Episkopos Sahak Maşalyan, Surp Dzınunt (Doğuş Yortusu) dolayısıyla Hıristiyan dünyasının gündeminin ön sıralarında yer alan birleşme çabalarını değerlendirdi. Papa Francis’in iki hafta önceki Türkiye ziyareti esnasında gündeme gelen birleşme çabalarını Sahak Srpazan farklı bir yorumla değerlendiriyor.
Hıristiyanlığın iki büyük bayramı var. Doğuş, yani Noel Bayramı ve Diriliş, yani Paskalya Bayramı. Batı Hıristiyanlığında en büyük bayram Doğuş Bayramıdır. Doğu Hıristiyanlığında ise Diriliş Bayramı en büyük bayramdır. Batı’da Hıristiyan nüfusun yoğun olduğu bir ülkeye gittiğinizde, 2 ay önceden Noel hazırlıkları başlar. Doğu ise 7 hafta önceden ‘Büyük Oruç’ dönemiyle birlikte Diriliş Bayramı hazırlıkları başlar.
Bu, elbette sadece bir vurgu meselesi değil, aynı zamanda teolojik bir mesele. Çünkü Batı’da Noel Bayramı Hıristiyanlık öncesinde de çok güçlü bir şekilde kutlanırdı. Doğuda ise bahar bayramı çok coşkulu bir şekilde kutlanırdı. Hiçbir din bütünüyle yeni değildir. Çünkü her din belli bir kültür, dil ve belli bir toplum içinde doğup gelişir. Dolayısıyla doğduğu dönemin alışkanlıklarını da kendi içine alır, sentezler ve yoluna öyle devam eder. Hıristiyanlık da bu anlamda bir istisna değildir.
Doğuş Bayramı sadece İsa Mesih’in doğuşunun kutlandığı bir bayram değil. Bizim kilisemizde İsa Mesih’in vaftizi de aynı gün, yani 6 Ocak’ta kutlanıyor. İncil’de “İsa vaftiz olduğunda 30 yaşındaydı” deniyor. Doğumuyla ilgili herhangi bir kayıt yok. İncil’de yazılı olmayan geleneksel kayıtlarda ise “Mesih’in doğuşuyla vaftizi aynı güne denk geldi” deniyor. Dolayısıyla en eski gelenek, her ikisinin beraber kutlanması yönünde. İncil’in ve Kilise’nin doğuş döneminde İsa Mesih’in doğuşu ve vaftizi birlikte kutlanıyordu. Bununla ilgili elimizde güvenilir tarihsel veriler var. 4. yüzyılda Batı’da bir papa 6 Ocak’ın İsa’nın doğuş bayramı olduğunu söylüyor.
Eski toplumlar astronomiye daha çok önem veriyordu. Onlara göre ay, güneş ve yıldılar canlı varlıklardı, hatta tanrılardı; insanın kaderini belirlerlerdi. 21 Aralık’ta kış dönencesi başlıyor. 21 Aralık’a kadar günler kısalıyor, geceler uzuyor, kısacası ölüm mevsimi. 21 Aralık’ta gece ve gündüz eşitleniyor. Birkaç gün öyle kaldıktan sonra 24 Aralık’tan itibaren günler uzamaya başlıyor. Böylece güneş galip geliyor. Bu nedenle Hıristiyanlık öncesi toplumlar ‘galip güneş’in bayramını kutluyorlar. Bu, Hıristiyanlık öncesinde Roma İmparatorluğu’nda resmi bayram olarak kutlanıyordu. Kilise, doğrudan bunlara savaş açmaya gerek olmadığını düşündü. “Madem ki 6 Ocak’ta iki bayramı birlikte kutluyoruz, ikiye bölelim” denildi. Doğuş Bayramı böylece 24 Aralık’ta kutlanmaya başlandı. Mesih’in vaftizi bayramı ise 6 Ocak’ta bırakıldı. Böylece Batı’da Doğuş Bayramı ile güneşin doğuşu bayramı iç içe geçmiş oldu. Bu, Roma’da başlayıp, hızla tüm Hıristiyan dünyasında yayıldı. Ermeni Kilisesi’nin dışında İsa Mesih’in doğuşunu ve vaftizini birlikte kutlayan hiçbir kilise kalmadı. Bizans da Roma’nın bir parçası olarak bunu kabul etti.
Ermeni Apostolik Kilisesi niçin ikisini birlikte kutlamaya devam etti?
