz’ün Hacivat’ı pataklamasını seyrederek eğlenirlerdi. Ama tuhaf bir biçimde (yoksa ‘anlaşılır’ mı demeli?), herkesin pek dindar olduğu ama akademisyenin bile Arapça öğrenmeye zahmet etmediği ülkemizde, millî kimliğimizin en mütemmim bir cüzü addedilen Karagöz’le ilgili kapsamlı ve nitelikli çalışmalar, nedense, bu konuda çok emek harcamış Metin And’ın 1977’de yayımlanan ‘Dünyada ve Bizde Gölge Oyunu’ başlıklı çalışmasıyla kesilmiştir. (Suyunun suyu derlemeleri, kendince sakıncalı bulduğu için ‘Ermeni tipi’nden söz etmeyen karagöz sözlüklerini vs. izninizle saymıyorum.) Üstelik adı anılmaya değer mevcut bir iki (‘üç beş’ demeye dilim varmıyor) çalışmayı mümkün kılan da, millî sporlarımızdan olan oryantalist-taşlama oyunundan bildiğimiz (ama asla adlarıyla değil) birkaç Türkolog ve şarkiyatçının ısrarlı, titiz ve kapsamlı çalışmaları olmuş (İgnác Kúnos’a [1860-1945], George Jacob’a [1862-1937] ve Hellmut Ritter’e [1892-1971] selam olsun). Batılı seyyahların tanıklıkları olmasa hissedilir derecede fakirleşecek olan bu literatürde, ne yazık ki, en temel sorular bile (örneğin Karagöz ustaları, yani hayalîler, ve bu temsili izleyenler kimlerdir?) ya tam olarak yanıtlanamamıştır, ya yanlış yanıtlanmıştır (her konuda olduğu gibi, burada da: gayrimüslim, bilhassa da Ermeni hayalîler meselesi) ya da temsil kabiliyeti düşük durumlardan genellemelere varılarak, yani çarpıtılarak yanıtlanmıştır (örneğin, elimizdeki en kapsamlı karagöz metinleri derlemesi –ki önce Ritter tarafından derlenmiş, daha sonra Cevdet Kudret vasıtasıyla günümüze ulaşmıştır- 1918 yılında saray kuklacısı Nazif Bey’den sağlanmıştır; temsil kabiliyetini varın siz hesap edin.) Geriye kalıyor büyük bir sorun: Karagöz temsillerini bu ‘wordsüz googlesız’ kıymetli çalışmaların yapıldığı zamanda henüz nâ-mevcut bulunan birtakım kavram ve teorilerle anlamaya çalışmak. Nasıl bir mizahtır Karagöz’ünki? Bir hayalî, komiği nerede arar ve bulur? Ve belki en önemlisi, Karagöz temsilinin bileşenlerinin çeşitliliğiyle nasıl başa çıkılabilir?
Bugün birisi çıkıp hem bağımsız Amerikan sinemasından, hem porno endüstrisinden, hem Bolly- ve Hollywood’dan hem de ‘Kutsal Damacana III’ten ‘sinema’ başlığı altında söz edip seyirciyle ya da temayla ilgili birtakım genellemelere ulaşsa, açıktan gülemesek bile, eğer bu kişi Eco ya da Zizek’gillerden değilse tek kaşımızı kaldırır kaldırır kaldırırız. Heyhat, ya Karagöz? Kimin icadı ya da malı olduğu bir yana (ki Fransızların bunu millî kimliklerinin ayrılmaz bir parçası yapıp şehirlerinin çirkin mi çirkin alt ve üst geçitlerini Lumière biraderlerin tasvirleriyle süslediklerini düşünsenize lütfen); bir teknik olarak gölge oyununun kültürler arasındaki yolculuğunu ve değişim, uyarlama, sahiplenme süreçlerini hesaba katmadan; Karagöz’ün, kendisinden büyük fallusuyla perdede boy gösterdiği ve muhtemeldir ki boş bir arsada ya da sıkı denetlenen bir kahvehanede sergilenen temsille, Osmanlı saray kuklacısının 1. Dünya Savaşı sırasında saray maiyeti için sergilediği temsili aynı millî (ve tahammülfersa bir biçimde indirgenmiş) kimliğin yansıması olarak ele almak ne mana?
Cendereden çıkma hali
İşte burada sözünü edeceğim kitap ve editörü, tam da yukarıda çizmeye çalıştığım bağlamda çok şey vaat ediyor: ‘Hayali Sotiris Spatharis’in Anıları: Otobiyografi ve Karagiozis Sanatı’, Peri Efe tarafından tercüme edilmiş, notlar ve resimlerle birlikte yayına hazırlanmış. Efe daha önce de ‘Toplumsal Tarih’ dergisi için (sayı 181, 2009) ‘Balkanlar ve Türkiye Bağlamında Karagözün Adaptasyonu ve Değişimi’ başlıklı bir dosya ve Tarih Vakfı Yurt Yayınları için ‘Hayal Perdesinde Ulus, Değişim ve Geleneğin İcadı’ (2013) başlıklı bir derleme hazırlamıştı. Akademinin anlı şanlı mecralarından olmamasına rağmen ısrarla bu konuda çalışmayı ve yazmayı sürdürüyor. Üstelik yukarıda adı geçen derlemelerde hem farklı disiplinlerden gelen akademisyenlerin (sosyoloji, Daryo Mizrahi; tiyatro, Walter Puchner) hem de sahne uygulayıcılarının (Çetin Sarıkartal, Şehsuvar Aktaş, Ayşe Selen) katkıları yer alıyor ki bu da Karagöz’ün, bugüne kadar sıkıştırıldığı cendereden çıkmasını sağlıyor.
