Önümüzdeki hafta meclis gündemine gelecek ‘İç Güvenlik Paketi’ kolluk kuvvetlerine devredilen yetkinin sınırlarını bir kez daha tartışmaya açtı. Eleştirilerin odağında bulunan güvenlik paketinden hareketle, düzenlemenin neler getireceğini, ‘devlet bekasını’ korumaya yönelik bu tür düzenlemelerin izlediği yolu ve eleştirilen polis tutumunun arka planını masaya yatırdık.
Aylardır kamuoyunun gündemini meşgul eden ‘Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’ haftaya TBMM gündemine geliyor. Tasarıyla 132 maddenin yeniden düzenlenmesi öngörülürken, toplantı ve gösteri hakkıyla özgürlük hakkı başta olmak üzere hak ihlallerine kapı aralayacağı ve yargı yetkisini polise devrettiği gerekçesiyle mecliste bulunan üç parti de ‘anayasaya aykırılık’ gerekçesiyle muhalefet şerhini açıkladı.
Peki özellikle PVSK’da (Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu) önemli değişikliklerin öngörüldüğü tasarı ne getirecek? Hukukçu Nalan Erkem, yakalama ve gözaltı sürecinde polise yetki devrinin tehlikesine dikkat çekiyor: “Yakalama kararı savcının izniyle olmalı ve kayıt altına alınmalıdır. Biri gözaltına alındığında muayenesi yapılır, bunda amaç kişinin gözaltında işkence ya da kötü muameleye maruz kalıp kalmadığını tespit etmektir. PVSK’ya getirilen düzenlemede ‘eylemin ve durumun niteliğine göre koruma altına alır, uzaklaştırır ve yakalar’ ifadesi geçiyor. Çok muğlak bir tanım. Bu düzenlemeyle insanlar korunma hakkından yoksun bırakılıyor, denge mekanizması yok.”
Avukata erişim hakkına kısıtlama
İç Güvelik Paketi açıklandığından bazı haberlerde ‘vatandaşa kolaylık’ olarak sunulan, müşteki, mağdur veya tanık ifadelerinin ikametgâhta veya işyerinde alınabileceğine dair düzenleme de hak mağduriyetlerine neden olabilir; “Avukata erişim hakkı gibi ifade veren kişiyi koruyan önlemler var. Yeni düzenlemeyle müştekiler bu haklardan faydalanamayabilecek. Üstelik ifadenin hangi koşullarda alınacağına dair bir kayıt mekanizması yok.’ Erkem’e göre, düzenlemenin bir başka tehlikesi de kişilerin özel yaşamına polisin istediği gibi müdahale edebilmesinin önünü açıyor olması.
“Örneğin terör örgütü olarak nitelendirebilecek bir örgütün sloganına benzer bir slogan atan bir kişinin olduğu bir toplantıdasınız, hiç slogan atmamış dahi olsanız çok ağır yaptırımlara maruz kalabileceksiniz.”
Barışçıl göstericileri koruyan hiçbir hüküm yok
Tasarının en çok tartışılan yönlerinden biri de toplantı ve gösteri hakkını ilgilendiriyor. İçişleri Bakanı Efkan Ala, geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, ‘havai fişek, demir bilye, sapan taşıyan, yüzünü kapatan, kanunların suç saydığı afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç, gereçler taşıyarak, bu nitelikte sloganlar söyleyenlere’ öngörülen hapis cezasıyla ilgili eleştirilere cevaben “toplantı yapacaksa doğru düzgün katılsın, ne söyleyecekse söylesin, biz de onların güvenliğini alalım, demokratik hakkını kullansın” demişti. Fakat avukat Erkem’in aktardığı kadarıyla barışçıl olan ve olmayan gösterici ayrımı yasanın hiçbir yerinde yok: “Örneğin terör örgütü olarak nitelendirebilecek bir örgütün sloganına benzer bir slogan atan bir kişinin olduğu bir toplantıdasınız, hiç slogan atmamış dahi olsanız çok ağır yaptırımlara maruz kalabileceksiniz.”
"Kimin fuhuş yaptığına karar yetkisi poliste"
Kamuoyunda pek bahsedilmese de CMUK’a (Ceza Muhakemeleri Kanunu) eklenecek bir madde de epey tartışmalı. Gözaltı ve alıkoyma nedenlerini düzenleyen 91. maddeye ‘fuhuş’ da ekleniyor. Erkem, ‘Kimin fuhuş yaptığına karar verme yetkisi de PVSK’da yapılan düzenlemeyle tamamen polise veriliyor” diyor; “Herşey polisin tecrübesine, değer yargılarına bağlı hale gelecek”
“Bu paket Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun TMK’ya adapte edilmesi demek”
Polise yargı yetkisinin önünün açılması süreci yeni değil. Özellikle 2006 ve 2007’de PVSK, TCK (Türk Ceza Kanunu) ve TMK’da (Terörle Mücadele Kanunu) yapılan değişiklikler hem ‘güvenlik devleti’ kavramını ön plana çıkardı hem de bu düzenin korunması için polis yetkiyle donatıldı. TESEV’in 2013 yılında yayımladığı ‘Polis Yasalarını Ruhu’ raporu 1934’den bugüne çıkarılan polis yasalarını ve yetkinin kapsamını inceliyordu. Raporu hazırlayan ekipten İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim görevlisi Biriz Berksoy ve Binghamton Üniversitesi Sosyoloji bölümünden doktorasını alan Zeynep Gönen’le düzen ve polis arasındaki ilişkiyle iç güvenlik paketini konuştuk.