Çünkü Ermeni kilisesi ve Ermenistan olarak, Roma’nın değil, İran’ın nüfuz alanındaydık. Biz 5. yüzyılda Ermenice alfabeyi keşfettik. Kilise kültürünü ve kurumlarını oluşturduk. 5. Yüzyıl içinde bunlar kurumsallaştığı için tekrar değiştirmeye gerek duymadık. Takvimde bir şeyi yerinden oynatırsanız pekçok şeyi yerinden oynatmak zorunda kalırsınız. Bir de sanıyorum, farklı olmak, bizim kilise büyüklerimizin hoşuna gitti. Bu takvim bölünmüşlüğü Hıristiyan dünyasında dağınık bir görüntü veriyor. Ama bunun altında yatan faktör, bunların kurulmuş sistemler olması. Papa’nın sözünü ettiği birleşmenin en somut göstergelerinden birisi önemli günleri ve bayramları birlikte kutlayabilmektir. Bu, aslında kolaydır, çünkü teolojik bir konu değildir. Uyum için, kardeşlik için gerekli adımları atarsınız; yeter ki Hıristiyanlar buna inansınlar.
Hıristiyan dünyasındaki birleşme çabaları gerçekçi mi?
Önce “Niçin ayrıldılar ki şimdi birleşsinler?” sorusunu sormak lazım. Bölünme politik ve ekonomik nüfuz alanı çatışmasıydı. 5. yüzyıla kadar Papa, Roma epikoposuydu. Roma İmparatorluğu 5. yüzyılda bütünüyle çökünce ayakta kalan organize tek kurum olan Kilise ön plana çıktı. Roma’yı yıkan barbarları da Kilise Hıristiyanlaştırdı ve kendi etki alanına aldı. Papalığın iki kimliği ortaya çıktı; dünyasal ve ruhani egemenlik. Papalar aynı zamanda imparator gibi davranmaya başladılar.
Öte yandan, İslam’ın doğuşuyla da Doğu kiliseleri zayıfladı. Böylece güçlenen bir Batı Kilisesi’yle, zayıflayan bir Doğu Kilisesi ortaya çıkmış oldu. Batı Kilisesi’nin doğuya doğru nüfuz alanını genişletme çabası ortaya çıkıyor. Bizans’ın ileri gelenleri bu nüfuz genişlemesini durdurmak gerektiğini gördüler. Yoksa Latinleşeceklerdi. O sıralar birleşme demek, bugün olduğu gibi çoğulculuk anlamına gelmiyordu. Bir kiliseyi kabul etmek, bir kültürü de kabul etmek anlamına geliyordu. Katolik Kilisesi’ne girmek Latinleşmek anlamına geliyordu. Biz Ermeniler bunu kendi tarihimizden de çok iyi biliyoruz. 18. yüzyılda Katolik misyonerler aracılığıyla Katolik olan Ermeniler kendilerine “Biz Frenkiz” diyorlardı. Bizans, Latin yayılmacılığını durdurmanın yolunu teolojik sorunlar çıkarmakta buldu. Teolojik tartışmaların ardından Batı ve Doğu kiliseleri birbirini aforoz etti. Aynı şeyi biz Ermeniler de Bizans’la yaşadık. Onlar da bizi kendilerine benzetmek istediler. Biz de Bizans ile uyuşmayan bazı noktaları büyüttük. Dedik ki “Biz ilk 3 ekümenik konseyin kararlarını kabul ediyoruz, diğerlerini etmiyoruz.” Onlar ise 7 ekümenik konseyin kararlarını kabul ediyorlar. Böylece biz de kendimizi Rumlara karşı korumuş olduk.
Günümüzde ise 1000 yılı aşkın süren bu ayrışmayı sona erdirmeyi pratikte aslında kimse istemiyor. Herkesin birlikten anladığı şey farklı. Mesela Ermeni Kilisesi’ne göre birliğin modeli ağaçtır. Ağacın kökü İsa Mesih’tir. Gövde hepimizin birlikte olduğu ilk 400 yıllık dönemdir. Ondan sonra çeşitli nedenlerle ayrılan kiliseler ağacın dallardır. Bunların hepsi aynı ağacın dallarıdır. Zaman zaman rüzgar sert esip, rüzgarın dalları birbirine çarpmış olsa da aynı ağacın dallarıyız bize göre. Bu ayrılık, günümüze kadar herkesin işine gelmiş. Bu ayrılık sayesinde kiliseler kendi kimliklerini geliştirmişler. Şimdi birleşme, ağacın dallarını kesip, gövdeye bağlamak anlamına gelirse bunu kimse istemez.