Sotiris Spatharis (1892-1974) Yunanlı bir gölge ustası, yani Karagiozisçi. Çocukken, toprak altında kalarak sakatlanmış işçi babasıyla birlikte dilencilik yapacak kadar yoksulmuş; Karagiozis’e vurulmuş ve bir daha da ondan vaz geçmemiş. İki dünya savaşını, büyük kıtlığı, mübadeleyi, cuntayı ve daha bir sürüsünü yaşamış; bunlar olurken Karagiozis perdesini her koşulda kurmuş; bazen aç bazen tok, gösterisini yapmış. Okuma-yazmayı sonradan öğrenmiş ve öğrendiği kadarıyla da Karagiozis oynatırken başından geçenleri yazmış.
Türkiyeli okur için anlamı
Kültür tarihi açısından önemi bir yana, Spatharis’in anılarının Türkiyeli okur için özel bir anlamı var. Efe’nin de bir yazısında belirtmiş olduğu gibi, Müslüman/Türk hayalîler arasında Spatharis’in anılarının muadili olacak bir metin yazarı yok elimizde. Dolayısıyla Karagöz temsillerine dair bilgimiz çoğunlukla bölük pörçük ve dolaylı anılara, batılı seyyahların anlattıklarına ya da yukarıda sözünü ettiğim, şarkiyatçıların bugün nitelik ve nicelik olarak yanına bile yaklaşamadığımız çalışmalarına dayanıyor. Bu da çok temel bazı soruların yanıtsız kalmasına neden oluyor. Oysa bu kitapla birlikte elimizde somut bir örnek, kanlı canlı bir hayalînin anıları var ve buradan soru türetmek, yeni çalışma alanları açmak mümkün.
Spatharis’in anılarında halk gülmecesinin genelde çok ihmal edilen ve yavaş yavaş antropolojiye terk edilen mutfağını görüyoruz: hayalîlerin önemli bir bölümünün sınıfsal kökeni, konularını nereden buldukları ve/ya yerlileştirdikleri, değişen koşullara nasıl ayak uydurdukları, sinema ve batılı anlamda tiyatroyla rekabetleri, güncel siyasetle netameli ilişkileri, reytinglerini yükseltmek ve seyirciyi yitirmemek için yaptıkları numaralar, perdelerini nasıl kurdukları, dekorlarını bir anda değiştirerek seyirciyi kendilerine hayran bırakmak için kullandıkları teknik, tasvirlerini nasıl ve neden yaptıkları, yardımcılarını (yardak) nasıl seçtikleri, müziği nasıl kullandıkları, kahvecilerle pazarlıkları, seyircilerin bu temsiller karşısındaki tepkileri ve hem hayalîden hem temsilden beklentileri, seçkinlerin bu temsillere bakışı (küçümseme ya da millîleştirme) vb. Şüphesiz, Karagiozis’in Karagöz’e dair tüm soruların anahtarı olduğunu ileri sürmüyor Peri Efe. Ancak Karagöz’ün Karagiozis’e dönüşme sürecine ve sonrasına dair bu birinci elden anlatının, Karagöz üzerine çalışanlara ilham kaynağı olmaması da çok üzücü olur.
‘Popüler kültürün arzularının en sadık dışavurumu’
Tüm bunlarla ilgilenmediğinizi varsayalım: Kitap gerçekten etkileyici anekdotlarla dolu ve doğrudan Karagöz/Karagiozis’le ya da modern Osmanlı veya Yunan kültür tarihiyle ilgilenmeyenlerin de zihinlerini dürtecek zenginlikte malzeme sunuyor. Puchner’ın “popüler kültürün arzularının en sadık dışavurumu” olarak değerlendirdiği Karagöz/Karagiozis temsillerinin günümüz popüler kültüründeki yansımalarını (örneğin bugünlerde pek revaçta olan doğaçlama gösteriler) bu bağlamda düşünmek ilginç olmaz mıydı?
Demek ki neymiş? Adında mutlaka bir terkip (‘şehr-i kafe’?) olan kahvecide bir çay içtikten sonra AVM’deki kitapçı görünümündeki oyuncakçıdan çocuğa (oğlana mı demeli?) alınan kötü plastikten kesme “Karagöz seti”yle yaşatılmıyormuş Osmanlı. Aman diyeyim…
Hayali Sotiris Spatharis’in Anıları
Sotiris Spatharis
Çeviri: Peri Efe
İş Bankası Kültür Yayınları
224 sayfa.