Türkiye’de uygulamaların sonradan çıkarılan yasalarla meşruiyet kazanması sıklıkla gördüğümüz bir sorun. Güvenlik de, sizin de raporda da altını çizdiğiniz gibi, 1980 sonrası çıkan yasalarla aynı akıbete uğradı. Emniyeti ilgilendiren yasaların çıkış saiki ve içeriği bize ne söylüyor?
Polisin yetkilerini ilgilendiren tüm yasalarda devletin bekası vurgusu var. Devleti tehdit ettiği iddia edilen kişilere yapılacak olan müdahalenin şiddetinin meşru sayılması bu zihniyetin önemli unsurlarından. Diğer taraftan yasaların sürekli “istisnai durum” tanımlamaları ile esnetilmesi ve bu sayede polisin yetkilerinin genişletilmesi de söz konusu. Ayrıca, yasaların içinde yer alan ahlaki ve ekonomik düzen vurgusu polis vasıtasıyla kurulmak istenen muhafazakar ve eşitsiz bir düzene işaret ediyor.
‘İç güvenlik paketi’ neler getirecek?
Paket, polisin yetkilerini arttırmaya, kullanacağı şiddeti yasallaştırmaya, politik eylemleri suçlulaştırmaya ve pasifize etmeye yönelik hazırlandı. PVSK ile bir nevi ‘Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'nun, daha da tehlikeli hale getirilen Terörle Mücadele Kanunu'na adapte edilmesinden bahsediyoruz. Polisin eylemlerde sıklıkla silah kullanarak ölümlere yol açmasına imkan verilmesinin yanında, eylemciler için öngörülen cezaların arttırılması, polisin 48 saat savcıya haber vermeksizin gözaltı yapabilmesi, valilerin birer savcı gibi soruşturma başlatabilmesi, belediyelere kolluk aracılığıyla hükmedebilmesi, üç gün çıkmayan boyalarla polisin eylemcilerin peşine düşmesi söz konusu. Öyle görünüyor ki, AKP adeta hem çözüm sürecini bitirmeyi planlıyor ve çıkacak isyan dalgasını bastırmak için silahlanıyor, hem de Gezi direnişi gibi güçlü bir muhalefetle bir daha karşılaşmamak için valileri ve polisi son derece tehlikeli yetkilerle donatıyor.
“Polis yasalarla daha demokratik yapılamaz”
Paketin getireceği bir başka önemli değişiklik de emniyet teşkilatının yapısını ilgilendiriyor. Polis koleji kapatılırken idari kadroda da geniş çaplı değişikliklerin önü açılacak. Son dönemlerde gittikçe daha tartışmalı hale gelen polisin tutumunun arka planını Polis Akademisi öğretim üyesi Doç. Dr. Ahmet Erkan Koca’yla konuştuk. Koca, yakın bir zamanda ‘Düzen ve Kargaşa Arasında’ başlıklı bir kitap yayımladı ve polislerle yapılan mülakatlar üzerinden Gezi eylemlerine polis bakışını inceledi.
Kitapta yer alan mülakatlardan anlaşıldığı kadarıyla polislerde sıklıkla ‘biz’ ve ‘onlar’ algısı hakim; ‘onlar’ algısının eylemcilerde de bulunduğunu söylüyorsunuz. Bu algı polis olmanın doğasında mı yatıyor?
Poliste ikili karşıtlıklar üzerinden düşünmeye yatkınlık hakim. Bunu okul sıralarından başlayarak askeri bir eğitimin verilmesine ve sonradan emniyet teşkilatının iç yapısının militer bir karakterde oluşturulmasına bağlıyorum. Sağlıklı bir işleyişte polis açısından ‘öteki’ yoktur. Suçlu, eylemci, gösterici de polisin de mensubu olduğu toplumun parçasıdır. Polis, azınlıkta olan birilerine karşı çoğunlukta olan bir kesimi koruma psikolojisiyle iş yapıyor. Halbuki demokrasiler çoğunluğun değil, esasen azınlıkta olanın, güçsüz tarafın kendini güvende hissedebildiği yerlerdir. Militer polislik bu anlamda demokratik bir siyasal toplum için büyük bir sorun kaynağı, bu açık.
‘İç güvenlik paketi’ polis eğitiminde neleri değiştirecek?
Yeni dönemde üniversitelerin ağırlıklı olarak sosyal ve siyasal bölümlerinden alınan öğrencilere bir akademik yıl boyunca uzmanlık eğitimi verilmesi planlanıyor. Bunu son derece doğru bir adım olarak değerlendiriyorum. Hayata geçirilirse üç-dört yıl içinde yepyeni ve çok başka bir polis teşkilatı olabilir.
Söz konusu paketle polisin yetkisi genişlerken güvenlik, toplumsal gösteri ve ifade hakkına yönelik kısıtlamalar getiriliyor. Devlet polisliğini pekiştirecek uygulamalar değil mi bunlar?
Demokratik bir toplumda toplumsal eylem ve gösteriler, sağlıklı bir işleyiş için son derece önemlidir ancak onun şiddetten uzak oluşu da en az kendisi kadar önemlidir. Bu açıdan polisin yetkisinin arttırılmasında fazla bir sorun yok. Yeni yasayla yeni yetkiler verilmese de polisin insanların en mahrem alanlarına girecek kadar yetkisi hep vardır ve olacaktır. Yetkinin ne olduğundan çok kimin kullanacağıdır esas mesele ve ben gerek polis yüksek eğitimi gerekse teşkilatın kurum kültürünün değiştirilmesinde böylesi bir bakışın etkisi olduğunu düşünüyorum. Polise olan güvensizliği yasalara güvenerek aşmak kolay değil. Bu yolla polis daha hukuka bağlı ve demokratik yapılamaz. Sokakta iş yaparken polis çoğu kez tektir ve vicdanıyla baş başadır. Bu anlamda polise güvenmek zorundayız.