“Günümüzde 1000 yılı aşkın süren bu ayrışmayı sona erdirmeyi pratikte aslında kimse istemiyor. Herkesin birlikten anladığı şey farklı. Mesela Ermeni Kilisesi’ne göre birliğin modeli ağaçtır. Dünya çapında bir konsil toplanırsa Ermeni Apostolik Kilisesi buna katılır.”
Peki birlik konusu neden bu kadar gündemde?
Birlik her zaman siyasal bir taleptir. Eğer bugün bir birlik çağrısı varsa ben bugün bu çağrının altına yatan siyasi nedenlere bakarım.
Bu çabanın altındaki siyasi nedenler neler?
Bence temel neden bir dünya devleti kurma çabası. Dünya devleti giderek bir zorunluluğa dönüştürülecek. Nasıl küreselleşme kaçamayacağımız bir sonuçtu… Dünyanın yönetici seçkinleri dünya devletini planlıyorlar. Bunun ideolojik altyapısının oluşturulması lazım. Avrupa Birliği gibi projeler tek başına yeterli olmaz. Aynı zamanda ideolojik yapıların da kurulması lazım. Bugün dünyada bir milyar 200 milyon Katolik, 400 milyon Ortodoks ve 600 milyon Protestan var. Hıristiyanlık en büyük dünya dini ve aynı zamanda dünyanın en dinamik ve progresif dini. İslam’ın içinde bulunduğu durumu görüyoruz. İslam ideolojisine dayalı bir dünya devleti kuramazsınız. Ama Hıristiyanlığın bu potansiyeli var. Çin’de 100 milyon Hıristiyan var. Bunlar yeraltı kiliselerinde örgütleniyorlar. Ancak Hıristiyanlığın dünya devletinin dini olabilmesi için kiliseler arasındaki bölünmüşlüğe son vermek gerekiyor.
Papa ve Ekümenik Patrik arasındaki yakınlaşma birleşme için yeterli mi?
Papayla patrik arasındaki yakınlaşma elbette önemli ama Ortodoks Kilisesi’nde Patrik, Papa demek değil. Hiçbir Ortodoks Patriği, Bartholomeos’a papalık yetkileri vermez. Ortodokslar alacakları kararları kararı Sinod’da alırlar. İçlerinden biri hayır derse, o karar çıkmaz. Moskova Patriği birleşmeye sıcak bakmıyor. Rusya devleti, birleşmeye sıcak bakarsa, bu dünya devletine katılmaya ne kadar istekli olursa Moskova Patrikhanesi de o kadar istekli olur. Bugün Moskova Patrikliği birleşmeye isteksiz görünüyorsa Rusya devleti isteksiz olduğu içindir. Benim okumam bu.
Papa’nın 2025’te İznik Konsili’ni 1700. yılında yeniden toplama çabası var. Ermeni Apostolik Kilisesi buna katılır mı?
Ermeni Kilisesi buna mutlaka katılır. Dünya çapında bir konsil olursa çok da iyi olur. Konsilde temsil en geniş şekilde sağlanmalı. Tüm kiliseler yer almalı bu konsilde. Öte yandan tarihe baktığımızda konsili her zaman bir siyasi erk toplamış. Bu erk Moskova Patriği’ni de, Kıpti Patriği’ni de, Protestanları da oraya getirmeli. Herkesi o konsile getiremeseniz de bir çekim merkezi oluşturmanız gerekir.
Birleşmenin İslam’a karşı birleşme çabası olduğunu söylemek mümkün mü?
Nedenlerden biri de o ama Hıristiyanlar tehdit algısıyla birleşeceklerse hiç birleşmesinler, çünkü bu barışa hizmet etmez. Hıristiyan dünyasında birleşme İslam veya başka bir şeye karşı değil, bir şey için olmalı. Birleşmenin amacı hem Hıristiyanlar arasında hem de dünyada barışın tesisine katkıda bulunmak olmalı.
‘Atalarımızın yanlışlarını tekrarlamak zorunda değiliz’
Ermeni toplumuna Dzınunt mesajınız nedir?
Doğuş bayramı umut bayramıdır. Doğmayı bekleyen pek çok güzel şey var. Barış, sevgi kardeşlik doğmalı. İsa Mesih barış prensidir. Tanrı, “Alfa ve omega, başlangıç ve son benim” diyor. Tanrı başlangıçların tanrısıdır. Hiçbir şey önceden olduğu gibi olmak zoruna değil. Atalarımızın yanlışlarını tekrarlamak zorunda değiliz. 2015 yılı yeni bir başlangıç olsun. Bu topraklar için, yani Türkiye ve Ortadoğu için dilenebilecek en değerli şey barıştır.