Tarih Vakfı Yurt Yayınları aracılığıyla raflarda yerini alan ‘Millete Deva Olmak’ kitabının yazarı Prof. Yücel Yanıkdağ ile Birinci Dünya Savaşı sırasında esir düşen Osmanlı askerleri bağlamında esirlik dönemi hastalıkları, savaş sonrası travmaları, Ermeni doktorlar ve doğru bilinen yanlışlar üzerine söyleştik. İçinde bulunduğumuz 18 Mart Çanakkale Zaferi haftası nedeniyle gündemde olan konunun, bilinmeyen ya da az bilinen yönlerini Prof. Yanıkdağ anlattı.
Kitabınızda Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı esirlerine ve onların tedavi süreçlerine yoğunlaşıyorsunuz...
Kitap, iki spesifik grubu inceliyor. Bunların ilki Mısır ve Rusya’da esir olarak bulunan Osmanlı askerleri, ikincisiyse savaş sonunda yurda dönen esirlere teşhis koyan psikiyatrlar. Kitap, Osmanlıların Cihan Harbi’ndeki travmatik tecrübelerinin ve özellikle bu harpteki yenilgilerinin Türk milliyetçiliğini nasıl etkilediğine bakıyor. İlk kısımda, Osmanlı esirlerini, onların hayatlarını, ruhsal dünyalarını, kimlik arayış ve inşalarını, kültür ve medeniyet üzerine tartışma ve çatışmalarını şimdiye kadar hiç kullanılmamış kaynaklar yoluyla inceliyor. İkinci bölümde ise yurda dönen esirlere ve savaş zamanında diğer askerlere teşhis koyan psikiyatristlere yoğunlaşıyor. Esirleri ve doktorları birbirine bağlayan asıl nokta bu iki grubun çok açık olarak gözlemledikleri milli dejenerasyona ve savaşın yıkımına değişik yönlerden çare aramalarıydı. İki taraf için de millet bir uçuruma düşmek üzereydi. Kitap esirlerin ve doktorların bu uçurumdan kurtulmak için önerdikleri çareleri inceliyor.
O günlerde Osmanlı ordusundaki Ermeni doktorların dağılımı nasıldı?
1918’de Sıhhıye Dairesi evraklarından derlenmiş istatistikler savaş sırasında orduda 299 Ermeni doktorun görev yaptığını belgeliyor. Bunların 38’i cephelerde 261’i ise geri hizmette görev yapmışlar ve 45’i yani yüzde 15.05’i cephede hayatlarını kaybetmiş. Ayrıca 54 Ermeni doktor da Sağlık Dairesi ve diğer kurumlarda çalışmış. Yani 353 Ermeni doktor savaşta çalışmış. Bu rakamlara eczacı olarak görev yapan Ermeniler de eklenmeli. Bir fikir vermesi açısından savaş zamanında toplam olarak her gruptan 2835 doktorun görev yaptığını ve 350 tanesinin öldüğünü görüyoruz. Ermenilere kıyasla 1918 “Müslüman Türk” görev yapıyor orduda, fakat bunları Türk, Arap gibi alt kategorilere ayıramıyoruz.
Esir düşen Osmanlı askerleri içinde Ermenilerin durumuna ilişkin bilgilere rastladınız mı?
Kitabı yazarken elimde özellikle esir düşen Ermeni-Osmanlı askerlerin konum ve durumlarını içeren veya onların durumlarının değişik olduğunu belirten bir kaynak yoktu. İhtiyatlı olarak, Rusya’daki Ermeni esirlerin durumunun diğer Osmanlılar kadar kötü olduğunu söyleyebiliriz. Burada kitapta bulunmayan Mısır’daki Ermeni siviller hakkında bir şeyler ekleyebiliriz. Port Said’de 13-15 Eylül 1915 tarihlerinde 4058 Ermeni mültecinin gelmesiyle başlayan bir aşamada İngilizler bir mülteci kampı kuruyorlar. Yollarına Antakya ve Suriye’de başlamış olan bu mülteciler arasında Port Said’e vardıklarından 5 ay sonra pellagra hastalığı ortaya çıkıyor. Pellagra B-3 vitamini (niyasin) yetersizliğinden kaynaklanan bir hastalık. Kitapta asker esirler arasında da binlerce kişiyi etkileyen bu hastalığı derinlemesine inceliyorum. İngilizler Osmanlı (Türk, Arap, Ermeni vs) savaş esirlerine Avrupalı (Alman, Avusturya ve Macar) esirlere verdiklerinden değişik olarak “Avrupalı olmayan savaş esiri” tayını veriyorlar. Kitaptaki savım, kasten olmasa da bazı ırkçı veya Oryantalist varsayımlar altında İngilizler tüm Osmanlıları Asyalı veya Oryantal olarak gördüklerinden kendilerinin belirledikleri ve güya Asyalı ‘zevkine’ uygun diye hazırladıkları bir diyet veriyorlar. Maalesef bu diyette önemli bir B-3 eksikliği var ve pek çeşit yok. Mülteciler arasında olduğu gibi, bu düşük değerli tayın bir kaç ay sonra binlerce esir arasında pallegra hastalığını başlatıyor ve birçoğu için feci bir ölüme yol açıyor. Ermeni mültecilerin arasında da pallegranın ortaya çıkmasının aynı nedenlerden kaynakladığına hiç şüphe yok.
Ordudaki Ermeni askerler, Müslüman askerlerden farklı olarak amele taburlarında nelere maruz kaldılar?
Ermeni ve diğer birçok gayrimüslim 1914’te askere alındıklarında genel olarak amele taburlarında görevlendiriliyorlar. Amele taburlarında Arap ve Türkler olsa da kesinlikle gayrimüslimler yoğunlukta. Silahlı görev yapan birçok Ermeni ve Rum var tabii ki. Amele taburlarında hayat, silahlı görev yapan askerlerin hayatlarına kıyasla çok daha zor. Savaşan askerler öncelikli olduğundan amele askerlerin eksiklikleri çok yemek ve sağlık bakımından. Erik Jan Zürcher’in dediği gibi 1915’ten sonra öldürülmeseler bile hastalıklardan ve bitkinlikten ölenler çok. Silahlı görev yapan Ermeni askerlerin hepsinin değilse en azından bir kısmına şüpheli gözüyle bakıldığını biliyoruz. Tabii bunun dışında çok daha önemli ölümcül muameleler var. Mesela Ruslara karşı Doğu Anadolu cephesinde görev yapmış bir Osmanlı-Türk sıhhiye onbaşısının hatıratında önemli gözlemler var. Ali Rıza Efendi’ye göre Rus tarafındaki Ermeni gönüllüleri gören ve kendi taraflarındaki Ermenilerin de Ruslarla işbirliği yaptığı söylentilerini duyan askerler kendi saflarındaki Ermeni askerleri her taburda günde ‘üç beş’ olmak üzere sözde kazayla vurmaya başlarlar.
Doktor Hanımyan cinayetinin arka planı
Kitabınızda Serkis Kapancıyan’ın Doktor Hanımyan’ı öldürüşünden bahsediyorsunuz. Bu olayın ardında ne var?
Serkis (Sarkis) Kapancıyan Diyarbakırlı bir ‘kundra eskicisi’. Cihan Harbi’nde evvelâ silahsız olarak yani tahminen bir amele taburundaki görevinden sonra silahlı hizmete geçen bir Osmanlı askeri. Suriye-Filistin cephesinde bulunuyor. Serkis, üç sene askerlik yaptıktan sonra yani en erken 1917’de İngilizlere esir oluyor. Mısır’da 2 esaretten sonra geri dönüyor. Bir ara “makat düşmesi/sancısı” şikâyetiyle Yedikule Ermeni Hastanesine gidiyor. Serkis’in anlatısına göre orada Dr. Taniyel Hanımyan hastanın rızası olmadan bir ameliyat yapıyor. Yine Serkis’e göre ameliyat beklenen sonucu vermiyor. Serkis, Yedikule’ye hasta olarak gittiğini söylese de sonradan “hastaneye aslan gibi gittim ama iki koltuk değneği ile çıktım” diye hatırlıyor. Sağlığı git gide kötüleşen veya öyle algılayan Serkis bir kaç doktora daha danışıyor. Bu doktorlar Hanımyan’ın amatörce bir ameliyat yaptığını ve yapacak bir şey kalmadığını söylüyor. Serkis bir tabanca alıp Yedikule çayırında intihara karar veriyor fakat cesaret edemiyor. Geri dönüşte bindiği tramvayda Hanımyan’ı gören Serkis onu vuruyor. Serkis’te psikolojik bir bozukluk olduğuna karar veren İstanbul polisi onu Toptaşı Bimarhanesi’ne götürüyor. Serkis hakkında tüm bildiklerimiz orada, onu muayene eden ve notlarını 1931’de yayınlayan Mazhar Osman’dan geliyor. Polis Serkis’in dosyasını göndermediğinden Mazhar Osman tamamıyla Serkis’in 1922’de anlattıklarına bağlıyor kendi notlarını.
Serkis’e göre onun Doktor Hanımyan’ı öldürmesinin nedeni doktorun kendisini ‘zorla’ ameliyat edip sakat bırakmasıydı. Asıl amacı baştan bu olmasa da doktoru tramvayda ‘tatlı tatlı’ konuşurken görünce ‘gözü kararıyor’ ve ‘intikam’ hissi uyanıyor. Mazhar Osman’a göre cinayetin faili Serkis’ti ama dolaylı olarak sebep olanlar, Serkis’i ameliyatından sonra muayene eden diğer Ermeni, Türk ve Amerikalı doktorlardı. Mazhar Osman’a göre diğer doktorların Hanımyan’ın ameliyatı hakkında hastanın önünde olumsuzca konuşmaları aklî dengesi yerinde olmadığına inandığı Serkis’e kötü ve kuvvetli bir telkin oluyor. Mazhar Osman’a göre Serkis’in bağırsak ve makat sorunları bu doktorlara onun psikolojik dengesi yönünde bir ipucu vermeliydi. Mazhar Osman ise Serkis’e psikopat, dejenere, muvazenesiz ve sabit fikri marazi teşhisi koyuyor. Serkis 1922’den 1931’e ve sonrasına, büyük bir olasılıkla ölümüne kadar ilk önce Toptaşı ardından Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde hayatını geçirdi. Yani bir yerde oradaki diğer eski Osmanlı askerleriyle beraber “Bakırköy müessesinin mühim demirbaş sermayeleri [olan] esaret kurbanları”ndan birisi oldu.
Serkis’in Diyarbakır’daki ve askerliği sırasındaki hayatı hakkında pek bilgimiz yok. Onun psikolojik problemi eskilere dayanıyor olabilir. Fakat aynı zamanda bazı semptomları pellagra geçirmiş birisinin semptomlarına benziyor: ‘makat düşmesi/sancısı’ ve psikolojik bozukluklar (pellagra psikozu). Serkis pellagra’dan kurtulmuş olsa bile belli bir seviyeden sonra hastalığın yarattığı problemler tamamıyla düzelmiyor. Diğer esirlerde olduğu gibi Serkis’in savaş ve esirlik tecrübelerinden kaynaklanabilen psikolojik bozukluklar göz önünde tutulmuyor.